YRD. DOÇ. DR. VÜGAR İMANBEYLİ
Suriye’de ABD ve YPG ortaklığında DAEŞ’e karşı yürütülen Rakka operasyonu Mayıs sonu itibariyle yoğunluk kazanarak bölgede yeni bir hareketlilik oluşturdu. Rusya da 30 Mayıs gecesi Doğu Akdeniz’de konuşlanmış “Amiral Essen” gemisinden ve “Krasnodar” denizaltısından 300 kilometrelik menzile sahip Kalibr güdümlü füzeleri ile Rakka’dan Palmira’ya hareket eden DAEŞ militanlarının konvoylarını vurdu. Bu hareketlilik, Moskova’nın yeni bir pozisyon alışına mı işaret ediyor? Bunu anlamak için Rusya’nın Suriye’de izlediği “esnek politika” üzerinde durmakta fayda var. Söz konusu politika ile kastedilen, Rusya’nın bu cephede gerektiğinde çeşitli enstrümanları (askeri veya siyasi-diplomatik) birlikte kullanması ve hatta yeri geldiğinde siyasi yaklaşımında revizeler yapma yoluna gitmesidir.
Bilindiği üzere, Suriye’de Esad rejimini askeri ve diplomatik yönden destekleyen Moskova, Eylül 2015 itibariyle silahlı birlikleri ile doğrudan alana inmiştir. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Suriye’ye çıkarma yapması, muhtemelen, bir hamlede en az şu dört taktik amacı başarmak içindi: 1) İyice zayıflayan eski müttefiki Esad rejimini tamamen dağılmaktan kurtarmak, 2) bu rejim düşerse, bölgede kendisine askeri yönden bağımlı ve Akdeniz’e kıyısı olan küçük bir devlet kurmak, 3) Orta Doğu’da daha etkin bir bölgesel aktöre dönüşmek, 4) İç politikada doyuma ulaşan Ukrayna-Kırım söylemini Suriye’de “uluslararası terörizmle mücadele” tezi ile desteklemek ve bir savaş seferberliği atmosferinin devam ettirilmesiyle mevcut iktidarını tahkim etmek. Bu taktik amaçların üzerindeki stratejik hedefin ise 2014 Kırım işgalinden beri ABD ve AB tarafından uygulanan tecrit politikalarını daha küresel düzlemde oynamak suretiyle kırmak olduğu söylenebilir. Çünkü ekonomik ve diplomatik yaptırımlarla desteklenen bu tecrit politikaları, Rusya’nın büyük güç kapasitesini ve gelişimini engellemekte, onu küresel düzeyde prestij kaybına uğratmakta idi. Aksi takdirde, Ukrayna gibi Rusya’nın hemen yanı başında bulunarak yakın bir tehdit oluşturmayan, dahası Slav veya Hristiyan dünyasının bir parçası olmayan ve bölgesel müttefiklik dışında Rusya ile pek de kuvvetli bir bağı bulunmayan bir ülkenin zayıflayan yönetimini desteklemek için neden savaş riski alınsın ki?
Rusya mevzubahis amaçlara şimdilik sonuncusu hariç ulaşmış görünüyor. Birincisi, Esad rejimi yıkılmaktan kurtulmuştur. İkincisi, Rusya’nın askeri müdahalesi rejimin çöküşünü durduramasaydı bile, Moskova, tahkim ettiği iki üs (Tartus ve Hmeymim) sayesinde Doğu Akdeniz’de kendisine bağımlı küçük bir devletin kurulmasını çoktan garanti etmiş idi. Üçüncüsü, Rusya’nın Suriye’deki rolü, onu bölgesel politikanın vazgeçilmez bir aktörüne çevirmiştir. Dördüncüsü, iç politikada Suriye harekatı Kırım ve Ukrayna’nın doğusuna yapılan müdahale kadar ilgi ve destek görmese de küresel terörizmle mücadele içeriye de vaziyet etmeye imkan vermiş, ayrıca “okyanus-ötesi”nde Rus silahlarının gövde gösterisi milliyetçi-patriyotik duyguları kabartarak sosyoekonomik sıkıntıların sineye çekilmesine bir nebze yardımcı olmuştur. Son olarak, her ne kadar tecrit politikalarını sona erdirmek henüz başarılamamış olsa da ABD ile bölgede belli alanlarda (mesela Menbiç olayında) taktik bir “uzlaşı” sağlanabildiği gözlemlenebilir.
Belki de şaşırtıcı olan, Rusya’nın tüm bunlara ulaşmada neredeyse cüzi denilebilecek miktarda bir askeri güç kullanmasıdır. Şimdiye dek basına yansıyan durum, Doğu Akdeniz’de Tarsus deniz üssü etrafında 10 civarında Rus gemisinin görev yaptığı, Hmeymim Hava Üssü’nde ise 20 kadar uçak, 20-30 kadar helikopter ve 4 ila 5 bin arasında özel kuvvet birliğinin konuşlandırılmış olduğudur. Eylül 2015’ten beri Moskova, iki kez bu muharip birliklerden bir miktarını Suriye’den çıkardığını ilan etse de söz konusu birliklerin rotasyon yaptığı anlaşılmaktadır. Bu suretle Rus ordusunun daha fazla askeri personeline savaş tecrübesi ve yeteneği kazandırdığı ve dahi yeni silah sistemlerini gerçek savaş ortamında test ettiği söylenebilir. Dahası, Müslüman Çeçenlerden oluşturulan askeri polis birliği de Halep gibi bazı şehirlerde devriye yapmakla görevlendirilmiştir. Bu arada, bazı paralı Rus savaşçıların da özel bir şirket tarafından Esad safında savaşmak üzere mobilize edildiği bilinmektedir. Bunun yanında, askeri kayıplarıyla ilgili basın yasağı bulunduğu için Suriye’de ne kadar Rus askerinin yaşamını kaybettiği tam olarak bilinmemektedir. Böylece, iç kamuoyunda da Suriye savaşına katılımın az bir maliyetle yürütüldüğü imajı oluşturulmuştur.
SURİYE’DE ÇÖZÜM ARAYIŞI
Rusya, alandaki askeri avantajını diplomatik sahaya da devşirmeye çalışmıştır. Askeri desteğe rağmen Esad rejiminin ülkenin tümünü kontrol altına alamayacağını ve Suriye meselesinin askeri yollarla çözüme kavuşamayacağını düşünen Moskova, 2016 sonu itibariyle Türkiye gibi bölgesel aktörlerle önce alanda bir ateşkes sağlamayı başarmış, akabinde Astana Süreci olarak bilinen yeni bir diplomatik süreç başlatmıştır. Bilindiği üzere, Ocak 2016’dan beri taraflar Rusya, Türkiye ve İran öncülüğünde üç kez Astana’da buluşmuş; bu görüşmelerde Moskova, Suriye için hazırladığı bir anayasa taslağını dahi müzakereye açmıştır. Bu taslakla neredeyse federal bir Suriye önerisi gündeme getirilmiştir. Bu arada, Suriye muhalefetinin daha da parçalanmasına ve Rusya’ya bağımlı veya yakın grupların ortaya çıkarılmasına da çalışılmış (bunlar Rus basınında Moskova ve Hmeymim grupları olarak zikredilmektedir), bu grupların Cenevre görüşmelerine davet edilmeleri sağlanmıştır. Bu nedenle, Suriyeli muhalifler, Mart ayında yapılan son Cenevre görüşmelerine dört ayrı grup olarak parçalı bir şekilde katılmışlardır. Dahası Moskova, her ne kadar Esad rejiminin yanında dursa da PYD/YPG gibi Suriye’nin kuzeyindeki Kürt silahlı gruplarla da iletişimini yoğunlaştırmış, gerektiğinde bunları da kendi bölge siyasetinin bir parçası haline getirmeye çalışmıştır. Sözgelimi, Şubat 2017’de bu grupları Moskova’da bir konferansta buluşturmuştur.
ABD’nin Nisan 2017’de kimyasal saldırı akabinde Esad güçlerine karşı füze saldırısı düzenleyerek Suriye’de daha etkin ve her yere ulaşabilir olabileceğinin sinyalini vermesine Rusya farklı bir şekilde tepki göstermiştir. Daha önce güvenli bölge tezinin ülkenin bölünmesi yönünde bir adım olabileceğini savunan Moskova, Mayıs başında alelacele “çatışmasızlık alanları” oluşturulması noktasında Türkiye ve İran’la bir anlaşmaya varmıştır. Böylece, alandaki fiili durum, dört “çatışmasızlık alanı”na bölünerek teyit edilmiştir.
Mayıs sonunda Rakka operasyonunun başlamasıyla kentten kaçan DAEŞ militanlarının Palmira’ya doğru yönelmeleri üzerine Rus askeri güçleri de füze ve uçaklarla bu grupları hedef almıştır. Buradaki amaç, karayollarının kavşak noktasında bulunan Palmira’nın jeopolitik önemi ve kentin sembolik değeri bakımından üçüncü kez DAEŞ’in eline düşmesini önlemek idi. Bu operasyonla Rusya, askeri unsurları da devrede tuttuğunu göstermiştir.
Fakat asıl soru, Rakka operasyonu akabinde Rusya’nın tavrının nasıl olacağı ve izlediği bu “esnek politika”nın devam edip etmeyeceğidir. Bu politika, taktik düzeyde sürdürülebilir olsa da ve birtakım sonuçlar üretse de yukarıda belirtilen stratejik hedefin başarılmasına yetmediği gözlemlenmektedir. AB, Rusya’ya karşı yaptırımları her 6 ayda bir uzatmakta, ABD’deki Trump yönetiminden ise farklı sesler gelmektedir. Rusya ile stratejik anlaşma arayışı içinde olan Trump’ın kendi seçmenleri ve “müesses nizam”ın baskısı altında olduğu görülüyor ve bundan sonra nasıl hareket edeceği kestirilemiyor. Ayrıca Rusya iç kamuoyu da artık bir seçim sathımailine girmiştir. Küçük bir askeri kuvvetle bölgesel düzlemde kendisine epey bir manevra alanı açan Rusya liderliği, Mart 2018 başkanlık seçimlerine aylar kala acaba daha radikal hamleler yapacak mı?