Orta Asya ülkelerinde özgürlüklerin ve insan haklarının henüz tam gelişmediğini söylemek doğruysa da hepsinin aynı ölçüde baskıcı olduğunu söyleyemeyiz. Mesela Özbekistan, Kazakistan’dan daha sert merkeziyetçi siyasi bir sisteme sahiptir. Tacikistan ve Kazakistan, insani gelişim düzeyi ve devletin kapasitesi bakımından önemli farklılıklar göstermektedir. Kırgızistan, diğer dört Orta Asya ülkesine kıyasla daha liberalleştirilmiş hükümet biçimiyle ilgili bir tecrübeye sahiptir. Türkmenistan ise bu “sembolik” açılıma bile büyük ölçüde katılmamış durumdadır. Bunları nasıl anlamalıyız? Bu gelişmeleri bölgesel kültürün normları içerisinde mi, yoksa kalıplaşmış uluslararası kavramlarla mı açıklamamız gerekir? Orta Asya’yı bölgesel jeopolitik siyasi sistem içerisinde mi anlamalıyız, yoksa ulusal sistemlere inerek mi?
Şüphe yok ki, önce bu ülkelerin ulusal sistemlerine inerek onların kültürel, siyasi, sosyo-ekonomik yapılarını ve gelişim süreçlerini anlamalıyız. Sonra da bu gelişim süreçlerinin bölgesel ve uluslararası etkileşimlerini inceleyerek bu ülkelerde meydana gelen, ya da arzuladığımız halde meydana gelemeyen değişimleri ve sebeplerini iyi değerlendirmemiz gerekir. Ayrıca Batı’da gelişmiş ve günümüzde kalıplaşmış kavramlar dışında Orta Asya ülkelerini eski Sovyet dogmalarından uzaklaştıracak ve siyasi sistemlerine sağlıklı yapılar kazandıracak yeni yaklaşımlara ihtiyaç olduğunu bilmeliyiz. Güçlü devlet fikri, sosyal hayatın çekirdeği olarak da güçlü hükümete olan inanç ve otokrasi, eski SSCB’deki cumhuriyetlerin hepsinde olmasa da çoğunun sosyal bilincine temel esas olarak işlenmişti. Sovyet öncesi toplumlarda modern demokrasi fikri de nadiren geliştirilmiş ve yetmiş yıldan uzun süren Sovyet totalitarizmi de demokrasinin tüm toplumun yaşam tarzı ve bilinci içindeki gelişimini engellemiştir. Demokratik bir toplum inşa ederken tarihsel gelişimin belirli özelliklerinin, ulusal psikolojinin, zihniyetin ve toplumun geleneklerinin ayırt edici özellikleri dikkate alınmalıdır. Teorik olarak, reformların başarılı bir şekilde uygulanması için temel şart olarak ekonomik istikrarın korunması gerekir. Ekonomik ve siyasal reformların birilerini memnun etmek için değil, tüm toplumlar için iyi olması gerekir; ayrıca, bu çabalar demokrasi ve özgürlüklerin gelişmesini hedeflemelidir.
Biz Türkiye olarak Orta Asya’ya Batı’da geliştirilmiş modeller sunmak yerine bölgeyi ve her bir Orta Asya ülkesini detaylı bir şekilde inceleyip toplumların gelişimlerini ve yaşam biçimlerini iyi anlayarak onları Batı penceresinden değil, kendi tarihsel ve kültürel birikimleri doğrultusunda ele alıp incelediğimizde daha sağlıklı sonuçlar elde ederiz. Orta Asya ülkeleri artık kendi gündemine ve hedeflerine sahip bağımsız birer devlettir ve bağımsızlıktan bu yana kendilerine has güçlü ulus anlayışlarını geliştirmişlerdir. Sovyet sonrası Orta Asya siyaseti bu çerçevede şekilleniyor. Orta Asya’da sorunların olmadığını, herşeyin mükemmel işlediğini elbette söylemeye çalışmıyoruz, ancak Batı kaynaklarından Orta Asya ile ilgili gelişmeler işlenirken, son derece karamsar ve korku senaryolarını canlandıracak nitelikte yorum ve tahliller yaygın görünmektedir. Bu devletlerin siyasi gelişimlerini salt birer klan/aşiret bağlamında tanımlamaya çalışan Batı eksenli yaklaşımlar, bu ülkelerde neler olup bittiğinin net bir resmini vermediği gibi birtakım çalışmaların sürdüğü gerçeğini gölgeliyor ve bu ülkeleri küçümser aşağılayıcı bir bakış açısı ile anlatmaya çalışıyor.
Dünyanın her yanında olduğu gibi, Orta Asya ülkelerinde de birtakım çıkar odaklarının bulunduğunu söylemek mümkündür. Ne var ki, bunların devlet kurumlarını birer aşiret, birer kabile oluşumu gibi göstermek bu ülkelerdeki aktif dinamikleri yok saymak demektir. Bölgelerinde önemli roller oynadıkları ve Avrasya’daki güçler dengesine nüfuz ederek bölgelerindeki birçok büyük devletin çıkarlarını doğrudan etkiler duruma gelen Orta Asya ülkelerinin, Sovyet sonrası dönemde yeni siyasi sistemlerini inşa etme çabalarının ilk etabını başarıyla tamamladıklarını söyleyebiliriz. Bütün bu ulus-devletler kendi ulusal egemenliklerini tahkim etmiş durumdadır ve artık devlet yapıları itibarı ile kimsenin üzerinde şüphe götürmeyeceği bir egemenlik alanı kurmuş durumdadırlar. Bunlar, devlet kurumlarını geliştirip siyasal kurumlarını oluşturmuş bulunmaktadır. Ancak asıl sıkıntı, bu kurumların ülke içinde daha güçlü bir şekilde işlevsel hale gelip gelemeyeceğidir. Kanunlar çıkarılıyor, yasalar yapılıyor fakat bürokrasi hep eski mantık ve deneyimlerle çalışıyor. Kurumların içi dolduğu zaman ve nitelikli bireyler artıkça yeni bir sosyo-politik yapı gelişecektir. Bu nitelikli bireylerin yeni fikir, bilgi ve beceri kazanma çabalarına Türkiye’nin yapacağı katkı, bölge ülkeleri ve Türkiye ile Orta Asya ülkeleri arasında gelişmekte olan ilişkilerin gelecekte sağlam zeminlerde korunmasına önemli katkı sağlayacaktır.
Bölge ülkeleriyle geliştirdiğimiz ilişkilerimizin derinleştirilmesi için özelikle bölge ülkelerinin görüşlerinin de dikkate alındığı planlı ve kapsamlı politikalar oluşturulmalıdır. 2014 yılında geliştirilen çok yönlü politikalar sürdürülmeli, eğitim alanında işbirliğine çok daha fazla önem verilerek sürdürülmeli. Eğitim kurumları öğrenci değişim programları ve karşılıklı panel, konferans proğramları ile halklar arası etkileşim artırılmalıdır. Siyasi partiler, parlamentolar arası diylog çalışmaları, işçi ve işveren sendikaları arasında ilişkiler geliştirilmeli, basın ve yayın kurumları işbirlikleri teşvik edilmeli, adalet ve hukuk alanlarında çalışmalar geliştirilerek sürdürülmelidir. Tükiye, Orta Asya’ya yönelik temkinli politikasını genişleterek sürdürürken, Orta Asya’ya özgü siyasetini kimsenin etkisinde kalmadan kendisi üretmelidir. Bunun yanı sıra, bu alanda araştırma alanlarını genişleterek çalışacak üniversitelerimizi teşvik etmeli, bölge ile ilgilenen kurumlarımızın da faydalanacakları sağlıklı bilgiler üretmeyi amaçlayarak ilişkilerimizin stratejik ortaklık düzeyinde gelişmesi sağlanmalıdır.
Türkiye’nin bugüne dek Avrupa Birliği gibi diğer bazı konulara öncelik vermesi çoğu zaman Orta Asya’yı gölgede bıraktı ve bu durum bölgeye yönelik tutarlı ve uzun vadeli politikalar üretilmesinde olumsuz rol oynadı. Daha da ötesi, Türkiye, Avrupa parametrelerini kollayan politikalar geliştirerek Orta Asya’ya yaklaştı ki bu da bölgeyle ilgili aktör ve faktörleri detaylı bir şekilde ele alıp inceleyerek Orta Asya’ya yönelik Türk dış politikasını sağlam zemine oturtmayı engelledi. Türkiye’nin Orta Asya ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmesinden kısa bir süre sonra varlığı fark edilen aktör ve faktörlerden dolayı dış politikanın değiştirilmesi ihtiyacı hissedilmesine rağmen, bu politika değişikliği ne acıdır ki uzun süre gerçekleştirilemedi. Çünkü Türkiye kendisine özgü Orta Asya politikasını değil, Avrupa parametrelerini kollayan politikalarla bu bölgeyle ilişkiler geliştirmeyi ön plana almıştı. Ayrıca, o dönemde Türkiye’nin kendi iç meseleleri de Orta Asya’ya yönelik politikaların belirlenmesinde ve değişiminde genel olarak olumsuz yönde rol oynamıştır. Türkiye’de 1993’te başlayıp 2002 yılı sonuna kadar yaşanan siyasi, bürokratik, ideolojik ve ekonomik dalgalanmalar ve krizler en azından yeni bağımsızlığını kazanan cumhuriyetler konusunda tutarlı bir politika izlenmesini engelledi. Bu durum, aynı zamanda, Orta Asya ülkelerinin Türkiye’ye bakışlarını olumsuz yönde etkiledi ve Türkiye’nin bölgedeki zengin yeraltı kaynaklarının değerlendirilmesi konusunda yaşanan rekabet ve bölgesel ittifakların dışında kalmasında önemli rol oynadı. Türkiye’nin başlangıçta çok önem verdiği, Türk devletleri arasında zirve toplantıları yapılması hususundaki insiyatifleri, son zamanlarda kaybolmuş görünmektedir. Türkiye’nin bu ilgisizliği, bir bakıma AB ve ABD’yle fazlaca meşgul olmasından, diğer yandan da kendisini SSCB yerine koyan Rusya’ya fazlasıyla meyledilmesinden kaynaklanıyor. Başka bir deyişle, Türk dış politikasını değiştiren dış parametreler arasında, bölgenin en önemli devleti olan Rusya’nın takip ettiği siyaset ve gerçekleştirdiği girişimler de önemli bir rol oynadı.
''Bölge ülkeleriyle geliştirdiğimiz ilişkilerimizin derinleştirilmesi için özelikle bölge ülkelerinin görüşlerinin de dikkate alındığı planlı politikalar oluşturulmalı.''
Türkiye ve Orta Asya ilişkileri 2001-2014 döneminde de ABD’nin terörle mücadele siyaseti, Afganistan’ı ve akabinde de Irak’ı işgali, Kırgızistan’da çıkan iç kargaşalar ve Orta Doğu’da meydana gelen kalkışma hareketlerinin gölgesinde kaldı. Türkiye, ABD ve AB ile ilişkilerine ağırlık vermeye devam ederken Rusya, Çin, Kore, Japonya ve İran, Orta Asya ülkeleriyle daha yakın ilişkiler kurmayı sürdürdüler. Türkiye, nihayet, Orta Asya ülkeleriyle enerji alanlarında geliştirmeyi amaçladığı ilişkiler neticesinde, siyasi temaslarını da 2014 yılı itibariyle hızlandırarak devam ettirmiş, bir çok alanda ilişkileri genişletip işbirliğinin artmasını teşvik etmiştir. Ayrıca Suriye’de kalıcı bir barışın sağlanması için taraflar arasında sürdürülen görüşmelerin Cenevre’den Astana’ya taşınması ve Rusya ile birlikte Türkiye’nin bu görüşmelere öncülük etmesi, Türkiye’nin uluslararası alanda birçok konuda sesini duyurabilir, “oyun kuran” ülke haline gelmesi, bugün siyasi, uluslararası alanda prestijinin artması Orta Asya ülkeleriyle olan ilişkilerini de olumlu yönde etkilemiştir. Bunun en belirgin örneği 25 Ekim 2017’de Özbekistan’dan Türkiye’ye devlet başkanlığı nezdinde yaklaşık 20 yıl aradan sonra bir ziyaretin gerçekleştirilmiş olmasıdır. Kuşkusuz Özbekistan Devlet Başkanı Mirziyoyev’in resmi bir ziyaret için ilk kez Ankara’ya gelmiş olması, bu açıdan manidar. Bu durum Türkiye’nin bölge ile ilişkilerini şüphesiz olumlu yönde etkileyecektir.