PROF.DR. TANEL DEMİREL
16 Nisan referandumu son 15 yıldır şahit olduğumuz kıran kırana iktidar mücadelesinde yeni bir aşamayı temsil ediyor. AK Parti eski rejimi sarstı, statükoyu değiştirdi. Şimdi yeni durumu pekiştirip sürekli kılacağını ümit ettiği hükümet sistemi değişikliği içeren bir düzenlemeyi hayata geçirmeye çalışıyor. Güç kaybını hazmedemeyen eski elitler ise anayasa değişiklik teklifine yeni düzeni kalıcı hale getirebileceği korkusuyla karşı çıkıyorlar. Tıpkı eski elit gibi, AK Parti de elde ettiği gücü hazmetmekte zorlanıyor. Demokrasilerde iktidarların kapsayıcı olmayı, ellerindeki gücü ölçülü bir biçimde kullanmayı öğrenebilmeleri kolay değil. Ancak demokrasinin istikrarı da buna bağlı.
Anayasa değişikliğine dair teklifin eksiklikleri ve tehlikelerinin farkında olanlar hayır oyu çıkması halinde 15 Temmuz’u yapan koalisyonun yeniden harekete geçeceğinden korkuyorlar. Bu korku abartılı.
Kısa vadede AK Parti içinde var olan iki eğilimden hangisinin etkili olacağı geleceğimiz açısından hayati öneme haiz. Soğuk Savaş sağcılığından izler taşıyan bir çizgi 2011 seçimlerinden sonra parti politikalarına daha çok damga vurur hale geldi. Bu çizgi, Türkiye’nin siyasal çoğulculuğunu kabul etmekte zorlanıyor. Farklılıklara ve eleştirilere tahammülü zayıflık belirtisi olarak algılıyor. Muhalefetin kutuplaştırmayı artırma isteğine misliyle cevap vermekten kaçmıyor. Kamu hizmetleri sunumunda ayrımcılık yapmaktan ve genel olarak ötekileştirici bir dil kullanmaktan kaçınmıyor. Hukuku ve hukuk devleti ilkesini uzun dönemde bir arada yaşamayı mümkün kılan herkesin garantisi olabilecek unsurlar olarak değil; “dava”nın gerçekleşmesini geciktiren, iktidarı zayıflatan ayak bağları olarak görüyor. Demokrasiyi seçimlere indirgeyen; diğer denge, kontrol, hesap verebilirlik mekanizmalarını örtük “vesayet” biçimleri olarak gören bir anlayış bu. Bu çizgi giderek mücadele ettiği eski elitin bazı unsurlarına benzemeye başladığı eleştirilerini de ciddiye almıyor, olağanüstü zamanlardan geçiyoruz diyerek “olağanüstü hal hukuku”nun bile dışına çıkmaya çalışıyor. En güçlü iktidarın; sınırlarını bilen, hukuka bağlı iktidar olduğu gerçeğini ıskalıyor. Bu kanat, seçim başarılarının hükümetin yaptıkları kadar muhalefetin alternatif olamamasından kaynaklandığını kabul etmek de istemiyor.
Azınlıkta kalan ikinci çizgi ise partiye oy vermeyen yüzde 50’lik bir kitle olduğunun farkında gibi. Daha kapsayıcı, ılımlı ve ölçülü olma gereğini dile getirmeye çalışıyor. Temel hak ve hürriyetleri vurguluyor, tahammül düzeyi daha yüksek gibi görünüyor. Bu çizgi, partinin yeni yöneliminden rahatsız ancak Gezi, 17/25 Aralık ve 15 Temmuz travmalarından sonra eski elitin bir fırsatını bulursa bütün kazanımlarını yok edeceğinden haklı olarak şüpheleniyor ve güçlü bir biçimde sesini yükseltemiyor. Birinci eğilim de bunun farkında olduğundan partili tabanın haklı endişe ve kaygılarını sürekli pompalayarak kendi pozisyonunu tahkim etmeye çalışıyor. Esasen eski elitin vesayet rejimine dönüşü arzulayan aşırı unsurlarıyla, parti içindeki otoriter damar birbirinden besleniyor. Her biri diğerini işaret ederek kendi konum ve davranışlarını meşrulaştırmaya çalışıyor.
“EVET” VE “HAYIR” NEDİR?
16 Nisan referandumunun sonucu bu iki damardan hangisinin öne çıkacağını da etkileyecek. Hiçbir referandum sadece o referandumda oylanacak meseleye dair değildir. Muhtemel bir hayır oyu parti içinde daha liberal bir yönelime dönüşü garanti etmese de en azından durup düşünme ihtiyacının hissedilmesine yol açabilir. (7 Haziran 2015 seçimlerinde seçmen böyle bir uyarıyı yapmış ancak ağırlıklı olarak muhalefet partilerinin tutumları nedeniyle bu uyarı boşa gitmiştir) Ayrıca, hayır oyu Türkiye’de demokratik tepki ve kontrol mekanizmalarının çalıştığının bir göstergesi olarak da okunabilir ve AK Parti seçimle gitmez diyerek yeni bir kalkışmaya zemin ve mazeret hazırlamaya çalışanların iddialarını da zayıflatabilir.
Anayasalar ve genel olarak kurumsal yapılar demokratik oyunu oynayan aktörlerin davranışlarını belirlemezler. Anayasanın nasıl yorumlanacağı siyasi güç dengelerine göre şekillenecektir.
Evet oyunun ise AK Parti içindeki otoriter dışlayıcı eğilimleri daha da güçlendirme potansiyeli yüksek gibi görünüyor. Zira evet oyu yukarıda otoriter, ayrımcı, dışlayıcı dediğimiz yönelimlerden nihai karar verici seçmenin fazla bir rahatsızlık duymadığı şeklinde yorumlanabilecektir. Kimileri evet oyunun partinin kendine güvenini arttıracağını ve böylece yeniden reformcu kimliğine döneceğini söylüyorlar. AK Parti’nin kendisini güvende hissetmediğinde çekirdek tabanına döndüğü doğru olmakla birlikte, bu düşük bir ihtimal. İktidar sahiplerinin uzun dönemli çıkarlarını düşünerek kendilerini sınırlandırmaları imkansız değilse bile nadir görülür. AK Parti de istisna değildir. Örneğin, 15 Temmuz sonrasında yakalanan demokratik yeniden yapılanma fırsatı, otoriter dışlayıcı damarın bu büyük tarihi olayı kendi dar çizgisini hayata geçirmek için bir fırsat olarak görmesi nedeniyle heba edilmiş gibi görünüyor. Bu nedenle, ancak demokratik seçmen baskısının partiyi reformcu kimliğine döndürebilecek yolu açabileceğini düşünmek daha yerinde olur.
AK Parti, tüm otoriter yönelimlerine rağmen halen tüm Türkiye’ye hitap edebilen, değişme potansiyeli en yüksek parti görünümünde. Fakat bu potansiyelin harekete geçmesi, iyice belirgin hale gelen otoriter çizgiye yönelik demokratik tepkinin yükselmesine bağlı. Referandum bunun için bir fırsat olabilir. Anayasa değişikliğine dair teklifin eksiklikleri ve tehlikelerinin farkında olanlar hayır oyu çıkması halinde 15 Temmuz’u yapan koalisyonun yeniden harekete geçeceğinden korkuyorlar. Bu korku abartılı. 15 Temmuz öncesinde Gülen terör örgütlenmesi ile mücadelede yeterince başarılı olunamamasının esas sebebi yürütmenin zayıflığı değildi. Keza darbe teşebbüsüne zemin hazırlayan kutuplaşmanın ortaya çıkışı ile çift başlı yürütme arasında bağlantı kurmak zorlama olur. Hülasa, yeni bir kalkışmayı önlemenin yolu, silahlı gücün daha iyi izlenmesi ve kontrolüne dair bir dizi idari tedbirin alınmasının yanında, demokratik meşruiyet zeminini güçlendirmekten geçiyor. Bunun ise yürütme organında güç yoğunlaşmasını öngören, denge denetleme mekanizmaları son derece zayıf olduğu için kaybedenleri sistemdışı arayışlara itecek bir hükümet sistemi ile gerçekleşmesi kolay değil. Halihazırdaki hükümet sistemimizin sürdürülebilir olmadığı iddiası doğru olsa bile, neden çözdüğünden daha fazla problem yaratma potansiyeli olan bir sistem kabul edilsin sorusuna yanıt vermek de zor.
Hem evet hem de hayır kanadının ateşli savunucularının iddia ettikleri gibi, 16 Nisan referandumu hayati bir dönüm noktası değil. Anayasalar ve genel olarak kurumsal yapılar demokratik oyunu oynayan aktörlerin davranışlarını belirlemezler. Bazı eylemleri teşvik edip bazı eylemlerinin maliyetini artırarak aktörlerin manevra alanlarını sınırladıkları için etkileri dolaylı ve ikincildir. Anayasanın nasıl yorumlanacağı siyasi güç dengelerine göre şekillenecektir. Demokrasinin akıbetini belirleyen asli unsurlar yerel ve uluslararası sosyal ve siyasal dinamiklerle varlıklarını demokratik rejime borçlu olan siyasi aktörlerin yaptıkları ve yap(a)madıklarıdır.