PROF. DR. ŞİNASI GÜNDÜZ
Papa Francis gazetecilere yaptığı konuşmada 15 Temmuz darbe girişimine yönelik sessizliğini merak edip darbe girişimi sonrası Türkiye’de yaşananlar hakkında neden hiç konuşmadığıyla ilgili soruya, “Bu konuda konuşmadım, çünkü aldığım bilgilere göre henüz orada ne olduğundan emin değilim” cevabını verdi; bu arada hakkında emin olduğu konularda konuşmaktan çekinmediğini de sözlerine ekledi. Yani Papa’ya göre, 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrası yaşananlar henüz ne olduğu belirsiz bir durum; dolayısıyla da hakkında konuşmak için erken.
Papa’nın şahsında Vatikan’ın bu yaklaşımı hayli dikkat çekicidir. Zira uluslararası arenada hemen her meselede başta Katolik ve genelde Hristiyan dünya olmak üzere Batı çıkar ve menfaatleri konusunda görüş açıklayan Papalığın, Türk halkının canları pahasına karşı çıkarak engel olduğu darbe girişimini ve bunun doğrudan ve dolaylı aktörlerini şu ya da bu bahaneyle görmemesi ya da görmezden gelmesi oldukça düşündürücüdür. Türkiye’deki darbe girişiminin “ne’liği” konusunda emin olmayan Papa’nın diğer taraftan birçok tartışılır konu hakkında oldukça emin ve kesin kanaatlere sahip olduğu bilinmektedir. Örneğin o, hayli tartışılır olan 1915 olaylarının “soykırım” olduğundan emindir. Nitekim resmi konuşma metninde olmamasına ve Türkiye’nin tepkisini çekeceğini bilmesine rağmen, Ermenistan Devlet Başkanı ile birlikte yaptıkları basın açıklamasında 1915 olaylarını bir soykırım olarak nitelemiştir. Yine Papa, Moskova Patriği ile yaptığı görüşmenin sonuç bildirgesine yansıdığı gibi Orta Doğu ülkelerinde Hristiyan azınlığa yönelik sistematik bir dışlama ve şiddet politikasının mevcudiyetinden de emindir. Böylelikle Hristiyan dünyanın ve Batılı güç çevrelerinin çıkar ve menfaatleri konusunda emin olan ve kararlı tavır ve tutumlar ortaya koyan Papalık, her nedense Türkiye’de birilerinin FETÖ’ye ihale ettiği başarısız darbe girişimiyle sonrasında yaşananlardan ise emin değildir; dolayısıyla da belirli bir görüş ve tutum sergilemekten kaçınmaktadır.
Aslında kanaatimize göre Papa’nın bu tutumu anlaşılabilir bir pozisyondur ve Papalık şahsında Vatikan, Batı yanlısı bir kanaati ve tutumu yansıtmaktadır. Öncelikle Türkiye’deki darbe girişimi sürecinde henüz ilk saatlerden itibaren çeşitli Batılı analizciler ve yorumcular, bunun Türkiye’de İslamcılarla Batı yanlısı çevreler arasında bir mücadele olduğunu ilan etmiş; hatta henüz darbe girişiminin ilk saatlerinde çeşitli Batılı siyasiler etliye sütlüye dokunmayan ortada açıklamalar yapmışlardır. Darbenin bastırılması sonrasında ise -bizzat ABD Merkez Kuvvetler Komutanı’nın belirttiği gibi- kendileriyle ilişkili kimselerin gözaltına alınıp tutuklanmaları eleştirilmiştir. Bu ve benzeri tüm yaklaşımlar dikkate alındığında Batı dünyası açısından bastırılan bu darbe girişimi ve sonrasında yaşananlar esasen Türkiye’de Batı yanlısı çevrelerin mevzi kaybetmesi ve “İslamcıların” kazanması anlamına gelmektedir. ABD’nin FETÖ lideri Fethullah Gülen’e yönelik Türkiye’nin taleplerini ağırdan alıp onu himaye etmesi de bu bağlamda bir anlam taşımaktadır. Bütün bunlar çerçevesinde anti-İslami zihniyete sahip Batı dünyası Türkiye’de darbenin bastırılmış olmasından ve darbe ile şu ya da bu şekilde irtibatlı olanlara yönelik yaptırımlardan rahatsızdır. Kilisenin darbe ile ilgili yaklaşımını da bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
İkinci dikkate alınması gereken ve daha da önemli olan husus ise bizzat Vatikan’ın Fethullah Gülen hareketiyle olan yakın ilişkisidir. Fethullahçı örgütün Papalıkla her zaman çok yakın ilişki içinde olduğu bilinmektedir. Nitekim Fethullah Gülen, zamanın Papası ile olan görüşmesinde sunduğu ve Papa’ya hitaben yazdığı 9 Şubat 1998 tarihli mektubunda dinler arası ilişkiler ve diyaloga yönelik faaliyetlerine yönelik olarak “Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik” demek suretiyle amaçlarının Papalığın amaçlarıyla örtüştüğünü açıktan ilan etmiştir. Aynı mektubunda Hristiyan din dilinde tanrı oğlu İsa Mesih için kullanılan “Rab” kavramını özellikle kullanmaya da dikkat etmiş ve bu çerçevede mektubun sonunda kendisini “Rabbin aciz kulu” şeklinde tanımlamıştır. Vatikan bu zihniyetteki bir yapıyı her zaman kendisine müttefik olarak kabul etmiş ve bu nedenle bu örgüte ve başındaki Gülen’e her tür desteği vermiştir. Nitekim ABD’de oturma izni için kendisine referans arayan Fethullah Gülen’e çeşitli CIA mensupları ve diğer Hıristiyan din adamlarıyla birlikte Katolik kilisesinin önde gelen figürlerinden Thomas Michel’in de referans olduğu bilinmektedir.
Kendisini seküler-liberal Batı merkezli hegemonik yapının kültürel ve manevi geleneğinin temsilcisi, dolayısıyla “Batı medeniyetinin” dayanağını oluşturan kültürel arka plan olarak gören kilise, Batı medeniyet algısına meydan okuyan Müslüman dünyadaki aktörleri Batı merkezli hegemonik güce karşı en önde gelen tehdit unsuru olarak görmektedir. Bu nedenle de İslam dünyasında özellikle de Türkiye’de Batı’nın tektipçiliğinden ve hegemonik düzeninden özgürleşmeye çalışarak kendi değerlerine dayalı bir toplumsal yapı arayışında olan aktörler ve akımlar “siyasal İslamcılıkla” itham edilip ötekileştirilmektedir. Kilise ve Batılı güçler için Batı çıkar ve menfaatlerine halel getirmeyen bir İslam anlayışı ve bu anlayıştan beslenen Müslüman profili makbuldür. “Ilımlı İslam” olarak nitelenen böylesi bir anlayış ve profil ise Fethullah Gülen örgütü tarafından en iyi şekilde temsil edilmektedir. Onlara göre bu nedenle Fethullahçı yapı, Batı merkezli güç odaklarını tehdit edenlere karşı desteklenmesi gereken önemli bir güçtür. Zaten darbe girişimi sonrası iadesi istenen Fethullah Gülen de ABD yetkililerine iade edilmemesi için adeta yalvarmakta ve kendisinin ve temsil ettiği din anlayışının özü itibarıyla Batı’ya hizmet ettiğini belirtmektedir.
Bütün bunlar dikkate alındığında Papalığın darbe girişimi ve sonrasında büründüğü derin sessizliğin altında, Fethullah Gülen örgütü gibi bir işbirlikçi yapının öncülüğüne soyunduğu darbe girişiminin başarısızlığı karşısında duyulan hayal kırıklığı olsa gerektir. Onlara göre bu darbe başarılı olsaydı ABD’li askeri analizci Ralph Peters’in dediği gibi “İslamcılar kaybedecek onlar kazanacaktı”. Zira Batılı güç odakları için darbeler kendi çıkar ve menfaatlerine hizmet ettiği sürece makbul ve değerlidir. Türkiye’de halkın güçlü tepkisiyle karşılaşıp akamete uğrayan darbe, bu nedenle Batı merkezlerinde suratları asmış, derin düşüncelere dalmalarına yol açmış ve onları sessizliğe sevk etmiştir. Her fırsatta dünya halklarına insan hak ve özgürlüklerinden, sivilleşmenin erdeminden, askeri diktanın kötülüğünden bahseden Batılı güçler için mesele İslam dünyası ve Türkiye karşıtlığı olduğunda gerisinin teferruat olduğu bir daha ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla derin sessizlik içinde olan Papa’nın bu tutumu da esas itibarıyla bu zihniyetin bir dışa vurumu olarak değerlendirilmelidir.