Prof. Dr Niyazi Beki yazdı: Tevhid-i rububiyet tevhid-i ulûhiyeti gerektirir

Kur’an-ı Kerim’de yaratmanın, rububiyet denilen idare ve terbiye işini yapmanın yalnız Allah’ın elinde olduğuna vurgu yapılmıştır. Rububiyeti elinde tutan kim ise uluhiyeti elinde tutan da aynı zattır. Rab olan kim ise ilah ve mabud olan da odur.

Rububiyet, Allah’ın rab isminden türetilmiş bir kavramdır. Rabbu’l-âlemin olan Allah’ın kâinatı yaratması, yoktan var ettiği eşyayı varlıkta durdurması, onları idare etmesi, belli gayeler doğrultusunda istihdam etmesi gibi tüm icraatlarının bir unvanı ‘rububiyet’ kavramıdır. Uluhiyet ise ilah kelimesinden türetilmiş bir kavramdır. Allah’ın sevilmeye, sayılmaya, tapınmaya ve mabud olmaya layık yegâne ilah olduğunun bir unvanıdır. Yazının başlığı şunu anlatmaktadır: Rububiyeti elinde tutan kim ise uluhiyeti elinde tutan da aynı zattır. Rab olan kim ise ilah ve mabud olan da odur.

Bilindiği üzere, İslam dininin temel gayesi Allah’ın vahdaniyetini göstermektir. Allah zatında, sıfatlarında bir olduğu gibi, bütün varlıkların yegâne ilahı, mabudu olmak cihetiyle de birdir. Ancak mabudun birliği, rabbin birliğine bağlıdır. Yani kim kâinatı yaratmış, rab olarak onları idare ve terbiye etmişse her şeyin mabudu da odur. Tevhid akidesinin bu nirengi noktası içindir ki Kur’an’ın her tarafında yaratmanın, rububiyet denilen idare ve terbiye işini yapmanın yalnız Allah’ın elinde olduğuna vurgu yapılmıştır.

Kâinat kitabında rububiyet dersi

Bu sebepledir ki, şuurlu bir varlık olarak insanları muhatap alan Allah, onlara özellikle rablığını/rububiyetini ders vermiş ve insanları ondan sorumlu tutmuştur. Örneğin; insanların hayat hikâyelerinde ‘rububiyet’ kavramının büyük bir öneme sahip olduğunu gösteren şu misallere bakılabilir:

a) Ruhani hayatta/mahiyeti bizce meçhul fakat gerçekliği malum gaybi bir meclis olan “Elestu bezmi”inde Allah’ın ilk imtihan sorusu rab ile alakalıdır: “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” (Araf, 7/172). İstisnasız bu soruya muhatap olan bütün insanlar hep bir ağızdan “Evet, sen bizim rabbimizsin” demişler.

b) Ruhanicismani hayatta/dünyaya geldikten sonra da, birer muallim olarak gönderilen peygamberlerin de insanlara verdikleri ilk ve en önemli ders yine “rab/rububiyet”le alakalıdır: “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan rabbinize ibadet edin ki takva mertebesine erişesiniz”(Bakara, 2/21).

c) Yine ruhani hayatta/insanlar dünyadan göçüp ahiret memleketine doğru yaptığı yolculuğun ilk durağı olan kabirde yapılan kimlik sorgulamasında sorulan ilk soru da rab/rububiyetle ilgilidir.

‘Men Rabbuke=Rabbin kimdir?’ (Ebu Dabud, 4753). Bunun anlamı şudur: “Sen kimi rab kabul ettin, kimin terbiyesinde hayatını sürdürdün? Kimin hatırını en üstün kabul ettin? Birbiriyle çeliştiği zaman, Allah’ın emirlerini mi, nefsinin ve insanların arzularını mı tercih ettin? Kimin emir ve yasaklarına göre hayatını dizayn ettin? Kimden ders aldın, akıl ve kalbini kimin öğretilerine göre eğittin?”

d) Mahşer hayatı/insanları kabirlerinden çıkarıp huzuruna alan Allah’ın rab ismiyle kendini takdim etmesinde de alınacak önemli dersler vardır: “Rabbin onların hepsini mahşerde, huzurunda toplayacaktır. O her şeyi hikmetle yapar, her şeyi hakkıyla bilir” (Hicr, 15/25).

Kur’an-ı hakîmde rububiyet dersi

Kâinat kitabının realitesinde rububiyet dersi verildiği gibi, bu mücessem kitabın ezeli tercümanı olan Allah’ın en son ve en kapsamlı vahyi Kur’an’da da defalarca yer bulmuştur. Bir misal olarak Kur’an’ın dikkat çekici bazı bölümlerini nazara vermekle yetineceğiz:

a) Kur’an’ın ilk inen Allak suresinin ilk ayetinde “Yaratan rabbinin adıyla oku!” mealindeki ifadeye yer verilmiştir.

b) En son inen Nasr suresinin son ayetinde: “(Resulüm!) Rabbini hamd ile teşbih et” mealindeki ifadeye yerilmiştir.

c) Kur’an’ın en başında bulunan Fatiha suresinde: “Hamd âlemlerin rabbine mahsustur.” Mealindeki ifadeye yer verilmiştir.

d) Kur’an’ın en sonunda bulunan Nas suresinin ilk ayetinde: “De ki: (şeytanların kötü telkinlerinden) İnsanların rabbine sığınıyorum” mealindeki ifadeye yer verilmiştir.

Bugünkü yazımızı rab isminin merci yapılarak öğretilen Kur’an’daki şu duayla noktalamak istiyoruz: “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda aklıselim sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar/o aklıselim sahipleri ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: “Rabbimiz! Sen bunu (harikalar harikası şu kâinatı) boş yere yaratmadın (böyle bir düşünceden), seni tenzih ve takdis ederiz. Ne olur, bizi cehennem azabından koru! Rabbimiz! Sen kimi ateşe sokarsan hiç şüphe yok onu rezil, perişan etmiş olursun. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur. Rabbimiz! Doğrusu biz ‘Rabbinize inanın!’ diyerek, imana çağıran bir davetçiyi işitip iman ettik. Rabbimiz! Ne olur, günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi sil ve bize iyilerin ölümünü nasip et. Rabbimiz! Peygamberlerin aracılığıyla bize vaad ettiklerini ver bize; kıyamet gününde bizi rezil rüsva etme. Sen asla sözünden caymazsın.”(Al-i İmran, 3/190-94)

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.

İlgili Haberler

Prof. Dr Niyazi Beki yazdı: Hz. Muhammed’in şahsiyetinin verdiği onay
Prof. Dr. Niyazi Beki yazdı: Hz. Muhammed’in elçiliğine Allah’ın onayı
Prof. Dr. Niyazi Beki yazdı: Kur'an'ın verdiği onay

Ramazan 2018 Haberleri