İster bir bütün olarak kâinata bakılsın, ister ayrı ayrı varlıkların durumuna bakılsın, bunların varlık sahnesine çıkmalarının sebebi, şu dört ihtimalden biridir:
a. Bu varlığı, örneğin evreni veya insanı sebepler yaratmıştır.
b. Onları tabiat yaratmıştır.
c. Tesadüf eseri ortaya çıkmıştır.
d. Her şeyi Allah yaratmıştır.
Bu gün bilimsel çalışmalar da kâinatın sonradan var olduğunu göstermiştir. Bilim adamlarının dediğine göre, şu gördüğümüz evren yaklaşık 14-15 milyar yıl önce var olmuştur. İnsan, hayvan, bitki gibi varlıkların sonradan var olduğu gözle görülen bir hakikattir. Hatta bilimsel çalışmaların verilerine göre, Samanyolu galaksisi diğer kozmik kitlelerden çok sonra ortaya çıkmıştır. Demek ki evrenin önce yokken sonradan var olduğu konusu tartışmasız kabul görmüş bir husustur.
O halde insanın soruşturması gereken konu, bu mevcut kâinatın yoktan nasıl var olduğudur.
Ateistler, cehaletlerini başka bir cehaletle örtmeye çalışırlar. Örneğin onlara “Neden bu madde bu maddeyi kendine çekiyor?” denilse, cevapları şudur: “Çünkü bu çeken madde mıknatıstır, mıknatıs ise çeker.” Halbuki soruda zaten bu soruluyor: “Neden mıknatıs denen madde başka bir maddeyi çekebilir?” Buna cevapları yoktur. İşte ateistlerin bu bilgilerine, iki cehaletin bileşkesi olan bir cehalet manasında ‘cehl-i mürekkep’ denir. Bu konuda onlarca misal verilebilir ki sebepler ve hikmetler bilindikçe Allah daha da yakından bilinir. Çünkü -istisnasız- bütün sebepler akılsızdır, kördür, cansızdır, şuursuzdur. Fakat bunlardan meydana gelen bütün işlerin arka planında sonsuz bir ilim, bir hikmet, bir kudret, bir irade, bir şuur, bir hayat vardır. Bu sebepledir ki, Kur’an’da Allah, peygamberine “Rabbim! İlmimi arttır” diye dua etmesini emretmiştir. Çünkü ilmin artması nispetinde yüce yaratıcının varlığı bütün isim ve sıfatlarıyla daha kuvvetli bir şekilde bilinir.
Kâinatın ve tüm parçalarının varlık sahnesinde boy göstermesini sağlayan etkin bir fail vardır. Baştan başa harika bir sanat eseri olarak dizayn edilmiş kâinatın varlığını ‘faili meçhul’ olaylar arasına sokamayız. Bunun mutlaka malum bir faili vardır. Bu konuda modern bilimin katkılarıyla çağdaş idrakin öngördüğü akli ihtimaller külli manada yukarıda arz ettiğimiz dört ihtimaldir. Mantık açısından bu dört ihtimalin birden gerçek olması mümkün olmadığı gibi, hiçbir ihtimalin olmaması da imkânsızdır. Öyleyse bu ihtimallerden yalnız biri doğru, diğerleri yanlıştır.
Bu yazımızda yanlış ihtimalleri ayıklamak suretiyle doğru olanı ortaya koymaya çalışacağız. Bu işin anlaşılmasının en açık yolu şudur: Yanlışları ayıklamakla doğruya ulaşmak. Buna göre bugün iki, yarın da bir maddesini açıklayacağımız maddelerin imkânsız olduğu ispat edilirse, zorunlu olarak son şık kalır ki, o da kâinatı yaratanın Allah olduğu gerçeğidir.
Evreni ve bütün varlıkların, Allah’ın dışında yaratılmasının mümkün olmadığını görmek isteyenlere Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur külliyatına, özellikle de “23. Lema/Tabiat risalesi”ne bakmalarını tavsiye ederiz.
Herhangi bir varlığı, örneğin tüm evreni veya bir insanı sebeplerin yaratma ihtimali:
Felsefede determinizm olarak da ifade edilen bu düşünceye göre, sebep-sonuç ilişkisi esastır. Yumurtayı icat eden tavuk, balı icat eden arı, yağmuru gönderen buluttur. Bu ihtimal birçok yönden imkânsızı barındırıyor. Her şeyden önce, bu düşüncede sebeplerin de sonradan var olduğu gerçeği göz ardı edilmektedir. Diyelim ki yumurtayı tavuk yaratıyor, peki tavuğu kim yaratmış? Eğer tavuğu da yumurta yaratmış denilse, bu takdirde her ikisinin hem ezeli hem hadis/sonradan var olduğu; her ikisinin de hem yaratan hem yaratılan olduğu kabul edilecektir. Bu düşüncenin kabul edilmesi ne aklen ne dinen ne de ilmen mümkündür. Keza eğer balı arı yaratıyorsa, o zaman arıyı kim yaratmış? Bu düşünceyi çürüten onlarca delil vardır. Yalnız işi fazla uzatmamak için şunu tekrar edelim ki sebep ile sonuç ikisi de sonradan var edilmiştir. Hiçbirinin ezeli olmadığı gün gibi açıktır. Demek ki bu ihtimal gün yüzünü göremeyecek tarzda elenmiştir.
Bütün varlıkların tabiat tarafından yaratılmış olma ihtimali:
Tabiat dedikleri şey, varlıkların bünyesinde görülen, yaş-kuru, sıvı-katı, sert-yumuşak, soğuk-sıcak gibi unsurlardır. Halbuki insanın tabiatındaki huyları, kendisinin varlığından sonra söz konusu olduğu gibi, kâinatın ve her türlü varlığın bu tabiatı, mizacı, huyu da ancak ilgili nesnenin varlığından sonra meydana gelmiştir.
Olmayan bir insanın, olmayan bir ağacın tabiatından söz etmek, kâinatta cari olan ilahi kanunların tabiatına aykırıdır. Bu konuyu da şu nurlu ifadelerle bitirelim: “Tabiiyyunların, mevhum ve hakikatsiz tabiat dedikleri şey, olsa olsa ve hakikat-ı hariciye sahibi ise; ancak bir san’at olabilir, Sâni’ olamaz. Bir nakıştır, Nakkaş olamaz. Ahkâmdır, hâkim olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir, Şâri’ olamaz. Mahluk bir perde-i izzettir, Hâlık olamaz. Münfail bir fıtrattır, Fâtır bir fâil olamaz. Kanundur, kudret değildir; kâdir olamaz. Mistardır, masdar olamaz”(Asa-yı Musa, 167 ).
NOT: “Tesadüf eseri ortaya çıkmıştır”, “her şeyi Allah yaratmıştır” maddeleriyle bu konuya yarın da devam edeceğiz...