Ramazan ayı, aynı zamanda iman ayıdır. İslam inancını bize ders veren Kur’an bu ayda inmiştir. O halde, Kur’an’da açıklandığı gibi sahih bir imana değinmek, bu ayın muhtevasına, varlık amacına uygun olur. Allah’a iman konusuna geçmeden önce, genel olarak -cennet kapısının yegâne anahtarı olan- iman esaslarının önemini gösteren bir girizgâh açarak o güzergâhta yürümenin faydalı olduğunu düşünüyoruz.
Şöyle ki; bedihi bir hakikattir ki, imtihan için dünya mektebine bir öğrenci olarak gönderilen insanın her an taze, yeniden güçlenmiş bir imana ihtiyacı vardır. Çünkü insanın hem şahsı, hem dünyası yenilendikleri için imanı da yenilenmek durumundadır. Zira, insan biyolojik bünyesiyle ömrünün seneleri adedince, hatta ayları, günleri, saatleri sayısınca değişiklik gösteriyor. Her zaman ruhani ve cismani değişikliğe maruz kalan insanın bu değişikliklere paralel olarak imanını yenilemesi elzemdir. İnsan ruhunun ikamet ettiği cismani yuvası sürekli değiştiği gibi her yıl, her ay, her gün, her saat içinde bulunduğu zamanı da değişiyor. Yerkürenin durmadan hareket etmesiyle her an gerçek mekânı da değişiyor. Bu değişkenlik, kişinin maddi bünyesi için geçerli olduğu gibi akıl, kalp, duygu gibi manevi bünyesi için de söz konusudur. Özellikle mahall-i iman olan kalbin değişkenliği hepsinden daha fazladır. Bunun içindir ki, bazı kimseler dün mümin iken bugün dinden uzaklaşabiliyor. Dün gayr-ı müslim iken, bugün Müslüman olabiliyor. Dün bir ideolojiyi savunurken, bugün başka bir ideolojiyi savunabiliyor. Hz. Peygamber (s.a.v) kalbin bu değişkenliğini şöyle tasvir etmiştir: “İnsanoğlunun kalbi, kaynayan tencereden daha çok değişikliklere maruzdur” (Hâkim,2/317), “Kalb, serçe kuşu gibidir, her an bir tarafa yönelir” (Hâkim, 2/342)
Yine, “Ey İman edenler! Allah’a iman edin” (Nisa, 4/136) mealindeki ayette müminlere iman etmelerinin emredilmesi, imanın her an tazelenmeye ihtiyacı olduğunu göstermektedir. “İmanınızı ‘Lâ ilâhe illallah’ sözü ile tecdit ediniz ve yenileyiniz” (Müsned 2/359; et-Terğib ve’t- Terhib, 2/415) manasındaki hadis-i şeriften de anlaşıldığı üzere, şahsi bünyesi ve özel dünyası her zaman teceddüt ettiği/yenilendiği için, insan her zaman tecdid-i imana muhtaçtır. Zira ruhani gelişmeler cismani gelişmelere eşlik etmezse, meydana gelen ikilemden psikolojik rahatsızlıklar oluşur.
Hz. Peygamber (s.a.v)’in sık sık yaptığı “Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım, kalbimi dininin üzerinde sabit kıl” (Tirmizî, deavat, 89, 124) duası, bizim için de bir manevi doping olsun, inşaallahurrahman. Keza, insanda nefis, hevâ ve vehim gibi menfî duyguların bulunduğu; şeytanın devamlı vesvese vermeye ve kötülüğü telkin etmeye çalıştığı bir gerçektir. Gaflete düştüğü bir ânda bu menfi telkinlerin, insanı iman esasları hakkında şüpheye düşürmesi her an muhtemeldir. Böyle bir duruma düşmemek için de tecdîd-i îmana ihtiyaç vardır. Hz. Peygamber(s.a.v)’in “Birinizin elbisesi eskidiği gibi göğsündeki/kalbindeki imanı da eskir. Öyle ise Allah’tan kalbinizdeki imanı tazelemesini dileyiniz”(Hâkim, 1/45) manasındaki hadis-i şerifinden anlaşıldığı üzere, şeytani ve nefsani olan kirler, virüsler, manevi güveler iman elbisesini, daha doğrusu iman cildini eskitip yıpratıyor. Elbise güvesine karşı ilaçlar olduğu gibi imanı yıpratan virüslerin de elbette reçetesi vardır.
Bu manevi reçetenin muhtevası; Allah’a iman başta olmak üzere İslam’ın öngördüğü iman esaslarını tereddütsüz bir bilgi birikimiyle kalben tasdik etmek, bu tasdikini dil ile ilan etmek, bir de Allah’ın emir ve yasaklarına riayet ederek takva dairesinde bir hayat yaşamaktır. İmanı kuvvetlendirmenin ve muhafaza etmenin önemli bir yolu da onu taklidî mertebeden kurtarıp tahkiki hâle çevirmektir. Bu da ancak iman hakikatlerini tahkiki bir surette ders veren, akla gelebilecek her türlü şüphe ve vesveselere cevap veren eserleri okumak ve devamlı imanı güçlendiren bilgiler edinmeye çalışmak, o konuda sohbet etmekten zevk almak ve haz duyarak müzakerelere katılmak suretiyle olur. İlk insan olan Hz. Âdem, aynı zamanda ilk peygamberdir. Bütün peygamberlerin insanlara tebliğ ettiği ilk hakikat, Allah’ın birliğidir. Şuara Suresi’nde zikredilen her peygamberin yaptığı davetin davetiyesinde iman esasları özellikle vurgulanmıştır: “Şüphesiz ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. O halde, Allah’tan korkun ve bana itaat edin. Ben buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız âlemlerin Rabbine aittir.” Bu ifadelerde; Allah’ın bir olduğuna, herkesin ona karşı saygılı olmak ve ona karşı gelmekten sakınmak zorunda bulunduğuna işaret edilmiştir. Korkmak ve çekinmek, ileride/ahirette olacak bir ceza olduğuna göre, bu ifadeyle aynı zamanda öldükten sonra yeniden diriliş olayına da işaret edilmiştir. Güvenilir elçi ifadesi, peygamberlere ve kitaplara iman etmeye davettir. Vahyin vasıtaları melekler olduğuna göre, bu ifadelerde zımnen meleklere iman rüknü de söz konusudur. “Ücretim yalnız âlemlerin Rabbine aittir” ifadesinde, ücretlerin önceden tespit edildiğine ve dolayısıyla kadere iman esasına da bir işaret söz konusudur. Bir tek yaprağın bile Allah’ın izni dışında yere düşemeyeceğini bildiren Kur’an’ın bize tanıtıp takdim ettiği Allah tasavvuru, her akl-ı selimin kabul edeceği, her vicdanın tatmin olacağı bir kıvamdadır.
Örneğin “(Hud peygamber, kavmine hitaben şöyle dedi:) Şüphesiz ben, hem benim hem de sizin Rabbiniz olan Allah’a dayandım. Hiç bir canlı yoktur ki Allah onun perçeminden tutmuş olmasın. (Hepsinin idaresi ve tasarrufu onun elindedir.) Şüphesiz Rabbim dosdoğru yoldadır” (Hud, 11/56) mealindeki ayette, küçük-büyük her canlının perçemi/idaresi, istihdamı, Allah’ın elinde olduğuna işaret edilmiştir. Canlılar gibi zayıf da olsa -kendilerine mahsus- bir iradeye malik olan varlıkların perçemi Allah’ın elinde ise -imtihan gereği olan fiillerin dışında- her türlü ontolojik, biyolojik, ruhani ve cismani yelpazede cereyan eden canlıların idaresini elinde tutan Allah’ın cansız olan varlıkları, kendi iradesinin ve idaresinin dışında bırakması ne ilmen, ne aklen ne de dinen mümkündür. Bu konuyu çok kısa bir şekilde şöyle özetleyebiliriz: Kâinatın yaratıcısı olan Allah birdir. Olmuş, olmakta olan ve olacak olan her şeyi hakkıyla bilir, “Her şeyi hakkıyla görür ve işitir. Fakat Onun hiçbir benzeri yoktur” (Şura, 42/11). Her şey, varlık sahnesine çıkması, varlıkta kalmasıyla ilgili bütün yönleriyle Allah’a muhtaçtır. O ezeli ve ebedidir/ önsüz ve sonsuzdur.
Not: Bu konuya devam edeceğiz.