Cerbeze/demagoji sosyal hayat için güçlü bir tahrip kalıbıdır. Cerbeze, şımarık bir zekâyla hakkı batıl, batılı hak olarak göstermektir. Adeta karşı tarafın gerçek durumunu gizleyip hayali bir manzarayı gerçeklik imajında tasvir etme maharetini gösteren entelektüel bir illüzyondur. İnsanda en güçlü bir sorumsuzluk duygusu cerbezedir. Cerbeze aklî muhakemenin dışına çıkaran, muvazenenin dengesini bozan, hak ile bâtılı karıştıran, zulüm damarının kabarmasından kaynaklanan çok sinsi şımarık bir zekânın tezahürüdür. Eleştirme sevdalısı, her şeyi kötüye yormanın yanlısı bir karakterin yansıması olan cerbeze; yardımlaşmayı, kaynaşmayı, sevmeyi sevimsiz hale getirir. Bunların yerine tefrikayı, ihtilafı, ayrışmayı, düşmanlığı ikame eder.
Bizim geleneğimizde var olan münazara ile, batı patentli eleştirel yaklaşım arasında büyük fark vardır.
Münazarada taraflar, hakikatin yüzündeki peçeyi kaldırmak demek olan maksatta aynı hedefe yürürler, kendi sabitelerini konuştururlar, tezlerini savunurlar, gerçeklerini -ilmi disiplin içerisinde- ortaya koymaya çalışırlar. Bu davranış, bir müspet harekettir. Ki eskimez eskilerin ifadesiyle bu gibi müspet tartışmalardaki “müsademe-i efkârdan barika-i hakikat doğar.”
Batı kültüründen bize sıçrayan eleştiri geleneğinde ise kendi sabitesinden ziyade karşı tarafın kusurlarını seslendirmek esastır. Bu tür tartışmalarda hakikatin hakkını vermek yerine, karşı tarafı haksız duruma düşürmek için her türlü cerbezeye/zekâ oyununa, demagojiye başvurmak bir maharet kabul edilir. Bu menfi hareketin sonucu, yalnız ilgili taraflara zarar vermekle kalmaz, aynı zamanda modernlik, çağdaşlık, bilimsellik maskesi altında her tarafa sirayet eder. Münazarada takip edilen insaf düsturu, tevazuyu, empatiyi, hürmet ve muhabbeti, hakkın ve hakikatin hatırını esas alır. Cerbezeli eleştiri mesleğinde ise nefsani arzular, kibir ve gururlar, gösterişli egolar, saygısızlık ve tahkirler meclisin yegâne hâkimidir. Zulmün adalet külahını takması, kibir ve gururun tevazu gömleğini giymesi, kişinin içindeki kin ve nefreti kusma adına “gerçeği araştırma” maskesini takması, Ömer’e olan nefretini, Ali’nin muhabbetiyle örtmesi, bir cerbezedir. Ümit ediyoruz ki Ramazan ayı, bu hastalığın tedavisi için önemli bir sağlık merkezi görevini görür.
SAMİMİYETSİZLİK YAĞCILIK
Bu hastalık samimiyetsizlik, yağcılık olarak anıldığı gibi, ikiyüzlülük, gösteriş olarak da adlandırılır. İslami literatürde bunun adı “Şirk-i hafi=gizli şirktir.” Mesela hayırlı bir iş yaparken, görünürde sevap kazanmak ve insanlara faydalı olmak gayesini takip ettiği imajını veren fakat iç âleminde “insanlar benim çok cömert, çok erdemli, çok takva sahibi kimse olduğumu düşünsünler” şeklindeki amacını dışa vurmayan bir insanın durumu riyakârlık olarak ifade edilir.
Kur’an’ın bazı ifadelerinden, riyakârlık hastalığının samimi olarak Allah’a ve ahiret gününe inanan kimsenin işi olmaması gerektiğini anlamak mümkündür. (bkz. Maun Suresi)
“Münafıklar güya Allah’ı aldatıyorlar! Oysa Allah onların hilelerini başlarına geçiriyor. Namaza kalktıklarında da onlar üşenerek ve insanlara gösteriş olsun diye kalkarlar; Allah’ı ise pek seyrek hatırlarına getirirler. Arada bocalar dururlar. Ne onlara yâr olurlar, ne bunlara. Sen Allah’ın saptırdığı kimseyi kurtaracak bir yol bulamazsın” (Nisa, 4/142-143) mealindeki ayetlerde de riyakârlığın asıl sahiplerinin ikiyüzlü münafıklar olduğuna işaret edilmiştir.
Bu hastalık, insanın karakterini zedeleyen, insanlık onurunu kıran, kişiyi esen rüzgârın yönüne doğru savuran, aşağılık psikolojisinden kaynaklanan bir kişilik bozukluğudur.
Geçenlerde -konumuzla ilgili- gördüğüm Arapça bir kıssayı tercüme edip paylaşmakta fayda mülahaza ediyorum.
Patlıcan Adamı: Rivayete göre, Emir Beşir eş-Şihabi, bir gün hizmetçisine canı patlıcan yemeyi istediğini söyler. Bunun üzerine hizmetçi, patlıcanı övmeye başlar: “Allah patlıcanı bereketli, mübarek kılsın, eksikliğini vermesin. Patlıcan bütün yiyeceklerin efendisidir. O yağsız bir ettir, kılçıksız bir balıktır, hem kızartılarak hem de pişirilerek yenebilir. Hem dolması yapılır, hem turşusu yapılır hem de karnıyarık olarak pişirilip yenir.”
Emir “Fakat ben birkaç gün önce yedim midemi perişan etti” deyince, hizmetçi bu sefer tam tersine bir ifadeyle “Allah patlıcana lanet etsin. Çok ağır, kaba bir şeydir, şişkodur, kara yüzlüdür” diyerek patlıcanı kötülemeye başladı. Bunun üzerine Emir, hizmetçiye baktı ve “Yazıklar olsun sana, aynı anda bir şeyi hem övüyor hem de kötülüyorsun” dedi. Hizmetçi ise (hiç istifini bozmadan, pişkin pişkin cevap verdi): “Efendim, ben patlıcanın değil, Emirin hizmetkârıyım. Emir bir konuda ‘evet’ dese, ben de ‘evet’ derim. Eğer Emir ‘hayır’ dese, ben de ‘hayır’ derim.” Arapça bir metin olarak bu kıssayı anlatan kişi, sonucu şu sözlerle bağlıyor: “Günümüzde bunun gibi patlıcan adamları ne kadar da çoktur!”