Malum olduğu üzere İslâm’dan önceki döneme Câhiliye denir. Öncelikle belirtmek gerekir ki, İslâmî dönemde olduğu gibi Câhiliye’de de akrabalık bağlarına büyük önem verilirdi. Çünkü kabileler arasında sürekli çatışmaların yaşandığı Câhiliye sosyal şartlarında kabilenin ayakta kalması, varlığını ve onuru koruması için akraba dayanışması büyük önem taşıyordu. Dönemin bilge kişilerinden Malik b. Münzir el-Becelî’nin ölüm yatağındayken yakınlarına yaptığı nasihatte geçen şu cümleler bunu ifade etmektedir:
“Evlatlarım! … Bir topluluk kendi içinde çekişmeye girişirse düşmanlarına fırsat hazırlamış olur… Akrabalık bağlarını kesmek onlara üzüntü getirir… Ana babaya kötülük etmek aileye sıkıntı doğurur, kabilenin sayısını azaltır ve beldesini harap eder.” Görüldüğü gibi burada akrabalık bağlarını sürdürme ve ana babaya saygının gerekçesi ahlâkî olmaktan ziyade aile ve kabileye getireceği faydalar olarak gösterilmiştir.
Eski bir Câhiliye atasözünde “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine (akrabana) yardım et” denilir. Meşhur bir rivayete göre Resûlullah, bir dönemin ırkçılık yasasını yansıtan bu ifadeyi aynen tekrar edince, bunu Peygamber’in ağzından duyan Sahâbîler, şaşırdılar; “Yâ Resûlallah, o kişi mazlum ise yardım etmeyi anladık da zalim ise nasıl olur!” dediler. Onların bu şaşkınlığını Resûl-i Ekrem, “Zalime yapılacak yardım zulüm yapmasını engellemektir” diyerek giderdi. Efendimizin genellikle insan vicdanının aynen benimsediği bu açıklamasına rağmen, insanlığın bu kadim zulüm sorunu hem Müslüman toplumlarda hem de genel olarak dünyada bugün de devam etmektedir.
Oysa İslâm’da öncelikle asabiyet geleneği, dolayısıyla ırkçılık kesin biçimde reddedilerek akrabalık ilişkileri ırkçı temeller yerine insanî ve ahlâkî değerler üzerine oturtuldu. Yüce Rabbimizin “…Bir topluma karşı duyduğunuz kızgınlık, sakın haddi aşıp adaletten sapmanıza yol açmasın! İyilik ve takvaya uygun olanda birbirinize destek olun; kötülük ve haksızlık üzerine yardımlaşmayın” (Mâide 5/2) buyruğu, akrabalık yanında; meslek, siyaset, mezhep gibi oluşumların kendi aralarındaki dayanışmalar için de geçerlidir. Bu hususa dair bir âyette daha sarih olarak şöyle buyurulur: “Ey iman edenler! Kendinizin veya ana babanızın ve akrabanızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yapan kimseler olarak adaletten ayrılmayın…” (Nisâ 4/135).
EN GÜZEL AHLAK
Bir hadiste şu ifadeler geçer: “Peygamber (sav), ‘Size dünya ve ahirette görülebilecek en güzel ahlâkın ne olduğunu söyleyeyim mi?’ diye sordular. İnsanlar ‘Nedir o, ey Allah’ın resulü?’ deyince şöyle buyurdular: Senden uzaklaşana ulaşman, senden esirgeyene vermen ve sana kötülük edeni affetmendir.”
Ebû Hüreyre’nin anlattığına göre adamın biri Hz. Peygamber’e gelerek şöyle bir şikâyette bulundu: “Ya Resûlallah, akrabalarım var; ben onlarla bağlarımı sürdürüyorum, onlar beni terk ediyor; ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyor; ben onlara yumuşak davranıyorum (hilm), onlar bana hoyrat davranıyor (cehl).” Peygamber şöyle dedi: “Eğer dediğin gibiysen, sonunda kârlı çıkacak sensin. Sen kendi payına bu tutumunu devam ettirdiğin sürece Allah’ın yardımı da hep seninle olacak.”
Bu hadiste söz konusu edilen kötü akrabalar muhtemelen henüz Müslüman olmamış ya da olsa bile, Câhiliye telakkisinden kurtulup İslâm’ın telkin ettiği sıla-i rahimin anlamını henüz özümseyememiş kimselerdi. Bu hadis, İslâm’da ahlâkî ödevlerin, karşılık beklentisiyle değil, karşılık hesabı yapmaksızın sorumluk bilinciyle yerine getirilmesi gerektiğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.