Bir Ramazan daha bitmek üzere. Bu gece teravihe ve sahura, yarın iftara ve oruca veda ediyoruz. Umarız ki yalnızca midemizle değil, aynı zamanda elimizle, dilimizle, gözümüzle ve gönlümüzle de oruç tutmayı başardık. Yüce Rabbimizin, böyle tutulan oruçların değerini, “Oruç benim içindir ve onun ecrini yalnız ben vereceğim” şeklinde ifade buyurduğu bildirilir.
Dindarlık bir piyango işi değildir. Dindar olmak ‘verme’dir; yerine göre aç ve susuz kalarak bedenden verme, yerine göre zekât, fitre vb. hayırlarla maldan verme, yerine göre öfkemizi, kıskançlığımızı, bencilliğimizi yenip nefsaniyetimizden vermedir. Dindarlık bir ömür boyu bedenimizde ibadet ve infak; zihnimizde ilim ve hikmet; ruhumuzda ihlas, tevazu, adalet, dürüstlük ve emanet; gönlümüzde muhabbet, merhamet ve feragattir.
Dindarlık sabırla, tevazu ile çileyle, feragatle, velhasıl vererek yükselmedir. Bir hadiste “Kulun Allah’a en yakın olduğu an secdedeki anıdır” buyurulur. Çünkü gerçek bir secde, eğilmeyen başın, Allah’ın huzurunda bedensel olarak yere konurken, kadrü kıymet bakımından göklere yükselmesidir.
Aslına bakarsanız dünyada hep bir verme-alma vardır. Dikkat ederseniz, kimileri dinini, ahlâkını, ruhunu, izzet ve şerefini vererek nefsani heveslerini alıyor; para pul, mal mülk alıyor, makam mevki, şan şöhret alıyor; kimileri de bu heveslerden feragat ederek dinini, ahlâkını, ruhunu ve onurunu alıyor.
Biz hangisini almak isteriz?
Ramazanı gerçekten Ramazan gibi yaşadıysak, orucu oruç gibi tuttuysak ne mutlu bize! Çünkü küçük şeyler verdik, büyük şeyler aldık.
YAKUT YERİNE ÇAKIL TAŞI
Ne güzel diyor Kurtuba’nın başı dik alimi İbn Hazm:
“Kendini kendinden daha değerli amaçlar uğruna harca; yani Allah’ın zatı uğruna, hakikat uğruna, şerefini koruma, mazlumlara yardım uğruna… Hayatını dünyalık mala mevkiye harcayanlar, yakutu verip çakıl taşı alanlara benzer.”
Aynı alimin şu cümlelerindeki hikmete bakar mısınız: “Senin elindeki servetin çokluğuyla ilgilenmeyip kendi azıyla yetinen kimse –Karun kadar servetin de olsa- senden daha zengindir… Senin, önünde boyun eğdiğin dünya menfaatleri karşısında başını dik tutan insan, senden çok daha güçlü ve onurludur.”
Velhasıl dindarlık bir ‘cihad’dır; ömür boyu iyi olma, iyi kalma çabasıdır. Peygamber neslini gören meşhur ilim ve gönül insanı Hasan-ı Basrî’ye sormuşlar, “Şeytan uyur mu?” diye. Cevap vermiş: “Şeytan uyusaydı biz de biraz istirahate çekilirdik.”
Başkalarının hakları, acıları ve mutsuzlukları üzerinden mutlu olmaya çalışanlar, olsa olsa başka bir vahşi hayvan türüdürler; hatta Kur’an’ın tabiriyle bunlar “daha da sapkındırlar.”
Şimdilerde İslâm toplumlarının ve hatta insanlığın en büyük talihsizliği, egemenlerden çoğunun bu vahşi türden olmasıdır. Böyle bir dünyada Ramazan süresince birbiriyle sofralarında ekmeklerini, kalplerinde sevgilerini paylaşanlara ne mutlu! Oruç tutmanın aynı zamanda kinlerini, öfkelerini dizginlemek olduğunu bilip; şefkat, merhamet, sevgi, sabır ve tevazu gibi erdemlerle ruhlarını yükseltenlere ne mutlu!
Ve helal-haram kaygısı taşıyanlara ne mutlu! Haram peşinde koşmak, haram yiyip, haram içmek ne kadar aptalca! Dün yediklerimizden, içtiklerimizden bugün geriye ne kaldı? Helal yediysek sevap, haram yediysek günah kaldı. “İnsan oğlu ne garip” diyor, Hüccetü’l-İslâm İmam Gazâlî, “Günahı peşin işler, tövbeyi veresiye bırakır.” Ve bir gün ölüp gider, borçlu olarak… Yüce Kur’an buyuruyor ki: “Kendiniz için öbür tarafa ne gönderdiyseniz, yarın Allah’ın huzurunda onu bulacaksınız.”