[Karar]
PROF. DR. BAYRAKTAR BAYRAKLI
Bugün İslam âleminde yaşanan İslam dini, Kur’ân’dan kaynaklanan din değildir. Kur’ân’ın arkada bırakıldığı, devre dışı kaldığı ve dikkate alınmadığı bir din anlayışı ve uygulaması hüküm sürmektedir. Dinin biricik kaynağı, İslam dini anlayışımızın ve uygulamamızın gelmesi gereken Kur’ân kaynağı kurutuldu.
Buna rağmen Kur’ân, Bakara sûresinin 79. âyetinde anlatılan bir oluşumla karşı karşıya kalmamıştır. O âyette, inandıkları kitabı değiştirmek üzere elleriyle yazıp sonra “bu Allah katındandır” diyerek insanlara sunmaları anlatılmaktadır. Müslümanlar Kur’ân’a bunu yapmadılar ve yapamadılar. Çünkü Hicr sûresinin 9. âyetine göre Kur’ân’ın koruyucusu Allah’tır; diğer taraftan Kur’ân’ı binlerce hafız ezberlemiştir. Zihinlerde/gönüllerde yaşatılan Kur’ân’a dokunmak imkânsız olmuş, oluyor ve olacaktır.
Sözde din âlimleri Yüce Allah’ın Kur’ân’da ne dediğine, konuları nasıl çözümlediğine bakma, öğrenme ve öğretme yerine, geçmiş âlimlerin görüşlerini din olarak insanlara öğretmişlerdir.
Kur’ân saf olarak kalmış, nesilden nesile intikal etmiş, beşerî düşüncelerin girmesinden uzak kalmış, ama onun etrafında oluşmuş kültür bu saflığını koruyamamıştır. “İslam kültürü” denmiş ama diğer kültürlerin hücumuna uğramış; Kur’ân kaynaklı bir kültür oluşturamayan Müslümanlar, yabancı kültürlerin istilasını durduramamış, neticede o anlayışları İslam dini olarak kabullenmişlerdir. Kur’ân’dan uzak kalan nesiller, bu kültüre din olarak sarılmış ve sarılıyorlar.
Kur’ân sadece okunmuş, içinde ne anlam olduğuna bakılmamış, böylece Müslümanın hayatından koparılmıştır. Hayattan uzaklaştırılan Kur’ân’ın yerini yabancı kültürler doldurmuştur. Nesiller boyu sürüp giden bu durum, kültürün dinleşmesine sebep olmuştur.
Sözde din âlimleri Yüce Allah’ın Kur’ân’da ne dediğine, konuları nasıl çözümlediğine bakma, öğrenme ve öğretme yerine, geçmiş âlimlerin görüşlerini din olarak insanlara öğretmişlerdir. Bir bakıma insanları Kızılırmak’ın çıktığı kaynağa değil, Bafra Ovasından denize döküldüğü yere götürüp su içirmişlerdir. Irmağın çıktığı yere gitmeyi zor görmüşler, birçok farklı suyun ve yabancı maddenin karıştığı yerden su içirmişler ve içiriyorlar.
Hele bir de buna mezhepleşmeler, “benim mezhebim, senin mezhebin” diye, kapanması imkânsız hale gelen ayrılmalar, ihtilaflar eklenince, iş çığırından çıkmış, din büyüklerinin görüşleri dinin merkezine yerleştirilmeğe başlamıştır. Yabancı kültürlerden gelen ama Kur’ân’a ters düşen anlayışlar din kisvesine bürünmüş, onlara dinin elbisesi giydirilerek Müslüman halka sunulmuştur.
Halk cahil olduğu için, din kisvesine büründürülmüş bu anlayışların etrafında samimi olarak toplanmış, kültürü din olarak yudumlamış, hayatına tatbik etmeğe çalışmıştır. “Acaba doğru mudur? Kur’ân bunu onaylıyor mu?” diye sorgulayamamış ve böylece hurafelerin batağına gömülmüştür. Tabii ki bu sorgulamayı, kendinde fetva verme, din adına konuşma yetkisini gören sözde hocalar yapmalıydı. O hocalar öğrencilerini sorgulayıcı bir zihne sahip olarak yetiştirmeli idiler.
Bu sorgulama ahlâkı, Kur’ân’ın otoritesi ile yapılacağından, yanlış, hurafe ve çağdışı kalmış kültürün zincirlerini bir bir kıracaktı. Fakat tam tersi, sorgulanmayan kültüre, zincir üzerine zincir kattı ve katıyor; zincirin halkaları kalınlaşıyor ve uzuyor. Çünkü yanlışların, yalanların, hurafelerin ‘profesör’leri de yetişti ve yetişiyor. Kur’ân’dan uzak olan bu kültürün üniversitede yer alması ve din kisvesine bürünmesi artık kolaylaşmış; zihinleri tutsak etmiş, sorgulayanları acımasızca devre dışı bırakma gücüne ulaşmıştır.
Sorgulanacak beyinlerin kimini zincire vurmuş, kimini avucunun içine alıp ezerek fırlatıp atmış, kimini din düşmanı ilan etmiş, kimini de mezhep düşmanlığı ile öldürme yoluna gitmiştir.
DİNLEŞTİRİLEN KÜLTÜRLER
Yüce Allah’ın kendi uğruna malları ve canları ile mücadele yapmasını istediği Müslümanlar, mezhep uğruna birbirini öldürme yoluna gitmiş ve gidiyorlar. İşte bu savaş, dinleştirilen kültürlerin savaşıdır. Kur’ân’dan uzakta meydana gelen derin ihtilafların yer aldığı kültürlerin veya anlayışların savaşmasıdır. Yoksa, aynı Allah’a, aynı peygambere, aynı kitaba inanan Müslümanlar niye savaşsınlar. Bizi savaştıran, hep o hurafeler, yanlışlar ve bağnazlıklardır.
İşte, bu ızdırabı çekerken, gönül tellerimiz titrerken, gönlümüzün yaş pınarları akarken diyoruz ki, bu yanlışlara parmak basılmalı, doğrusu açıklanmalı, gerekli sorgulamalar yapılmalı, Kur’ân’ın egemenliği devreye sokulmalı ve onun çözümlerine başvurulmalıdır.
NAMAZ KILMAYANIN ORUCU BOŞA GİTMEZ
Devlete verilen vergi zekat yerine geçer mi?
Vergi zekat yerine geçmez. Vergi ayrıdır zekat ayrıdır. Vergiyi devlet koyar zekatı Allah koyar. Devletin koyduğu ile Allah’ın koyduğu birbirine karıştırılamaz.
‘Namaz kılmadan oruç tutmak boşunadır’ denebilir mi?
Namaz kılmayanın orucu boşar gider denemez. İslamda ibadetler bağımsız birer devlet gibidir. Birbirlerinden ayrıdırlar. Namaz kılmamak orucun faziletini de azaltmaz. Namazın fazileti sevabı ayrıdır, orucun fazileti sevabı ayrıdır. Aynı şekilde namaz kılmamanın sorumluluğu ile oruç tutmamanın sorumluluğu da ayrıdır.