IŞIL ÇALIŞKAN / İSTANBUL
Bugüne kadar pek çok dizi, sinema ve tiyatro oyununda rol alan Erkan Taşdöğen, İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun tiyatroseverlerle buluşturduğu, Haldun Dormen’in yönettiği İngiltere’nin siyasi yaşamını hicveden ‘Karmakarışık’la izleyici karşısına çıkıyor. Taşdöğen’in Bakan Phillips karakterini canlandırdığı oyun, Richard Phillips adında saygın bir bakanın rakip partinin sekreteriyle kaçamak yapmaya hazırlanırken, otel odasında bir erkek cesedinin bulunmasıyla başlıyor. İngiliz yazar Ray Cooney’in kaleme aldığı ‘Karmakarışık’ tüm dünyada komedi türünün en iyi örneklerinden biri kabul ediliyor. Sanat yaşamında 40’ıncı yılını dolduran Taşdöğen ile ‘Karmakarışık’ı ve oyunculuk serüvenini konuştuk.
* ‘Karmakarışık’ın uyarlamasında orijinalinden farklar neler?
Oyunun ana kurgusundaki yapıyı bozmadan sözleri güncelledim ya da daha akışkan ve komik hale getirmeye çalıştım. Çünkü günümüz seyircisi cep telefonu görmediği zaman milattan önce bir tarihte geçtiğini zannediyor... Bütün esprilerimi de İngiliz mizah anlayışına göre biçimlendirdim. Çok hızlı bir şekilde oynamasam oyun dört saat sürer hem de 15 dakika sonra salonda seyirci kalmaz.
* 1932 yılında İngiltere’de yazılmış bu oyunun 2018’de Türkiye’de hala olumlu tepkiler almasını neye bağlıyorsunuz?
Bizim millet belden aşağı esprilere bayılıyor. Ben de bu tarz bir mizah algısıyla ilgilenmiyorum. Kara komediye evet ama kaba komediye sonsuza kadar hayır. Onun için ben kendi zekâmı çalıştırırsam o manada algısı olan insanların da o esprileri algılayacağını düşünüyorum. Benim en çok dikkat ettiğim şey buydu açıkçası.
* Richard Phillips adında bir bakan karakteri oynuyorsunuz. Bir siyasetçiyi oynamak nasıl bir duygu?
Özel bir tarafı yok. Bir siyasetçiyi oynuyorum evet ama onu mecliste veya bakanlar kurulu toplantısında görmüyoruz. Otele kaçamak için gelmiş birini görüyoruz. Kim peki bu adam? İnsan. İnsan da bütün değerleri ve zaaflarıyla bir yapıdır. Ben de o yapıyı oynuyorum. Bu tip oyunlarda karakteri çok derin analiz etmeniz gerekmiyor zaten. Bu bir Shakespeare değil, Çehov değil... Bu son derece hazırcevap. Kendi menfaati için en yakın arkadaşını ateşe atmaktan çekinmeyen bir adam. Zaten ben politikacıyım, ‘amaca giden her yol da benim için meşrudur’ diyor.
* Oyunda üç saat boyunca cansız bir bedenle baş ediyorsunuz. Sizi zorladı mı?
Bu konuda ilk zamanlarda belimden çektim. Haldun Bey’e de ‘İlk taşıma için başka bir yöntem mi bulsak’ dedim. Kabul etmedi, oyunun ruhuna aykırı dedi. Birtakım gerekçeler sürmeye çalıştım ama baktım ki ‘oynayacaksın’ diyor. Karşımda 95 yaşında bir adam her gün provalara gelip bize nasıl oynamamız gerektiğini söylüyorsa kendi kendime o bu yaşta her gün buraya geliyorsa sen de kendinden 20-25 kilo ağır bir adamı alıp oradan oraya taşıyacaksın dedim. Vücudumla pazarlık yaptım. Sahneye çıkıp gülücükler dağıtıyoruz. Bu işin özü budur aslında.
* Sizi genelde kötü adam rollerinde görüyorduk. Komedi oynarken nasıl hissediyorsunuz?
Yeşilçam’ın ilk yıllarından gelen saçma bir gelenek var. Garsonla başlayıp 464 kez garson oynayabiliyorsunuz. Melek yazsınlar, melek oynayalım. Televizyonda yaptığımız işin bize sokakta bir geri dönüşü oluyor. Keseye yönelik bir dönüşü hiç olmuyor ama kötü adamı oynarsanız pazardaki teyze size ‘Puh Allah belanı versin. Nasıl kıydın o kıza’ diyor. Ne cevap vereceğinizi bilemiyorsunuz. Halkı bu kadar televizyona mahkum ederseniz böyle bir sonuç çıkıyor. Oradaki yapay gerçeklikle, kurguyla dışarıdakini ayırt etmek istemiyor. Aslında işin boyutu öyle değil ben sekiz yıl ‘Televizyon Çocuğu ve Zaga’da 10 küsur farklı tip yarattım. Hepsi komediydi onların ama komiklik yapan komik tipler değildi.
* Neden son dönemde sizi dizilerde görmüyoruz? Bir tercih mi?
Mayıs Kraliçesi’nden sonra olmadı. Ben kendimi daha kupon işlere saklıyorum ama öyle işler yok. Hiç mi iyi şeyler yapmıyoruz? Yapılanlara bir şey demiyorum. Birtakım diziler var ‘Vatanım Sensin’ gibi. Kaldı ki karar mercii ben değilim ama bu iş sadece aldığınız rolle sınırlı değil. Sözleşmeye bakıyorsunuz ben size sekiz hafta önceden oynayacağım siz bana bunun ödemesini sekiz hafta sonra yapacaksınız. Böyle bir sözleşme var mı? Oynarken sanatçıyım paramı almaya gelirken tesisatçı gibi nerede benim param diyorum. İnanmadığım bir dünya eskiden 10 firma vardı kim neydi biliyordunuz şimdi olmuş 300 firma. Kim neydi biliyordunuz şimdi kim çakal kim kara para aklıyor bilmiyoruz! Günde 19 saat çekim yap üç saat uyu. Haftanın beş günü böyle yaşa. Ne karını gör, ne çocuğunu sev... Sonuç yine sıfır. Ben kendime böyle bir kötülük yapmak istemiyorum.
SESLENDİRME SANATÇILARI KORUMA ALTINA ALINMALI
* Televizyon programlarının, dizilerin değişimi için neler söylersiniz?
Artık internet üzerinden yayınlar yapılıyor. Ama üç bin liralık işi sırf internet diye ‘bin liraya yapacaksın’ diyorlar. Yakında herhalde üste para vererek oynayacağız. Devletin yerinde olsam seslendirme yapan toplam 250-300 kişi var, onları koruma altına alırım. Çünkü hepimizin çocuğu düzgün Türkçe konuşacaksa, o 300 tane seslendirme sanatçısı sayesinde olacak. Para, patron, teknoloji; bu üçgen kendinden başka hiçbir şey düşünmüyor. Halkın Türkçesi bozulacakmış, Türkçemiz bir yerlere gidiyormuş umurlarında bile değil.