Bu aralar eğitim bahsinde hareketli bir gündem yaşıyoruz. Vizyon Belgesi 2023 açıklandı. Tartışmalar devam ederken ‘yaz tatili kısalıyor’ haberi ile ortam yeniden alevlendi. Şu aralar ise ‘öğretmenlere yüksek lisans zorunlu oluyor’ haberi dolaşımda. Alana ilişkin memnuniyetsizlik olunca söylemler, arayışlar da bitmiyor haliyle. Ancak Türkiye’nin eğitim bahsindeki durumu söylem eksikliği veya arayış eksikliği değil. Esas itibariyle bir yönüyle sorun tespitinin doğru yapılıp yapılmadığı da değil. Zira söylem var, arayış var, sorun tespiti var. Peki, bütün bu ‘var’lar bir araya gelip neden derde deva olmuyorlar? Burada biraz eğri oturup doğru konuşmaya, takkemizi önümüze alıp düşünmeye ihtiyacımız var.
Bu ülkenin milli sorunlarından birisi eğitim. Eğitimin sorun olarak varlığı aynı zamanda bu sorun etrafında oluşmuş bir sorun tanılama ve çözüm repertuarına göndermede bulunuyor. Yukarıda belirttiğim eğitim gündemimizin sorun maddeleri ve iliştirilen çözümler bize işlevsiz olduğu aşikar bu faal alanda patinaja sürüklüyor. Bir anlamıyla hafızanın-tecrübenin tutsağına dönüşmüş durumdayız. toplumsal hayatımızdaki pek çok sorun alanında olduğu gibi eğitim bahsinde de bu tutsaklık üzerinden fasit daireye yakalanmış durumdayız. Sorun tespitimizi ve sorun tespit tarzımızı herhangi bir dönüşüme uğratmadan yol alıyoruz. Sorunlarımıza tarihsel serencamımız içinde uygun görülen çözümleri ve çözüm üretme tarzımızı da bırakmadan ilerliyoruz. Örneğin: Eğitim bahsindeki nitelik sorunumuz neden var? Çünkü eğitim süremiz kısa! Peki, ne yapalım? Eğitim süresini uzatalım! Kaç olsun? 8 yıl kesintisiz olsun! Sorun çözülmedi ama. O halde zorunlu eğitimin süresini 12 yıl yapalım. ‘Öğretmen niteliğimiz kötü?’ şeklinde tespit yapılıyor. Ardından mekanize bir şekilde düzeneğin çarkları hareket ediyor. O halde bütün öğretmenler lisans mezunu yapacağız! Bütün öğretmenlerimizi lisans mezunu yaptık ama sorun da bir iyileşme görülmüyor. O zaman bütün öğretmenlerimizi yüksek lisans mezunu yapacağız! Bütün öğretmenlerimizi hizmet içi eğitim uygulamalarıyla eğitime alacağız!
Bu döngü eğitim bahsinde bir kapan işlevi görüyor. Eğitime ilişkin gerçek anlamda bir sorun tespiti yapamadığımız için tarihsel olarak uygulamaya koyduğumuz ve performanslarını bilfiil tecrübe edip memnun kalmadığımız uygulamalarda ısrarcı oluyoruz. Bu esas itibariyle belirli bir rasyonalitenin realiteye açmış olduğu savaş. Realiteden gelen dönütlerle revize edilmeyen bir rasyonalitenin realiteyi kuşatması da düşünülemez.
Sorun tespit etme ve çözme tarzı ile çözüm repertuarından müteşekkil bu alet çantası, başımız sıkıştığı her an kapağı açılıp içerisinden duruma uygun parçanın sahaya sürülmesi üzerinden seyreden bu ezbercilikten kurtulmak durumundayız. Ezberciliği belki de hiç hak etmediği şekilde bir öğretim tekniği olarak aşağılayan egemen diskur sorun ve çözüm tespiti anlamında yakalandığı çürütücü ezberciliği marifet sayıyor. Geçen yıl MEB müsteşarı tarihi bir tespitte bulunarak Cumhuriyet’in başından beri paradigmatik anlamda bir değişiklik yapılmadığını ifade etmişti. Eğitim kamuoyu ıslık çalar bir şekilde bu tarihi tespiti savuşturmakla kalmadı mevzuya ilişkin ezberlerini büyük bir umut ve heyecanla sahaya sürmeye devam etti. Bugün geldiğimiz noktada pozisyonumuzu muhafaza ederek aynı umut ve heyecanla yol almaya devam ediyoruz.
Ancak giriş verilerinde herhangi bir değişikliğe girmediğimiz bir denklemde sonucun farklı olmasını gerektiren bir durum olmadığını yeniden deneyimlemekten başka bir şey olmayacak. Sorun tespit tarzımızı ve tertibatını yeniden oluşturmak durumundayız. Mesele eğitimin niteliğinin düşük olup olmaması değil? Bizim bu niteliğin düşüklüğüne ilişkin ne tür çözümlemeler yaptığımız ve gidermek için ne tür bağlantılı çözümler ürettiğimiz meseledir. Öğretmen niteliğine ilişkin bugün çözüm olarak ileri sürülen yüksek lisansın gerçekten çözüm olabilmesi için öğretmen niteliğine ilişkin bütüncül bir çözümlememizin olması icap ediyor. Eğitimdeki başarısızlığımızı giderecek bir çözümün öncelikli olarak başarısızlığa ilişkin anlamlı bir çözümlemesi gerekiyor. Sınıftaki başarısızlığın öğretmen kaynaklı olduğunu belirtmek ve çözüm odağı olarak öğretmeni kodlamak, sınıfı, ortamı, ilişkiyi, müfredatı, Bakan’ın popüler ifadesiyle ekosistemi de biraz görünmez kılmak anlamına gelir. Parçaların toplamından farklı ve öte bir şey olan sistemi bütüncül ele almak yerine belirli bir parçasını öne alarak girişilen çözümlerin çözüm olamayacağını deneyimlerimizden biliyoruz. Dolayısıyla başarısızlık, kolektif başarısızlık, hem öğretmenlerin hem de öğrencilerin bireysel zaaflarından ziyade çoğunlukla yapısaldır, sistem kaynaklıdır.
Bu açıdan örneğin Bourdieu’nun eğitimi de içeren ‘kültürel sermaye’ analizi sorun çözümlememize katkı sunabilir mi acaba? Başarısızlığı, eğitim sistemimizin talihsiz bir sonucu olarak tartışmak yerine ekosisteme ilişkin bilinçli veya sezgisel temelli bir direniş formu olarak göremez miyiz acaba? Hoşnutsuzluğu, sistemin beklenmedik sevimsiz kazalarına bağlamak yerine egemen sistemin can evinden süzülüp gelen bir doğal sonuç olarak görmemiz gerekmez mi? Sistemin ön kabullerini, ana önermelerini tartışmaya başladığımız noktada önümüze yeni ufukların açılacağını deneyimlemiş olacağız. Mevcut sistemin parametrelerini, paradigmasını, öncüllerini muhafaza ederek, tartışma dışı kılarak teknik ve tali mevzulara abanmak beyhude bir çabadır. Eğitim faslında stabil düzeyde seyreden bir başarısızlığımız var ve muhtemelen daha aşağı düşeceği bir seviye de yok. O yüzden bizi bu stabil başarısızlığa mahkum eden çözüm sistematiğinde ısrarcı olmak yerine belirgin bir şekilde bir kapan işlevi gören bu düzenekten Nietzsche’nin ‘iyinin ve kötünün ötesinde’ tavrıyla çıkabiliriz. Bu tavır hem mevcut işlevsiz durumu afişe edecek hem de muhtemel anlamlı bir yeni için alan temizliği anlamı taşıyacak. Mevcudu makyajlamak yerine böyle bir tavra alan açarsak umut ve heyecana kapılabiliriz aksi taktirde kısır döngüde dönmeye devam ediyor olacağız.