SEDAT PALUT | KARAR
Nermin Yıldırım 2011’de yayımlanan 'Unutma Beni Apartmanı' romanın ardından, 'Rüyalar Anlatılmaz' (2012), 'Saklı Bahçeler Haritası' (2013), 'Unutma Dersleri' (2015), 'Dokunmadan' (2017), 'Misafir' (2018) kitaplarını okurlarıyla buluşturdu. Yaşamının son on yılına birçok eser sığdıran Yıldırım’ın ‘Ev’ adını verdiği son romanı ise geçtiğimiz günlerde Hep Kitap etiketiyle yayımlandı. Romanında okurunu kendini evinde hissedemeyenlerin, evlerinden zorla koparılanların, kaçmak zorunda kalanların ve hiçbir yere sığınamayanların dünyasına ortak eden Yıldırım ile KARAR okurları için konuştuk.
Ev romanında bir aile ortamından uzakta büyümüş Seher ile arkadaşı Ogo’nun Camino de Santiago’ya yürüyüşü hakim. Bu yürüyüşü bir arınma olarak okumak mümkün mü?
Fiziksel olarak Portekiz’den İspanya’ya uzanan bir hac yolculuğu rotasında yapılan bu yürüyüş, Seher’in EMDR terapilerinin etkisiyle manevi olarak da benliğinin özüne indiği kişisel bir hacca dönüşüyor. Bu anlamda bir tür arınma yolculuğu olduğunu söyleyebiliriz, evet. Bu arınma, soyunma, sadeleşme hali Ev’in temeline yerleşiyor ve romanın her katına, katmanına farklı bir şekilde sirayet ediyor.
Seher sanki her şeyde, insan ilişkilerinde, kendisine ve hayata karşı misafir gibi. Bunu sadece sıcak aile ortamından uzakta yetişmesiyle açıklayabilir miyiz?
Aile toplumun en küçük birimi olarak bir şeylerin başı olsa da her şeyin sonu sayılmaz. Son tahlilde Seher’in yaşadığı topluma, daha makro düzeyde bakmak lazım. O toplum yeterince adil midir, şefkatli midir, fertlerini sevmesini- saymasını bilir mi, bireyin kendini korkusuzca var etmesine, gerçekleştirmesine müsaade eder mi? Sanmıyorum.
Geçmişiyle barışık olmayan bir karakter de Seher. Psikiyatr ile görüşüyor ama bu görüşmelerinde bile gizlediği, gizlemek istediği şeyler var. Geçmişi unutmaya çalışmak ile iyileşmek arasında bocalarken görüyoruz Seher’i sanki. Ne dersiniz?
Haklısınız derim. İyileşmek için evvela yarayı görmek, kabullenmek lazım. Lazım ki yerini işaretleyelim, ağrıyan yere ihtimam gösterelim, iyileştirelim. Aksi halde kırık kemiğin üstünde seker dururuz, iyileşeceğine daha beter hale gelir. Ama işte iyileşmenin en zor kısmı da hastalığı kabul etmek ve ağrının esas kaynağını tespit etmektir. Seher’in kabulleniş aşaması pek çok insanınki gibi sancılı oluyor. Herkes farklı savunma mekanizmaları geliştiriyor hayata karşı. Seher de bazı şeyleri görmeyi reddederek korumaya çalışıyor kendini uzun süre. Bakmaya, görmeye cesaret etmek de zaman alıyor, onları anlatmayı becermek de...
BÜTÜN HAYATI TEMİZE ÇEKEN BİR YÜRÜYÜŞ…
Bir yandan yalnız kalmak istiyor diğer yandan yalnız kalmaktan da korkuyor… Hatta Ogo’yu ve Yakup’u bile istemiyor yanında. Seher’in bu ruh halini nasıl okumalıyız?
Özetle kaygılı bağlanma şeklinde okuyabiliriz. Çoğu insan başkalarıyla kurduğu ilişkileri yönetmekte zorlanır. Mesela çocuklukta açılan yaralarla birlikte gelen kaybetme korkusu, yetişkinlikte kurulan yakınlıklarda dahi terk edilme, vazgeçilme endişelerine sebep olabilir.
Bu tür korkular kimini birilerine sıkı sıkı sarılmaya iterken, kimini de nasılsa bırakılacağım duygusuyla bizzat kaçmaya itebilir. Seher başına buyruk ama özgür iradesiyle veriyor göründüğü kararların arkasındaki irade o kadar da özgür değil aslında. O irade, çocukluk yaralarının etkisiyle sakatlanmış, Seher’in hayatını düğümleyen paternler geliştirmiş durumda.
Dolayısıyla sıklıkla iki ayrı uçtaki duygular arasında gidip geliyor. Hayatını savrularak yaşıyor. Ya da Ev’de hikayesi anlatılan uzun yürüyüşe çıkana kadar böyle yapıyor diyelim. Sonra tüm hayatın temize çekildiği ve yaralarına pansuman yaptığı o yürüyüş, içinde bir şeyleri kökünden değiştiriyor. Nereye gidersek gidelim, aslında hep kendimize varırız çünkü. Seher de öyle yapıyor.