M. Bahadırhan Dinçaslan yazdı: Ataların çağrısı:Kötü müzik kötü millet

‘Karşılaştırmalı Mitoloji: Tolkien Ne Yaptı?’ kitabının yazarı M. Bahadırhan Dinçaslan, popüler kültür-etnisite ilişkisine dair değerlendirmede bulunuyor.

Ruslar, Sovyet döneminde Ukrayna kimliğini yok ederek bütün Slavları Ruslaştırma politikası güderken, ilginç bir kitleyi hedef aldılar: Ukraynalı kör ozanlar, “kobzar”lar. Kobzar sözcüğü etimolojik olarak “kopuz” ile akraba, kendine has bir ozan sınıfı olan bu kobzarlar ekseriyetle kör olup yanlarında çocuk yaştaki yamaklarıyla sabık Tatar coğrafyası Deşt-i Kıpçak’ı turlayan, Ukraynalılara mahsus efsaneleri anlatan kültür taşıyıcılarıymış. Çaldıkları enstrümanın adı “kobza”, müzikal yöntemleri ve anlattıkları şeyler ise diğer Slavlarla paylaşılmayan, Ukrayna’ya has motifler.

Tam da bu yüzden kızıl mezalimin hedefine oturuyorlar: 1930 Aralık ayında toplanan Sovyet Halk Sanatçıları Kongresi, 337 üyesine artık farklı bir “halk sanatı” işleyeceklerinin “müjdesi”ni veriyordu. Sovyet çıkarlarına ve ideolojisine aykırı bir halk sanatı, bu “halkçı cumhuriyetler birliği” için kabul edilemezdi. Kongrenin kararları çok geçmeden etkisini gösterdi. Yine Harkiv’de toplanan bir kongreye, bütün Kobzar’lar çağırıldı. Ve hepsi, NKVD tarafından zorla bir vagona bindirilerek bilinmeyen bir yere götürüldüler. İndirildikleri yerde enselerine kurşun sıkmak suretiyle infaz edildiler: Kobzarların geleneksel çırakları, küçük çocuklar da yanlarındaydı.

Ustadan çırağa gelenek aktaran ve loncalar halinde örgütlenmiş Kobzarlar için bu felaket demekti, bir gelenek böyle ortadan kalkıyordu. Bu olaydan sonra, kalan Kobzarlar da baskı, cinayet ve tehditlerin hedefi olarak tarihten silindiler. Bu kör, dilenerek geçinen ozanların tek suçu, Ukrain etnik kimliğinin nüvesini oluşturan ve Ruslardan farklı bir kimliğin var olmasını mümkün kılan kültürel motifleri işleyip aktarmalarıydı. Müzik, Azar Gat’ın da tespit ettiği gibi hele halk müziği, millet olma sürecinin en önemli birleştirici araçlarından biridir. Bugün halk müziği yerine, “kitle müziği” bu işlevi üstlenmiştir diyebiliriz.

SEMBOLİK ETNİSİTE

Ömer Seyfettin, Bir Kayışın Tesiri öyküsünde, hediye edilen bir Çerkes kayışının büyüsüne kapılıp Çerkes olan bir Türk’ün manzarasını tasvir eder. Öykünün bitimine de ekler: “Türklerin hariçten kendi içlerine gönüllü bir tek millettaş celbedecek böyle ehemmiyetsiz kayışçıkları bile olmadığını düşündüm.”

Herbert Gans’ın icat ettiği bir terim olan sembolik etnisite, kültür endüstrisi sonrası etnisitenin dahi alınır-satılır ve bireysel bir olguya dönüşmesiyle ilgili bir kavram. Müzikler, filmler, hediyelik eşyalar ve tüketim ürünlerinde karşımıza çıkan çeşitli konseptlerle “satın alınan” bir etnisite bu. Farkı, kolektif ve kültürel değil, bireysel ve sembolik olmasında: Adam sözgelimi İrlanda göçmeni Amerikan cemiyetlerine, STK’lara mensup değil, hatta belki İrlandalı bile değil, gündelik hayatının sıradan Amerikalıdan farkı yok ama St. Patrick gününde yeşil giyiniyor, dört yapraklı yonca rozeti takıyor ve İrlanda müziği yapan grupları dinliyor. Sosyal anlamda herhangi bir bedel ya da kolektif temsille rabıtası olmayan bu tür bireysel etnisiteye, sembolik etnisite deniyor.

Bizde adı konulmamış olsa da, böyle bir sembolik etnisite sözkonusu değil mi? Balkan göçmeni ortadan kalktı: Bulgaristan’dan gelen Türk yok, Bulgar diyoruz. Arnavut, Makedon, hatta Yunan diyoruz. Elbette o bölgelerden göçen Türklerin soyu mutlaka yerli kavimlerle karışmıştır ve elbette oralardan buraya gerçekten Bulgar, Yunan, Makedon etnisitelerine mensup insanlar göçmüştür. Ancak Türk hariç her şeyi kapsayıp hoş gören, kaliteli ve üstün bulan bir anlayış var, sözgelimi Karadeniz deyince araya mutlaka Rumca ve Rum kültürü sıkıştırmak şart gibi bir şey oldu.

Bunun biraz daha ötesine bakınca, topyekün Türkiye bir sembolik etnisiteye daha sahip: Amerikanlık. Eleştirisini en iyi Rammstein’ın Amerika şarkısında bulan bu olgu, yoz ve karikatür haliyle Amerikalılaşmak ancak Amerikan olmamak halinde kendini gösteriyor. Gans’ın Amerika özelinde sui generis bir sembolik etnisite tespiti var, ama genişletirsek, temelinde bir etnik kimliği endüstriden satın almak ve bireysellik olduğu için, geri kalmış ülkelerin insanları eğer tecrit edilmemişlerse sembolik Amerikalılardır diyebiliriz. Zira satın aldıkları bütün etnik öğeler “dışarlıklı”dır. 

KÖTÜ MÜZİK

Joseph Jordania, insanoğlunun şarkı söyleme isteği ve yeteneğinin evrimsel köklerini incelediği eserinde çok ilginç bir örnek verir. Gürcü kökenli yazar, İmam Şamil’in hayatından bir kesiti, müziğin toplumsal mayamızdaki önemli işlevinin altını çizmek için şöyle anlatıyor: Bir savaş esnasında İmam Şamil ve askerleri oldukça zor bir durumdadırlar. Saflar bozulmak üzeredir, Rus tazyiki had safhadadır. Tam bu esnada,  İmam Şamil çıldırmışçasına, hızlı bir dansa başlar. (İhtimal, Şeşen ya da Lezginka’dır) Askerleri bir anlık şaşkınlıktan sonra İmam Şamil’e uyum gösterip dans etmeye başlarlar, Ruslar şaşkınlık içinde izlerken bütün direnişçi grubu dans etmeye koyulur. Dansın en ateşli anında Şamil birden kılıcını kınından sıyırır ve hücuma kalkar, askerleri de uyumlu biçimde peşinden gelir ve kuşatmayı yararak çıkarlar.

Yazar, bu durumu müzik ve dansın uyum işleviyle açıklıyor. Her biri otokton kültürlerinde bu folklorik dansın “yazılımı”nı edinmiş olan Çeçenler, dansla grup uyumunu tekrar yakalıyorlar. Cephede moral çökmüşken ve askerler arası uyumsuzluklar baş göstermişken Şamil, her Çeçen’in çocukluğundan beri bilinçaltına kazınmış ve ruhu derinden etkileyen müzik ve dansı kullanarak bozulan uyumu yeniden tesis edip, bu sayede kuşatmayı yaracak kadar disiplini tekrar sağlayabiliyor. Toplumların folklorik danslarının genelde bireyleri belli sosyal konseptlere (savaş, tarım, hayvancılık) hazırlayan beden egzersizleri işlevi de üstlendiğini düşününce oldukça mantıklı bir çıkarım.

Yazının birinci bölümünde değinmiştim, popüler kültür kitleler için eğitici işlev üstlenebilir, hatta uzun bir süre, Gans’ın Amerikan Sosyoloji Derneği başkanı olduğu dönemde, siyasetçiler tarafından da böyle kabul edilmişti. Ancak hem Batı’da hem ülkemizde popüler müziğin kalitesinin düştüğü aşikar. 90’lar popunun ya da 70’ler hafif müziğinin rağbet görmesi sadece nostaljik yönelimimizle açıklanamaz, bilimsel açıdan da eski şarkıların hem müzikal altyapı hem de sözlerin edebi derinlik ve tesirliliği açısından daha güçlü olduğunu tespit edebiliriz. Birkaç kelimelik anlamsız nakaratlar; baş ağrıtıcı, hiçbir çalgı maharetine ihtiyaç duyulmadan yaratılmış, sürekli döngü içinde gürültülü melodiler… Bugünün popüler müziği hem ülkemizde hem batıda basitçe böyledir. Bir kısır döngü de var: Bu müzik, kendine has bir kitle yaratıyor, eriştiği gençleri bayağılaştırıyor, aptallaştırıyor ve kendine olan talebi arttırıyor.

Pekala, bunun yerine tekrar kopuz mu koyalım? O dönem geçmiştir ve tarihte herhangi bir asr-ı saadet dönemini diriltmeye çalışmak anlamsız ve sonuçsuz bir çaba gibi görünüyor. Fakat kopuzun üstlendiği işlevler (eğitsellik, ortak yüksek kültür yaratmak, yüksek kültüre geniş kitleleri hazırlamak) hatırlanıp kitle kültürüne bu kopuzdan izler taşıyan içerik üretmek ve uygun görevler biçerek modern popüler kültürün yerini aldığı halk kültürünün vazifesini de yerine getirmesini sağlamak tek çıkış noktamız gibi görünüyor.

Yoksa bir kriz durumunda sembolik etnisitesinin kültürel materyali olarak yalnızca anlamsız sözler ve gürültülü nakaratları edinmiş, “kendi gibiler”le paylaştığı tek şey acınası, korkunç ve dipsiz bir yalnızlık, hiçlik; basitçe yoksunluk olan bir “güruh”u düştüğü kuşatmadan çıkaracak bir ortak yazılım bulamayacağız. Max Scheler, I. Dünya Savaşı esnasında sosyalistleri “insanlığı ortak yoksunlukta buluşturmak” çabasında olmakla haklı bir şekilde suçluyordu, acıdır ki insanoğluna birçok güzellikler bahşetmiş kapitalizm, eriştiği güç nedeniyle Scheler’ın eleştirisini daha çok hak eden bir “bozucu” olarak karşımızda duruyor. Bugün bütün Türklerin paylaştığı Yaradılış Destanı yahut Oğuz Kağan mitosu değildir –milliyetçiler de genelde burada hataya düşer- bütün Türkiye Türklerinin paylaştığı bilgi ve motifler popüler kültür ikon ve materyallerinden ibarettir. Ortak varlığı bu kof materyal olan bir milletin “kötü millet” olacağı ve elbette krizleri aşabilme yeteneğini yitireceği aşikar. Bu sistemi değiştirip ozanların tanrıların işleri yahut kadim kahramanların öykülerini anlattığı çağa dönemeyeceğimiz de belli. Öyleyse, popüler kültürün başıboş bırakılmaması, toplumu toplum yapan değer, motif ve eğitici işlevlerle donatılması gerekiyor. Yoksa bir gün, İstiklal ve Cumhuriyetimizi müdafaa mecburiyetine düşersek, ateş altındaki bir siperde yoldaşlarımıza grup uyumunu tekrar kazandırmaya çalışma zarureti doğarsa, herhalde Ajdar’ın “Nane Nane” şarkısını söyleyip “Apaçi dansı” icra ederek gerçekleştireceğiz.   

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.

Görüşler Haberleri