Önce “Kur’an’ın herhangi bir şekilde tefsir edilmeye muhtaç olmadığını” seslendiren görüşün arka planında yer alan varsayımın gerekçesi üzerinde duralım: Kur’an-ı Kerim, gerçekten her yönüyle, herkesin anlayabileceği açıklıkta mıdır? Bunun cevabı kesinlikle “hayır!”dır. Bunları birkaç madde halinde arzedeceğiz. Fakat önce bazı kimseleri bu düşünceye sevkeden ayetleri zikretmek, tarafsız ilmi araştırmalar adına önemlidir. Aşağıdaki ayetlerde onların bu görüşüne -görünürde- destek veren ayetlerden bazılarının mealleri şöyledir:
“Şüphesiz, biz onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim üzere açıkladığımız bir kitap getirdik.” (Araf:52), “Elif.Lâm.Râ. Bu, hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanmış bir kitaptır.” (Hud:1),
“Hâ. Mim. Bu, Rahmân ve Rahîm olan Allah katından indirilmiş, bilen bir kavim için, âyetleri Arapça bir Kur’an olarak açıklanmış bir kitaptır” (Fussilet:1-3).
Bu ayetlerin zahiri ifadelerine ve ifadelerinin zahirine göre Kur’an, Hz. Peygamber (s.a.v) dahil, hiç kimsenin açıklamasına ihtiyaç duymayacak kadar açıktır. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.v) sadece bir tebliğcidir. Nitekim bu husus, Kur’an-ı Kerim’de “Peygamber’e düşen, sadece açık-seçik tebliğ (duyurmak) görevidir” (Nur:54, Ankebut:18) şeklinde ifade edilmiştir.
Konuyu maddeler halinde iki yazıda açıklamaya çalışacağız. Bugün ilk olarak ‘Kur’an’ın açık-seçik olmasının boyutu’ üzerinde duracağız.
Evvela Kur’an’da yer alan söz konusu “tafsil/açıklık/açık-seçik olmak/açıklanmış olmak”tan maksat, herkesin her konuyu kendi başına anlayabilecek açıklıkta olduğunu düşünmek mümkün değildir. Böyle bir anlayış, pratikteki realitelerle açıkça çelişmektedir. Çünkü;
-Yüz binlerce tefsirin varlığına rağmen, yine de -âlimlerin ittifakıyla- Kur’an’ın bütün sırlarının tamamen anlaşılamadığı, ortaya konulamadığı inkâr edilemez bir gerçektir.
- Kur’an-ı Hakîm’in gün geçtikçe yeni yeni gerçeklere kaynaklık etmesi, âdeta zamanın ihtiyarlaması nisbetinde kendisinin kapsam olarak gençleşmesi ve her asırda değişik hakikatları muhataplarına bildirmesi;
- Bu kadar gelişen ilmî birikimlere rağmen, hâlâ araştırmacılar tarafından her gün Kur’an-ı Kerim’de açıklamaya ve incelemeye muhtaç yeni bâkir sahaların keşfedilmesi, sözkonusu “açıklık” kavramının sanıldığı kadar açık olmadığını, aksine başka anlamlarının olduğunu göstermektedir.
Bunları teker teker sözkonusu etmek, böyle küçük bir makalenin hacmine sığdırmak mümkün görünmemektedir. Bu sebeple genel bir bakış açısını sağlayacak birkaç noktaya dikkat çekmekte fayda vardır:
- Kur’an’ın, “âyetleri açıklanmış kitap” olarak vasıflandırılması, onun herkes tarafından bilinebileceğini değil, konuların her şeyi hakkıyla bilen Allah tarafından gerçeğe uygun olarak açıklandığını ifade etmektedir.
- Meşhur tâbirle ve daha doğru varyantıyla: “hem Arapça hem de Rabça” olan Kur’an âyetlerinin açıklığı da Rabçadır. Eğer öyle olmasaydı, Arapçayı bilen herkesin birer allâme; birer Zemahşerî, Sekkâkî, Fahreddin Râzî, Kadı Beydâvî vs. olması gerekirdi.
- Yukarıda söz konusu edilen”Şüphesiz, biz onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim üzere açıkladığımız bir kitap getirdik” mealindeki âyette geçtiği üzere, Kur’an’daki bu”açıklama” işi, ilmî kurallara bağlı olarak yapılmıştır. Onların bilinmesi ise ilmî birikimlere muhtaçtır. Her çağdaki bir takım yeni yorumların getirilmesi, farklı bilgi birikiminin bir yansımasıdır.
- Şimdi şu âyete bakınız: “Biz, geceyi ve gündüzü birer âyet (delil) olarak yarattık. Nitekim, Rabbinizin nimetlerini araştırmanız, ayrıca yılların sayı ve hesabını bilmeniz için gecenin karanlığını silip (yerine eşyayı) aydınlatan gündüzün aydınlığını getirdik. İşte biz her şeyi açık açık anlattık.” Evet, ben iman ediyorum ki, Allah bu konu dahil herşeyi açık açık anlatmıştır. Ancak ben bir şeye daha iman ediyorum; o da şudur: Bu âyette sözkonusu edilen ve açıklanmış olduğu ifade edilen hususları, -itiraf etmeliyim ki, bir parça astronomi ve coğrafya bilgime rağmen- tamamen anlayamıyorum.
Demek oluyor ki, “açıklık” kavramı, farklı kesimlere farklı bir boyutu ile boy göstermektedir. Normal bir vatandaş, yılın aylarını ve günlerini sayarak, bir takvim dahilinde disiplinli bir hayat sürebilir. Ancak uzman bir bilim adamı bu konuda çok farklı şeyler bilebilir ve Allah’ın o hayret verici sanatı ve azameti karşısında secde edebilir.
- Kur’an’ın pek çok âyetinde ilme ve ilim erbabına özel bir önem atfedilmiştir. Halbuki, eğer bilenlerle bilmeyenler Kur’an’ı anlamada aynı seviyede iseler ilmin hiçbir değeri yok demektir. Bu ise bir safsatadır. Demek Kur’an’ın bilen kimseler tarafından açıklanmaya ihtiyacı vardır.
İLMİN ÖNEMİNİ BELİRLEYEN BİRKAÇ AYET: “Resûlüm! De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu akıl sahipleri, ancak bunları hakkıyla düşünür.” (Zümer:9),
“Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, bâtıla uyanlar şüpheye düşerlerdi. Hayır, o (Kur’an), kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde (yer eden) apaçık âyetlerdir. Ayetlerimizi, ancak zâlimler bile bile inkâr eder.” (Ankebut:48-49),
“Hâlâ Kur’an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer O, Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı.” (Nisa:82)
“Sana O’nun vahyi tamamlanmazdan önce Kur’an’ı (okumakta) acele etme ve ‘Rabbim, benim ilmimi atır’ de” (Ta-Ha; 114).
Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür. Bütün bu âyetler ilmin önemini belirttiği gibi, bütün ilimleri ihtiva eden Kur’an’ın ilimsiz anlaşılamayacağını da göstermektedir. Konuyla ilgili diğer maddeleri yarınki yazımda kaleme alacağım.