Dünkü yazımızda Kur’an’ın tefsir edilmeye ve açıklanmaya olan ihtiyacına değinmiştik ve ‘Kur’an’ın açık-seçik olmasının boyutu’nu ele almıştık. Bugün ise bu ihtiyacın diğer nedenlerini sıralayacağız...
Açık olmayan ayetlerin varlığı: Kur’an-ı Kerim, bizzat kendisi, âyetlerini ‘muhkem’ ve ‘müteşabih’ diye iki kısma ayırmıştır. Bunlardan ‘muhkem âyetler’, mânaları açık olan; ‘müteşâbih’ler ise mânalarının anlaşılması için derin ilmî araştırmaya ihtiyaç duyulan, değişik mânâlar ifade edilebilen, geniş kapsamlı âyetlerdir.
Bu konudaki Kur’an’ın -meal olarak- ifadesi şöyledir: “Sana kitab’ı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar kitabın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki mütşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde derinleşenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar” (Al-i İmran:7).
- Beşerî aklın acizliği: Değil müteşabih âyetler, muhkem âyetlerden bile dinin bütün hükümlerini çıkarmak, Allah tarafından desteklenmeyen hiçbir beşerî akıl için söz konusu değildir. Kur’an’da yer alan kâinatın yaratılış öyküsü ve yürürlükte olan kanunları, insanla ilgili sosyal, psikolojik, etik ve medenî kişiliği ile ilgili hususların sağlam anlaşılmasının ilmî birikimlere ihtiyaç duymadığını söylemek için, aklî fonksiyonların işlevini durdurmak gerekir.
Aynı şekilde açık /muhkem âyetler olarak ifade edilen yerlerde yerini alan namaz, oruç, zekât, hac ve benzeri daha pek çok ibadetin detaylarını doğrudan Kur’an’dan öğrenme imkânına sahip olmadığımız, en açık gerçeklerden biridir. Bilimsel ve felsefî anlamda olduğu kadar, (mezheplerde olduğu gibi) dinî anlayış bakımından da farklı görüşlerle yüzlerce tefsirin yazılması, dediklerimizin reddedilmez kanıtıdır.
- Kur’an’ın evrenselliği: Kur’an bütün asırlara, bütün insanlara hitap eder. Her seviyedeki insan, kendi kabiliyeti nisbetinde Kur’an’dan hissesini alabilir. Bu hüviyetiyle Kur’an, zaman ve mekân üstü bir özelliğe sahiptir. Arapça olarak, en güçlü ve edebi bir lehçe olan Kureyş lehçesi ile inen Kur’an’ın, üzerinde herhangi bir kabilenin veya herhangi özel bir çevrenin izlerini taşımaması, aksine evrensel bir boyut göstermesi, onun semavî kimliğinin önemli bir belgesidir. Kur’an’ın muhatabı bir bölge, bir kabile, bir çevre değil, bütün zamanlar, bütün mekanlar ve tüm insanlıktır. Kur’an’da ilk âyetin “Alemlerin Rabbine hamdolsun” şeklinde başlaması, onun ne kadar geniş bir perspektiften baktığını göstermektedir. “Alemlere uyarıcı olsun diye kuluna Furkân’ı indiren Allah’ın şânı yücedir” (Furkan:1), “Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler (Sebe:28) mealindeki âyetler, Kur’an’ın başkaları için bir değer ifade etmeyen hiç bir mevziî işe bulaşmadığını, aksine kâinatı kuşatan bir ilmî bakış açısına sahip olduğunu göstermektedir. Kur’an’ın iman esasları için ortaya koyduğu deliller, birer evrensel boyut taşıdığı gibi, insanlık için ortaya koyduğu pedagojik, ekonomik ve sosyolojik prensiplerin hepsi de dar bir çevrenin izlerinden uzak, evrensel boyutlu birer sosyal reçete hükmündedir (Buti, Revaiu’l-Kur’an, 216-222).
- Kur’an’ın kapsamı: Kur’an, bitmez ve tükenmez bir hazinedir. Zaman ve mekân üstü evrensel bir ilâhî mesajdır. Her asır, onun naslarını ve muhkemâtını olduğu gibi kabulle beraber, ikinci derecede yer alan diğer ilmî hakikatlerinden de hissesini alır. Ancak, başkalarının gizli kalmış hisselerine ilişmez. Diğer bir ifadeyle, “zaman ihtiyarladıkça Kur’an gençleşiyor.” Ortaya koyduğu gerçekler daha da netleşerek gözler önüne seriliyor.
Bilindiği gibi, her devirde yazılan ilmî eserlerin, muhatapları tarafından yeterince anlaşılabilmesi çin onları kavrayan kimseler tarafından açıklanması gerekir. Allah’ın, evrensel bir kitap olarak gönderdiği Kur’an’ın, böyle bir izaha ihtiyacı ise ortadadır. İndiği günden beri hitap ettiği her devirde bu ihtiyaç yapılan tefsirlerle karşılanmıştır. Alimler, kendi bilgileri çerçevesinde ve içinde bulundukları çağın gereklerini de göz önünde bulundurarak Kur’an’ı tefsir etmişlerdir. Her müfessir Kur’an’ı tefsir ederken uzman olduğu ilim alanını ön plana çıkaracak şekilde bir metot takip etmiştir. Bunun tabii bir neticesi olarak da tefsir ilminde farklı anlayış ve meslekler ortaya çıkmıştır. Örneğin, Râzi’nin tefsirinde Kelâm, Beydâvî’de belagat, Kurtubî’de Ahkâmla ilgili hususların ön plana çıktığı görülmektedir.
Kur’an’ın lafızları, sadece bir mânâyı değil, pek çok mânâları ifade etmektedir. Bütün zaman ve mekânlarda bulunan bütün insanlara hitap eden Kur’an, insanların tüm kesimlerine ayrı ayrı mânâları ifade edecek bir üslûpta gelmiştir. Bu sebeple, Kur’an’ın mânâsı küllîdir. Herbir müfessir, o küllî mânâdan kendisine uygun bir tanesini alır ve izah eder. Bunu yaparken ya anlayışına, ya deliline, ya da meşrebine dayandırdığı bir mânâyı tercih eder. Demek ki, Kur’an’ın farklı şekillerde tefsir edilmesi yalnız câiz değil, aynı zamanda ilmî bir zarurettir(Nursi, Mektubat, 304).
- Kur’an’ın i’câzı: Bütün ilim ve edebiyat dünyasına, yakalaşık 15 asırdır meydan okuyan ve okumaya da devam eden Kur’an’ın, muarızlarına karşı kullandığı silah, akla ve kalbe hitap eden i’câz zırhıdır. Bunun en önemli yönü ise Arapça dilinin üzerine kurulduğu belagat örgüsüdür. Beyan, Bedî’ ve maânî ilminden ibaret olan belagat ilminin inceliklerini bilmeyenlerin, söz konusu dil kaidelerine göre nâzil olan Kur’an’ın eşsiz nazmını anlamaları mümkün müdür? Allah’ın sonsuz ilminin bir yansıması olarak kendini gösteren Kur’an’ın, bütün inceliklerini; özellikle ilk mânaların dışında, ifadenin arka-planında yer alan ve “ikinci mânâ” olarak adlandırılan ifade inceliklerini kavramak için, konu ile ilgili ilimler yanında, “ledünnî ilimler” denilen Allah’ın lütfettiği mevhibe ilimlere de ihtiyaç vardır.
- Eşsiz üslûbu: Bir sözün güzelliği, mükemmelliği, yüksekliği ve derinliği dört unsura bağlıdır: a. Mütekellim b. Muhatap c. Maksat d. Makam.
Ediplerin sadece sözün makamını nazara almaları belâğat açısından doğru bir tesbit değildir. Çünkü bir sözün kimin tarafından söylendiği, kime söylendiği, niçin söylendiği ve hangi makamda söylendiğine bakılarak hakkında doğru karar verilebilir. Bu çerçevede Kur’an’ın durumuna bakıldığı zaman onun eşsizliği kendiliğinden ortaya çıkar. Çünkü bir sözün arkasında, onun sahibinin şahsiyeti, ilim ve kudreti vardır.
Şimdi bakın, gücünü yüce Allah’ın sonsuz ilminden alan; insanların en zeki ve en akıllısı, insanlık camiâsının yıldızları olan peygamberlerin en üstünü Hz. Muhammed (s.a.v) gibi eşsiz bir şahsiyete hitap eden ve bütün insanlık ailesini muhatap alan; 15 asır boyunca edebiyatın en ünlü uzmanlarını belagatına ilmen secde ettiren, onlara boyun eğdiren; insanlık için dünya ve âhiret saadetini temin edecek prensipleri ders veren, Allah’ın birliğini, genelde peygamberlik müessesini ve özelde Hz. Muhammed’in (s.a.v) peygamberliğini, âhiretin varlığını ispat ve insanlık camiâsında Allah’a karşı kulluk görevi ile adaletin mükemmel bir şekilde işlemesini sağlamayı gâye edinen ve binlerce âyetinde onları ders veren bir kitabın eşi benzeri olamayacağı gibi, onun ifade inceliklerini kavramak da her babayiğidin kârı değildir. İslam literatüründe bir şekilde Kur’an’ı referans alan milyonlarca eserin ve tefsirin varlığı bunun açık bir delilidir.