TANER AY
Faruk Duman’ın Kartal Belediyesi’nden çıkan ‘Ayazma Kahvesi Âşıkları’nı okuyamamıştım. Geçen hafta sonunda Suâdiye’de Göktürk Ömer Çakır ve Melih Yıldız ile sohbet ederken, Melih ikinci defa romandan bahsedince, merakımdan hemen o gece başlayıp bitirdim. ‘Ayazma Kahvesi Âşıkları’ benim Bostancı’daki Yıldız Sineması’nda veya Şenesenevler’deki yazlık Bahçe Sineması’nda kalan çocukluğuma ayna tuttu, bir defa daha o sinemalardan Yeşilçam’ın unutulan hikâyelerine yuvarlanıp, zamanda kayboldum. Yeşilçam Sineması’nın hikâyelerindeki Kerime Nadir duyarlığını hep çok sevmiştim.
Bugün bile ’65 yapımı ‘Hıçkırık’a, ’66 yapımı ‘Senede Bir Gün’e veya ’70 yapımı ‘Birleşen Yollar’a televizyon kanallarının birinde tesadüf ettiğimde, mutlaka yeniden seyrederim. Faruk Duman’ın romanında da bu filmler fazlasıyla var, ‘Hıçkırık’ın Hülya Koçyiğit’i Füsun olarak, ‘Senede Bir Gün’ün Kartal Tibet’i ise Yusuf Necmi olarak sanki yeniden hayata dönmüşler. En fazla da Şule’yi sevdim, onun ismiyle romanın satırlarında Çolpan İlhan dolaşıyordu. ‘Ayazma Kahvesi Âşıkları’nı okurken, Yusuf Necmi’nin size de birazcık ‘Birleşen Yollar’ın İzzet Günay’ını anımsatacağından eminim.
Biliyorum, Yeşilçam Sineması dedim ya, ‘Araba Sevdası’ndaki Bihruz Bey’in redingotundan çıkma bizim ‘entel dantel tabakası’, burun kıvıracaklardır. Sadece onlar mı, kapitalist edebiyat pazarındaki simsarların pazarladıklarını edebiyat sanan ve dışarıdan fonlanmaya akıl dışı ‘sol’ anlamlar yükleyen eski ‘politikler’ de, öyle. Ama, ‘Ayazma Kahvesi Âşıkları’ için ‘deneysel roman’ desem veya hikâyesini değerlendirirken bir iki ecnebi edebiyat kuramcısına atıf yapsam, kitabın onların arasında bile kıymetleneceğinden hiç şüpheniz olmasın. Siz ‘entel dantel tabakası’nı ve ‘politikler’i boşverin, şâyet çocukluğunuz Yeşilçam’ın altın dönemine rastlamışsa, ‘Ayazma Kahvesi Âşıkları’nı eski bir Yeşilçam filmini seyreder gibi okuduğunuzda, bayılacaksınız.
KE DERGİSİNDEN ŞÜKRÜ ERBAŞ VE SEVİM BURAK DOSYALARI
Kartal Belediyesi demişken, belediyenin edebiyat, kültür ve sanat dergisi KE’nin 22’nci sayısı da Şükrü Erbaş ve Sevim Burak dosyalarıyla çıktı. Şükrü Erbaş dosyasından ilk Haydar Ergülen’in, Sevim Burak dosyasındansa ilk Menekşe Toprak’ın yazısını okudum. Abdullah Ezik’i geçen ay yirmi sekiz günlüğüne Ankara’ya askere gönderdiğimizde, kurtulduk diye ‘davul zurna çaldıranlar’ dahi olmuştu. Ama, Abdullah Ezik’ten kurtulmak ne münkün! Bu genç arkadaşımız ’77 yapımı ‘Balyoz’ filmindeki sevimli kara civciv gibi, ne yaparsanız yapın, hep karşınıza çıkacaktır. Dergideki Mehmet Erte ile yaptığı söyleşi ise tek kelimeyle nefis. Üzeyir Karahasanoğlu’nun yazısını okuyunca, Şenay Eroğlu Aksoy’un ‘Sardunyaların Kışı’ kitabını da merak ettim. İlk fırsatta bulup okuyacağım... Dergiyi merak edenler belediyenin internet sitesinden dijital olarak okuyabilir.
DANTE’DEN GOETHE’YE ‘ŞAİRSEL MEVZULAR’
İsmail Biçer’in Ayrıkotu Kitap’tan çıkan ‘Şairsel Mevzular’ isimli deneme kitabından da büyük keyif aldığımı söylemeliyim. Ancak, kitabın derlemesine bir itirazım var. Örneğin, ben olsam, Eduardo Galeano, Henry James, Goethe, Dante, Füruğ ve Yuri Oleşa gibi edebiyatçılar ile ‘kuramsal metinler’i ayrı bir kitapta toplar, ‘Şairsel Mevzular’ı sadece Türk Edebiyatı’nın isimlerine ayırırdım. Ama, derleme, yazarın belki de en kişisel tercihi olduğundan, daha fazlasını söylemem doğru olmaz. İsmail Biçer’den ilk okuduklarım, Sabri Altınel, Ruşen Hakkı, Muammer Hacıoğlu ve Oğuz Tümbaş oldu. Çünkü, sevdiğim, şiirlerindeki sesi iyi tanıdığım isimlerdi. Ardındansa, şiirlerini pek bilmediğim, Özge Dirik, Erol Özyiğit ve Hasan Cüneyt Bozkurt metinlerine baktım. Bilhassa ‘kırılan dalların ağrısını almak / için erkenden uyandırdım kuşları’ veya ‘ne zaman babam gelse / kuş sesleriyle yıkardım yüzümü’ diyen Erol Özyiğit’in şiirlerini merak ettiğimi belirtmeliyim.
HAFTANIN DİĞER ÖNERİLERİ
Bu hafta önereceğim diğer kitapların başında Yakup Gülaçtı’nın Gülnar Yayınları’ndan çıkan ‘Camdaki Mendil’ isimli romanıyla, Sema Bayar’ın Hece Yayınları’ndan çıkan ‘Vakitsiz Ölüler Yurdu’ isimli hikâye kitabı geliyor. Yakup Gülaçtı’nın daha önce ‘Çınardaki İzler’ romanını okumuştum, ‘Camdaki Mendil’i henüz bitiremedim ama, yarıladım. Okuduğum kısmındansa keyif aldığımı söylemeliyim.
Aynı şekilde, Sema Bayar’ın ‘Vakitsiz Ölüler Yurdu’nu ve Ayşe Ünüvar’ın Ötüken Neşriyât’tan çıkan ‘Yaralı Badem Ağacı’nı da her gece birer ikişer hikâye seçerek okumaya devam ediyorum . Sema Bayar’ı ve Ayşe Ünüvar’ı bitirememiş olsam bile, girdiğiniz kitapçıda bu iki hikâye kitabını görürseniz, onları mutlaka alın derim.