SALİHA SULTAN
Osmanlı bilim tarihi alanındaki öncü çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, Türkiye’de, Orta Doğu’da olduğu kadar Batı’daki akademik çevrelerde de takip edilen saygın bir bilim insanımız. Özellikle Osmanlı döneminde yayınlanmış birçok eserin künyesini çıkararak bu alanda önemli çalışmalara imza atan Prof. Dr. İhsanoğlu, 30 yılı aşkın bir süredir de Osmanlı’nın ilk modern üniversitesi Darülfünûn üzerine önemli araştırmalara imza attı.
Bu çalışmaları ‘Darülfünun: Osmanlı’da Kültürel Modernleşmenin Odağı’ adıyla 2010’da IRCICA tarafından iki cilt halinde yayınlandı. Prof. Dr. İhsanoğlu şimdi de, daha önce Oxford tarafından İngilizce yayımlanan, Doğan Kitap tarafından geçtiğimiz günlerde Türkçeye aktarılan ‘Fenler Evi Darülfünûn’ kitabıyla okurun ve konunun ilgililerinin karşısında. Prof. Dr. İhsanoğlu ile yeni kitabını, Osmanlı’dan bugüne eğitim dünyamızın katettiği mesafeyi KARAR okurları için konuştum.
Bildiğim kadarıyla yaklaşık 30 yıldır Darülfünun üzerine birçok çalışmaya imza attınız. Şu an da Müslüman dünyasının bu ilk modern üniversitesini yeniden ele aldığınız ‘Fenler Evi’ çalışmanız okurun karşısında. Nasıl başlamıştı Darülfünûn’a ilginiz?
1984’te İstanbul Üniversitesi benden Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü içinde Bilim Tarihi Kürsünü kurmamı arzu edince memnuniyetle kabul ettim. Bu fakülte 1900’de İstanbul Dârülfünûn’u içinde memleketimizde kurulmuş ilk edebiyat fakültesiydi ve birçok beşerî ve sosyal bilimde ülkemizde öncülük yaptı. Bu muhitte bulunmak benim için büyük bir manevi tatmin olduğu gibi ilmî tecessüs ve araştırma imkânı da sağlıyordu. Ve tercihimi bu şekilde yaptım. Zaten kısa bir süre sonra, 1989’da Anabilim Dalı bağımsız bölüm hâline getirildi. Bu Türkiye’de ilkti. Yine bu arada 1989’da rahmetli dostum Prof. Dr. Hakkı Dursun, Yıldız Tanzimat’ın 150’nci yılı münasebetiyle toplu bir eser hazırlığı içindeydi ve benden de katkı istemişti.
Bu kitap önemli bir eser olacaktı çünkü 1939’da yani Tanzimat’ın 100 yılında yine aynı şekilde mühim bir kitap hazırlanmıştı. Ben de bu kitaba iki tane araştırma makalesi verdim. Birincisi genel mahiyette Tanzimat öncesi ve sonrası bilim ve eğitim anlayışındaki değişim hakkındaydı. İkinci makale ise spesifik bir konu olarak arşiv vesikaları üzerindeki yoğun çalışmalarımın mahsulü olan Dârülfünûn’un birinci ve ikinci kuruluş teşebbüsleri üzerineydi. Dârülfünûn’un kuruluş teşebbüsleri üzerine çalışmalarım bu makalenin yayımlanmasından sonra da devam etti.
‘Fenler Evi’ neden ilk olarak Oxford Üniversitesi tarafından 2019’da ‘The House of Sciences’ adıyla İngilizcede yayımlandı?
Darülfünun adlı kitap yurtiçi ve dışında geniş yankı buldu. Avrupalı ve Amerikalı meslektaşlarım bunun tek cilt hâlinde İngilizce edisyonunun yapılmasını arzu ve tavsiye ettiler. Ben de Batı akademik çevrelerine hitap edecek şekilde yeniden kaleme aldım. Bazı ilavelerde bulundum, medrese ve üniversite ilişkisi üzerinde detaylı durdum. Ayrıca Osmanlı Dârülfünûnu’nun Müslümanların kendi iradeleriyle kurduğu ilk modern üniversite olduğunun altını çizerek, Avrupa’da Sanayi İnkılabı’ndan sonra kurulan üniversitelerin nasıl örnek alındığını açıklamaya çalıştım.
Peki eserin bizdeki genç araştırmacılara katacakları neler size göre?
Fenler Evi kitabının İngilizceden yapılan tercümesinin bir tercüme olmanın ötesinde Osmanlı terminolojisini, deyimlerini ve kavramlarını herhangi bir çarpıtmaya uğramadan gayet güzel bir Türkçe ile okuyuculara ulaştırdığına inanıyorum. Böylece genç araştırmacıların terminolojiye nüfuzuna da yardım edeceğini düşüyorum.
EĞİTİMDE MODERNLEŞMEDE ÇOK GEÇ KALINMADI
Darülfünûn çalışmanıza dönersek, Sanayi İnkılabı’ndan sonra, Avrupa ile kıyasladığımızda bizde, yani Osmanlı’da eğitim hangi aşamada? Bir geç kalma var mı modernleşmede?
Sanayi İnkılabı’ndan sonra kurulan Avrupa üniversitelerinin tarihini irdeleyen Batı’da yayımlanmış araştırmaları incelediğimizde Osmanlı’nın bu konuda, topyekûn eğitim sistemini yenileştirmede ve yeni bir teşkilatlanmaya yönelmekte çok geç kalmadığını görüyoruz. Mesela Avrupa’da ilk milli eğitim bakanlığı Fransa’da 1828’de kuruluyor. Osmanlı da Maârif-i Umûmiye Nezâreti 1857’de kuruluyor. Bu uzun bir fasıla değil ve kitapta da zaman içinde eğitimde klasikten moderne dönüşün nasıl uzun zaman aldığını ve hangi değişim safhalarından geçtiğini açıklıyorum.
Bunlara şu örnekleri verebilirim: Dersleri okutacak hocaların yetiştirilmesi, ders kitaplarının modern eğitime hazırlanması, üniversite tahsili görebilecek formasyona sahip talebenin yetiştirilmesi. Ayrıca bina, laboratuvar vb. mekân ve imkânların hazırlanmasını da ilave etmek gerekir. Fakat bunların hepsinin üstünde iki mesele vardır: Birincisi devlet mevzuatı içinde hukuki düzenlemenin yapılması, ikincisi ise finansman kaynağının sağlanması…
Kitapta, 19’ncu yüzyılda yerleşmiş üç üniversite modeli olduğunu söylüyorsunuz. Fransız, İngiliz ve Alman modeli. Biz hangi ülkenin eğitim sistemini model alıyoruz peki?
Tanzimatçılar daha çok Fransız modeline yanaşmışlardır, birçok yenilik hareketinde olduğu gibi. Bu da devletin ve toplumun ihtiyaç duyduğu profesyonelleri yetiştirmek maksadına matuftu. Daha sonra Birinci Dünya Savaşı’na girerken, Osmanlı Devleti’nin Almanya ile yakın münasebetleri neticesinde Almanya’dan gelen hocalar Alman örneğindeki en büyük özellik olan bilgi üretme yani araştırmaya matuf eğitimin gelişmesi hususunda önemli değişiklikler yapmışlardı.
Kısa zamanda önemli bir dönüşüm müspet yolda olmuştur. Fakat Alman hocalar harp sebebiyle ayrılmak zorunda kalınca Osmanlı idarecileri nedense bu müspet yoldaki gelişmeyi tekrar eski hâline dönüştürmüştür. 1933’te yapılan radikal değişimler arasında yine Almanya’dan gelen hocaların sayesinde araştırma konusuna tekrar önem verilmesi yer almıştır. Ama benim çalışmam 1933’te tamamlandığı için kitapta bu husus üzerinde durmadım.
ERASMUS PROGRAMLARI SEVİYEYİ YÜKSELTİYOR
Peki Darülfünûn ile bugünkü üniversitelerimiz arasındaki belirgin fark nedir size göre? Olumlu veya olumsuz yanları?
1980’li yıllarda YÖK sisteminin kurulmasıyla üniversiteler bir şablona bağlanmıştır. Fakat bunların arasında bazı üniversiteler vardır ki kendi hususiyetlerini korumuşlardır. Ama şurası bir gerçek ki Türkiye’nin kaldıramayacağı şekilde akademik olmayan mülahazalarla memleketin değişik vilayetlerinde bugün iki yüzü aşkın üniversitenin kurulmuş olması, birçok üniversitede eğitim kalitesini düşürmüş ve araştırma imkânlarını sunulmaz hâle getirmiştir. Bununla beraber Avrupa Birliğiyle olan münasebetlerden dolayı Erasmus öğrenci değişim programı vasıtasıyla Avrupa üniversitelerinde eğitim gören talebelerimiz, bilgi ve görgülerini bu yolla arttırıyor. Bu da üniversite eğitim seviyesinin yükselmesine katkı sağlıyor.
Bilim dünyasında bugünkü gelişmeleri takip edebiliyor musunuz? Ne durumdayız sizce?
Şüphesiz takip ediyorum. Benim son yıllardaki en büyük sevincim Aziz Sancar Hoca’nın Nobel’i kazanması. Bu birçok yanlış anlayışın giderilmesi için muhteşem bir başarı. Bana sizin bu husustaki temenniniz nedir, diye sorarsanız, Aziz Bey gibi birçok bilim adamımızın bu ödülü kazanması. Fakat bundan daha mühimi bu ödülü kazanacak araştırmaların da bizim laboratuvarlarımızda yürütülüyor olmasını arzu ederim.
Son olarak, ‘Fenler Evi’ kitabınızı ‘Darülfünun hikayesi sona ererken’ başlığı ile sunuyorsunuz okurlarınıza. Şu an masanızda yeni bir çalışma var mı?
‘Osmanlı Modernleşmesinde İlk Adımla’r başlığı altında 40 yıldan beri değişik vesilelerle yazmış olduğum bilimde, eğitimde, teknolojide kaydedilen ilk modernleşme adımlarını inceleyen bir kitap çalışmasını da tamamlamış bulunuyorum. Burada Dârülfünûn’un özelinde görülen metodu, daha geniş ufuklarda ele alıyorum, altını daha kalın çizgilerle çiziyorum. Bu da yakında okurla buluşacak.
OSMANLI SAHASI BATILILAR İÇİN DEFİNE
Yurt dışında oldukça bilinen bir bilim insanımızsınız. Google’ın akademik makalelerine ait arama motoru Scholar’da sadece bir eserinize 149 çalışmada atıf yapılmış, değişik eserlerinize toplamda 2 bin 574 atıf bulunuyor. Bu alanda çalışanlarla kıyaslandığında hayli yüksek bir oran. Nasıl tanıyorlar, buluyorlar sizi yabancı akademisyenler?
Bahsettiğiniz 149 atıflı eser, müteveffa Rus meslektaşımız Boris A. Rosenfeld ile hazırladığımız Mathematicians, Astronomers and Other Scholars of Islamic Civilisation and their Works (7th-19th c.) adlı İngilizce basılan bio-bibliyografik çalışma. Sözünü ettiğiniz toplam atıf sayısına ulaşmamızın en önemli sebepleri hem editör hem de yazar olarak yaptığımız akademik yayınlardır. Yabancı akademisyenlerin bu çalışmalarımdan dolayı Osmanlı bilimi sahasına ilgileri günbegün artmaktadır.
Paris’teki Uluslararası Bilim Tarihi Akademisi üyesi olmam ve Uluslararası Bilim Tarihi ve Felsefesi Birliğinde (IUHPS) başkanlık yapmış olmam da hem Doğu’dan hem Batı’dan olan meslektaşlarımızla çalışma ve iş birliği yapma imkânı tanıdı. Burada en önemli hadise 40 yıl öncesine kadar ihmal edilmiş olan Osmanlı bilim mirasının büyük bir define gibi bu çalışmalar sayesinde keşfedilmeye başlanmasıdır. Ve her gün atıflar, alıntılar ile bazı ilmî tartışmaların odağı olmasına imkân veriyor. Son olarak yıllardır devam eden bu iş birliklerimiz sayesinde iletişimimiz devam ediyor ve bunun verimli semereleri çıkıyor.
Osmanlı pozitif bilimleri dışarıdan almak zorunda kaldı. Bildiğim kadarıyla Çin’de aynı şekilde Batı’dan aldı, ve başarılı oldu. Sizce biz neden başarılı olamadık, pozitif bilimler neden gelişemedi Osmanlı’da?
İlk önce müsaadenizle bu pozitif kelimesinin ortadan kaldıralım. Çünkü ilimin/bilimin bu çeşit bir sıfata ihtiyacı yoktur. Mesela Avrupa dillerindeki science, wissenschaft; Rusça nauka isimlerinin yanında pozitif sıfatı kullanılmaz. Bizde bu on dokuzuncu yüzyıldan kalan bir pozitivizm sevdasının devam eden nişanesidir. Ben de bu işe ilk başladığım yıllarda aynı kelimeyi kullanıyordum. Sonra baktım başka dünyalarda bu sıfat kullanılmıyor. Sonra kullanmaktan vazgeçtim ve başkalarının da kullanmamasını tavsiye ettim. Şimdi gelelim sorunuza, Osmanlı’da bilim elbette ki gelişmiştir fakat gelişmenin iki safhası var. Birincisi Klasik Dönem ikincisi Yenileşme Dönemi. Klasik Dönem’de Osmanlı âlimleri İslâm bilim geleneğini on altıncı yüzyılda zirveye ulaştırmışlardır, Takiyüddîn ve arkadaşları gibi.
İkinci dönemde ise Batı’dan selektif şekilde aktarmalar yapılmıştır. Bu da ihtiyaca binaen yapılıyordu. Fakat on sekizinci yüzyıldan sonra bu seçici transferler Osmanlı ile Batı arasında açılmış olan mesafenin kapatılması için kâfi gelmedi. Burada ben bir mukayeseli metodoloji teklif ediyorum. Osmanlı Bilim Mirası kitabında bu durum uzun uzadıya açıklanmıştır. Orada Osmanlı, Çin, Japon ve Rus bilim ve teknoloji yenilenme çalışmalarının mukayesesi ilk defa yapılmaktadır. Bunu burada iki satır içerisinde anlatmak hakikaten zordur. O bakımdan şu kadarını söyleyeyim, bu meseleyi iyi anlamak için bir tek kültürel faktörü değil aynı zamanda ekonomik ve sosyal faktörleri de göz önünde bulundurmak lazım.