NECATİ TONGA
Modern Türk edebiyatı araştırmaları genel itibariyle kanonikleşmiş bir bakış açısıyla belirli şahsiyetler ve eserler üzerinde yoğunlaşmıştır. İstisnai çalışmalar olmakla birlikte, bizde ‘güneş’ parlatılır, ‘yıldızlar’ ise çoğunlukla söndürülür. Bu durumun oluşmasında ele alınan isimler ile eserlerin edebî değerlerinin elbette etkisi vardır. Bununla birlikte ‘edebî değer’ denilen kavramın da bazen geçen zamana bağlı olarak gün yüzüne çıkan bir mefhum olduğu unutulmamalıdır. Bugün es geçtiğimiz, ‘sükût suikastına uğrattığımız’ (burada Tanpınar’ı yâd edelim) ediplerin eserlerinin gelecekte bir ‘klasik’ olmayacağının; yine bugün üzerine çokça yazılar ve kitaplar yazdığımız şahsiyetler ile eserlerinin gelecekte unutulmayacağının bir garantisi yoktur.
Bu minvalde sağlam bir edebiyat tarihi yazmak hususunda yapmamız gereken şeyin nisyana terk ettiğimiz isimler üzerine yazılar ve eserler kaleme almak olduğu aşikârdır. Taner Ay, geçtiğimiz yıl bu uğurda önemli bir adım atıp ‘Edebiyatımızda Unutulanlar ve Kaybedenler-I” adlı kitabını yayımlamıştı. Şinasi, Ali Nusret, Fazlı Necip, Kemal Ahmet, Nurettin Artam, Nezahat Somar, Mazlum Kenan Köstekçi gibi yirmi iki ismi yeniden gündeme taşıyan Taner Ay’ın çalışmasının ikinci cildi, Ötüken Neşriyat tarafından neşredilerek bu hafta okura sunuldu.
Modern Türk edebiyatının arkeologlarından Taner Ay, ikinci kitabında da unuttuğumuz, gölgede kalmış isimlere dikkat çekmeye devam ediyor. İkinci ciltte Abdülhalim Memduh, Müstecabizade İsmet, Ahmed Vefa, Şahabeddin Süleyman, Safvet Nezihi, Said Naum Duhani, Kemal Ragıp Enson, Selahattin Karakayan, Suphi Taşhan, Niyazi Akıncıoğlu, Hasan Basri Alp, Sefer Aytekin, İhsan Ünlüer, Zühtü Bayar, Abidin Behpur Tapaner, Ender Sarıyatı, Emin Ersoy, Pembe Marmara, Kaya Çanca, Süleyman Ali Uluçamgil, Coşkun Büktel, Mehmet Lütfullah Erişçi, Muzaffer Hacıhasanoğlu, Hilmi Büyükşekerci, Celâl Sılay incelenmiş.
Taner Ay’ın iki ciltlik Edebiyatımızda Unutulanlar ve Kaybedenler’ serisi edebiyat araştırmacıları için başucu kitabı niteliğinde.
Yukarıda adları zikredilen şahsiyetlerden pek çoğuyla ilgili derli toplu ilk bilgilere Taner Ay’ın kitabı sayesinde ulaşıyoruz. Yeni çalışmalara kapı açacak bu durum, ‘Edebiyatımızda Unutulanları ve Kaybedenler’i daha bir kıymetli hâle getiriyor. Ele aldığı isimlerle birlikte kitabın takdire şayan bir diğer özelliği akıcı dili ve samimi üslubudur. Metinlerde yazarının ele aldığı şahıslara sevecenlikle yaklaştığı ve malumatfuruşluk yapmak istemediği hemen göze çarpıyor. Taner Ay’ın okuyucunun merak duygusunu kamçılayan, kılı kırk yaran bir tecessüsü ve ayrıntılara hâkim bir bakış açısı var. Bu durum, kitabın akademik ölçütlerden uzak bir yapısı olduğu anlamına da gelmiyor ayrıca. Şahsiyetlerle ilgili verilen bilgiler; alıntılarla, belgelerle ve metin içi dipnotlarla zenginleştirilerek orijinal bir terkip oluşturulmuş.
Başta dile getirdiğimiz yargıyı yeniden dönelim: Nisyana terk ettiğimiz edipler üzerine kapsamlı çalışmalar yapılmadan sağlam bir edebiyat tarihi yazmak mümkün değildir. Edebiyat tarihimiz unuttuğumuz yüzlerce ediple doludur ve unutulmamalıdır ki atalarımızın söylediği gibi defineye mâlik nice viraneler vardır. Bu bakımdan üçüncü cildi gelecek sene yayımlanması planlanan ‘Edebiyatımızda Unutulanlar ve Kaybedenler’, önemli bir boşluğu doldurmakta, edebiyat araştırmaları için ufuk açıcı bir başucu kitabı olarak karşımızda durmaktadır.
ŞABAN ÖZDEMİR: ÇOK YAŞASIN TANER AY!
Taner Ay... Derin ve keskin bakışlar, kesik ama kelimelerin hakkını veren bir konuşma, içten gülümsemeler, insana huzur ve güven veren bir samimiyet… Bir estetin beğenisini, bir tarihçinin bilgisini, bir edebiyat tarihçisinin müktesebatını, sinema ile iştigal eden bir yazarın birikiminin üzerine bir kent tarihi uzmanının derinliğini koyun aşağı yukarı bir Ay portresi çıkar karşınıza. Sohbetlerinden ve yazılarından çok şey öğrendiğimiz, Muhibban’ımızın vazgeçilmezlerindendir. Yazdıkları kadar orijinal bir şahsiyet olduğunu söylemeliyim.
Sohbetleri Marx’tan Cahit Zarifoğlu’na Kadıköyü’ndeki konaklardan İspanya İç Savaşı’na kadar çok farklı yelpazede sahih bilgiler ve anekdotlarla bezelidir. O konuşurken sohbetin merkezi daima kendisi olur. Sohbetlerinden bir kütüphane devirmiş kadar istifade edilir.
İnsanı siyasi kimliği, cinsiyeti, memleketi üzerinden değil de insanlığı, bilgisi, değerleri üzerinden kıymetlendirir. Onun için insanın sağcı solcu, ocu bucu olması önemli değildir, aslolan insan olmasıdır. Bu sebepten kendisini sevmeyeni görmedim. İlgi alanları çok çeşitlidir. Saatlerce size İsmail Saib Sencer anlatabilir ya da Cemal Süreya… Şair Behzat Ay’ın oğlu olması, çocukluktan itibaren kitaplarla hemhâl olması, yıllardır edebiyat mahfillerinde bulunması hasebiyle yürüyen edebiyat tarihi gibidir. Onun için “80 sonrası edebiyatımızın kapalı kutusudur.” dense yeridir. Ne var ki henüz bu özelliğini yazıya dökerek hatıralarını yayınlamadı.
Taner Ay’ın bir başka özelliği de tam bir kedi âşığı olmasıdır. Hayatı “ne kitapsız ne kedisiz” şiarıyla yaşayanlardandır. Sevgisinde hadsiz, paylaşmada gani gönüllüdür. Bir kitap aradığınızda -eğer bulabilirse- çekinmeden sizinle paylaşır. (Bunda ne var demeyiniz, kitap müptelaları için kitap paylaşmak, geri gelmeyeceğini bile bile bir kitabı ödünç vermek, evladını savaşa yollayan bir annenin yaşadığı hisle mukabildir.) Kendisiyle barışıktır. Onun en zor zamanlarında bile hastalığıyla alay ettiğine, etrafına neşe saçtığına defalarca şahit oldum. (“Çok yaşasın Taner Ay” sözü, hem mecazi hem asli anlamında Muhibban arasında slogan hâline geldi dersem mübalağa etmiş olmam.) Taner abi, sinemadan edebiyata, müzikten tarihe kadar birçok konuda başvurulacak bir otoritedir. Abi diyorum çünkü kendisi bizim neslimizin abisi mesabesindedir. Kelimenin sözlükte olan, olmayan bütün anlamlarıyla abilik yapar.
Edebiyat mabedimizin bekçisidir Taner Ay. Benim gibi, edebiyatın unutulmuş şahsiyetlerini dikkat nazarına alanlar için bile hiç duyulmamış, varlığından bile haberdar olunmayan nice edebiyatçının hayat hikâyelerini bulup çıkarır. İğneyle kuyu kazarcasına çalışır. Çalıştığı yazarın eserlerinden, ilişkilerine kadar büyük bir titizlikle araştırır hatta kaleme aldığı edebiyatçının hangi mezarlığın, hangi parselinde yattığını bulur, paylaşır. Tabiri caizse bir edebiyat arkeoloğudur Taber abi. Türk Edebiyatı denen unutulmuşluklar mezarlığının bekçisidir. Bu mezarlıkta nice eserler vermiş şahsiyetlerin bir şahidesi yok baş uçlarında. Taner abi, nisyanımızla gömdüğümüz nice edebiyatçıya iade-i itibar verme yolunda gayret ediyor nicedir.
Sadece Türk edebiyatı ile mahdud değil Taner abinin yazdıkları. Onun sınırlı sayıda basılmış Rüzgâra Yazanlar kitabını okuyanlar, dünya edebiyatı hakkında da ne kadar mütebahhir ve derin olduğunu fark edeceklerdir. Derinleşme denince Taner abi geliyor aklıma. Son zamanlarda bu gazetenin sayfalarında Kadıköyü üzerine yazdıklarını okuyanlar bana hak verirler sanırım. Kadıköyü’nü sokak sokak, konak konak, şahsiyet şahsiyet kaç kişi bu şekilde anlatabilir ki?
Çok kimse bilmese de Taner Ay, aynı zamanda iyi bir romancı, iyi bir sinema ve müzik yazarıdır. Şimdilerde basılmayı bekleyen romanları olduğunu da fısıldayayım size. Bunların yanında iflah olmaz bir çizgi roman okuyucusu, sıkı bir koleksiyoner ve arşivcidir. 35 yılı aşkın çok başarılı bir ceza hukukçusu olduğunu da söylemeliyim. Anlayacağınız çok katmanlı bir şiir gibidir Taner Ay. Tanıdıkça birçok maharetine, ilgisine ve özelliğine şahit olursunuz.
Benim için Taner abinin yazdıklarını okumak, sohbetlerinden bulunmak, onu tanımak yekpare bir zevk. Taner Ay; okuyor, yazıyor, üretiyor, paylaşıyor. İnsanların hayatına gerek yazılarıyla gerek sohbetleriyle güzellikler katıyor. Say’i meşkûr, kalemi velût olsun.
Sloganımızı tekrar hatırlayalım: “Çok yaşasın Taner Ay!”