SEDAT PALUT
İnsanoğlu hakkında iyi kötü bir şeyler duyduğu ama gerçekleri öğrenmeyi arzuladığı şehirleri, insanları, kültürleri hep merak etmiştir. Tarihin ilk dönemlerinde insanlar tanrılarını aramıştır gökyüzünde. Her gün yıldızları, güneşi, bulutu görmüşler. Gördüklerinden hangilerinin tanrıları olduğunu merak etmişler. Ulaşamadıkları için çeşitli anlamlar yüklemişler. Günümüze yaklaştıkça, iletişim ve ulaşım olanakları arttıkça insana ve ona dair yaşam şekilleri hep merak edilegelmiştir. Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın kutuplaşması, çok sayıda kapalı kapının olması insanları bu kapıları nasıl açabilecekleri konusunda düşüncelere sevk etmiştir.
Nobel ödüllü John Steınbeck de II. Dünya Savaşı’nın ardından Rusya’yı görmek istemiş. Gitmeyi düşündüğü fotoğrafçı arkadaşı Robert Capa ile bir barda otururken şunları konuşuyorlar: “O zaman düşündük ki, Rusya hakkında hiç kimsenin yazmadığı bir şeyler de vardı ve bizi en çok ilgilendiren şeyler aslında bunlardı. İnsanlar orada nasıl giyinir? Akşam yemeğinde ne yerler? Parti verip eğlenirler mi? Yiyecekleri nelerdir? Nasıl sevişirler ve nasıl ölürler? Nelerden konuşurlar? Dans ederler mi? Şarkı söylerler mi? Oyun oynarlar mı? Çocukları okula gider mi? Bu sorulara dair araştırma yapmak, fotoğraf çekmek ve yazı yazmak iyi bir fikir olabilir diye düşündük.” (S.6)
Capa ve Steinbeck 1947’de eski SSCB, bugünkü Moskova’da
Steınbeck’in de ifade ettiği gibi Rusların da bir özel hayatı vardı ama yazan, fotoğraflayan olmadığı için onların hayatları hakkında gerçekleri tam olarak öğrenemiyorlardı. Herald Tribune Gazetesi’nin yardımıyla Rusya’ya seyahat için başvuruyorlar. Her iki sanatçıda da bir endişe vardır bu dönemde. Zira Capa’nın başvuruları daha önce birkaç reddedilmiştir. Neyse ki korktukları başlarına gelmez ve kısa sürede Rusya’ya buyur edilirler. Giderken Steınbeck ve Capa aralarında sözleşir: “Siyasi konulara, büyük meselelere girmekten kaçınacaktık, Kremlin’den, askeri yetkililerden, askeri planlardan uzak duracaktık. Becerebilirsek Rusya halkına ulaşmak istiyorduk.” (S.7) Soğuk savaş başlamıştır. ABD ve SSCB iki azılı düşmandır. İki halkın da birbirleriyle ilgili duydukları toplumdaki korkularını beslemektedir. SSCB yolcuları ise işlerini zorlaştıracak tüm unsurlardan uzak durmak istemektedir.
Gerçekçi bir yazar olan Steınbeck dürüst bir şekilde gördüklerini, duyduklarını üzerine bir şeyler eklemeden paylaşacak, yorumlarını da Capa‘nın fotoğraflarıyla süsleyecektir.
ABD’de ayrılmadan yaşlı bir kadınla karşılaşan ve SSCB ziyaretini ifade eden Steınbeck iki ülke arasındaki ön yargıyı belirten şu cümleleri duyuyor yaşlı kadından: “Ah, sizi orada kaybederler, sınırı geçer geçmez yok ederler sizi!” Ya da yaşlı kadının yanındaki adamın şu söylediklerine ne demeli? “Kremlin’le aranız çok iyi herhalde, yoksa giriş izni vermezlerdi. Demek ki o tarafa satılmışsınız.” (S.9)
265 Sayfa-70 TL
Steınbeck ve Capa ilk olarak Moskova’ya gidiyor. Burada günlük hayata karışıyorlar. Fakat bir yemek siparişi sırasında devletin bürokratik yapısının restoranlara kadar nasıl girdiğini Steınbeck satırlarında anlatıyor. Devlet tüm hesapları kontrol altında tuttuğu için bir yemek siparişinin onaylanması ve masaya getirilişin 2,5 saat sürdüğünü belirtiyor Steınbeck. Bunun dışında Moskova’da en çok duyduğu soru ABD ile SSCB’nin kıyaslanması oluyor. Bu konuda günümüz siyaset dünyasını anlatan şu önemli satırları yazıyor günlüğüne Steınbeck: “Ruslara devletlerinin her bir parçasının iyi olduğu, vazifelerinin de bu devleti daha ileriye taşımak ve her anlamda destekleme olduğu öğretiliyor, böyle eğitiliyorlar ve bunan inanmaları her cephede teşvik ediliyor. Amerikalılar ve İngilizler devlet ne kadar küçülürse o kadar iyi olacağı, devletin gücündeki her türlü artışın kötü olduğu, halihazırdaki hükümetin sürekli göz hapsinde tutulması, izlenmesi ve eleştirilmesi, hizada tutulması gerektiğini düşünüyor. Bize devletimizin nasıl işlendiği sorduklarında onlara tek kişiye veya bir gruba teslim edilecek bir iktidar fikrinden korktuğumuz için devlet yapımızın birbirini dengeleyen bir dizi kurumlardan oluştuğunu ve bunların tek bir kişinin eline düşmesini engellemek üzere kurgulanmış olduğunu anlatmaya çalıştık.” (S.37)
Steınbeck’in Rusya seyahatinde üç önemli bölge var: Moskova, Kiev ve Gürcistan. Yazar Moskova’da sansürün etkileri, diplomatların neden Moskova dışına çıkamadıkları, Stalin’in gençleri, onların zihinlerini oyalamak için neler yaptığını anlatırken; Kiev’de Alman işgalinin bu bölgenin coğrafyasında ve insanın yarattığı tahribatı, özellikle ekonomik olarak halkın nasıl zorlandığını, Stalin heykellerinin her yere nasıl nüfuz ettiğini anlatıyor. Son bölümde ise işgale uğramamış Gürcistan’ı oldukça keyifli bir dille anlatıyor yazar. Gürcülerin eğlenmeyi ve yaşamı sevmeleri ile birlikte yazar ve fotoğrafçı arkadaşına yaklaşımları Steınbeck’in satırlarına oldukça olumlu yansıyor.
İletişim Yayınları arasından Deniz Keskin’in başarılı çevirisi ile yayımlanan Steınbeck’in Rusya Günlüğü, Robert Capa’nın eşsiz fotoğraflarıyla II. Dünya Savaşı sonrası SSCB’sini çok başarılı bir şekilde anlatıyor. Bu dönem SSCB’sini devletin gündelik hayata etkilerini merak edenler için önemli bir kitap. Fakat kitabı okurken Steınbeck’ın şu ifadesini de unutmayalım: “Bunlar bizim başımıza gelenler. Bu yazdığımız Rusya’nın hikayesi değil, bir Rusya hikayesi.” (S.11)