Fotoğraf sanatçısı Ömer Saruhanlıoğlu, çektiği bir fotoğrafı ve hikayesini KARAR okurları için paylaştı.
Saruhanlıoğlu fotoğrafı şu sözlerle anlatıyor:
Niğde-Aksaray yolu üzerinde geniş ovanın üzerinde Hasan Dağı bütün heybetiyle yükseliyor. Tepesinde bazen bir bulut, yaz kış kar ve yamacında tek-tük, eksikleri hiç bitmeyecek olan derme çatma evler. Kiminin çatısı çıkılacak, kimin sıvası tamamlanacak. Ve evlerin etrafına birkaç meyve ağacı dikilidir ve gelinler dış balkonda çamaşır asarlar.
Adam lastik ayakkabılarının üzerine basıp aceleyle evden çıktı, elinde bastonu aksaya aksaya geldi. Dağın yamacındaki bu ıssız eve elinde fotoğraf makinasıyla gelen birinin niyeti hayır olmaz diye endişe içindeydi. Selamlaşıldı, endişeler giderildi ve kısa bir sohbet başladı. Adam çoluğundan çocuğundan, torunlarından ve geçimin ne kadar zor olduğundan bahsetti. Konuşmanın bir yerinde dönüp dağa doğru baktı ve gururla düşkünlük karışımı bir ifadeyle “Gençliğimde şu dağlara çıkıp oralardan kar getirirdim” dedi.
Bağdat çarşısında ağustos ayının öğle sıcağında uzak dağlardan getirdiği karları satan, meczup mu değil mi pek belli olmayan geçkin adam canhıraş bir edayla şöyle bağırıyordu: “Sermayesi her an eriyen şu adama acıyın!” Bunu duyan başka bir adam çarşının ortasında düştü ve kendinden geçti. Ağızından şu sözler dökülüyordu: “Senin sermayen sattığın kar, gider yenisini kürersin. Benim sermayemse kendi ömrüm. Bana kim acıyacak?”
Artık kimse dağlardan kar getirmiyor, o yüzden kimsenin dağlardan getirdiği ve eriyip tükenmesinden korktuğu kardan sermayesi yok. Evindeki eksikleri bir türlü tamamlayamayan ihtiyar adamın sermayesi ise tükenmekte; hatta ihtimal şu an itibarıyla çoktan tükendi bitti bile. Eğer öyleyse artık onun için acınma mevsimi geçti. Ya bizim sermayelerimiz? Bize kimse acıyacak mı?