TANER AY
Kitap fuarlarının ve imza günlerinin kapitalist edebiyat pazarının bir oyunu olduğu kanısındayım. Bu oyunda, büyük yayınevlerinin dışında kazanan pek olmaz, imza günleriyse esas itibariyle hakikatlarını kaybetmiş tüketici kitlesi için icat edilmiş bir desîsedir. Buna karşın, sırf Oğuzhan Murat Öztürk’ün hatır belâsına gidiş dönüş yüz kilometreden fazla yol yapıp, yedi saatte topu topu iki kitap imzalayıp akşamı iple çektim.Yayıncım için üzülsem mi, yoksa bu ‘rekor’ düşüncelerimi doğruladığı için sevinsem mi, bilemedim. Özellikle genç arkadaşlar için söylüyorum, hiç kimse ‘az kitap imzaladım’ diye hayâl kırıklığı yaşamasın, çünkü fantastik edebiyatın son kraliçesi Chelsea Bannig’in ve bol ödüllü Margaret Atwood’un bile başlarına benzer kazaların geldiğini geçenlerde İhsan Yılmaz yazmıştı. Banning bir imza gününde sadece iki, Atwood ise bir kitap imzalamış. En matrağı da, Stephen King’in ‘Korku Ağı’ romanı için düzenlenen imza gününe sadece şişko bir çocuğun gelip, korku edebiyatının büyük ustasına, ‘Dostum, şu Nazi kitapları hangi raftadır, biliyor musun?’ diye sormasıdır.
İstanbul Kitap Fuarı’nın benim açımdan en büyük kazancı, Haydar Ergülen’in ‘Kuşların Göğü Önünde’si oldu. Kitap, fuarın ilk günü Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlandı. Haydar Ergülen cân dostlarımdandır, büyük şâirdir, son yılların en leziz denemeleri de onun kaleminden çıkmıştır. Haydar’ın şiirlerinin ve denemelerinin edebiyatımıza bir ‘vefâ semti’ kazandırdığını daha önce yazmıştım. Ayrıca, güzel insandır, merhametlidir, sokak kedilerinin de Haydar ağabeyidir. Şiiri, ‘…eski bir yangın / dışı harf içi ahşap’ diye kendisi tanımlıyor; bazılarının şiirleri için aynı şeyi söyleyemem ama, Haydar’ın şiirleri ‘yangın’dır, okurunu da ‘yakan’. Fuar dönüşünde, ‘Kuşların Göğü Önünde’yi sabahın alaca karanlığına kadar birkaç defa okudum. Tuhaftır, ‘taşra flörtü’nün şeker şurup renklerini unutmuştum, onun ‘Koyu Tabiat’ şiiriyle yeniden anımsadım. İnsanın sevdiğine ‘sen rüya kok isterim’ diyebilmesi için Haydar olması gerekiyor. ‘Cumhuriyet Meyhanesi’ şiiriyle yıllar öncesine yuvarlandım. Ben pek sevmezdim ama, bir ara Mürşit Sertal ve Mustafa Irgat Cumhuriyet Meyhânesi’ni ‘yuva’ yaptıklarından, ‘mecburen’ giderdim. Haydar, ‘Cihat Burak cumartesi / Cumhuriyet’e çıkardı’ diyor. Cihat Burak sıkı bir kediciydi, kedilerin onun peşinden meyhâneye girmesi nedeniyle, resmin ve hikâyeciliğin büyük ustasının ilk mektepten terk garsonlar tarafından azarlandığını söylediklerinde, Cumhuriyet’e gitmeyi bırakmıştım. Buna karşın, onun ‘Cumhuriyet Apartmanı’, ‘Balat’ ve ‘Cumhuriyet Meyhanesi’ gibi şiirlerinde İstanbul, ‘tarihin üstüne yıkılacakmış gibi durduğundan’, hepimizi şehre üzüm sumasıyla ve anasonla bağlıyor.
‘Kuşların Göğü Önünde’den iki gün önce de Haydar Ergülen’in İthaki Yayınarı’ndan çıkan denemeler kitabı ‘Âşıklar Cemi’ni postacımız getirmişti. Sadece içinden iki deneme okuyabildim ama, yıllardır ihmal ettiğim ‘Namık Kemal’in Husûsî Mektupları’nın ilk cildini bitirdiğimde, ‘Âşıklar Cemi’ni hem okuyacağım hem de isimleri geçen türküleri yeniden dinleyeceğim. Haydar, kitaptaki ‘Ses bir, ki…’ başlıklı denemesinde, Adnan Özer’in ‘Çıngırağın Ölümü’ şiirinin ilk dizesinin kendisini çok etkilediğini söylüyor. Haklı. Ne kadar hakiki şâir varsa, hepsi de ses evinde doğmuşlardır. Bu vesileyle, epeydir Adnan Özer’den yeni bir şiir kitabı beklediğimi de not düşeyim. Şiirimizin Adnan gibi Haydar gibi ses evinde doğanlara çok ihtiyacı var.
Bu yıl içinde yayımlanan şiir kitaplarının büyük bir kısmını okudum. Haydar Ergülen’in ‘Kuşların Göğü Önünde’si, okuduklarım arasında, bana göre ‘yılın şiir kitabı’; Karar gazetesinin geleneksel soruşturmasına da aynı yanıtı vereceğim...
MISRALARA GÖMÜLEN ‘ARKADAŞLAR MEZARLIĞI’
Haydar’ın şiirlerinden sık sık dostlarımız geçiyorlar. Bu suretle onlara ‘zarfsız kuşlar’ ile selâm da göndermiş oluyoruz. Enis Batur, Selçuk Altun, Ender Emiroğlu ve Tozan Alkan şiir olmuşlar. Maalesef kaybettiklerimiz daha fazla, sanki bir ‘arkadaşlar mezarlığı’ gibi. En başta da ‘Sansar Seyhan’ var, ayık kafayla da ölünmez ki! Ayrıca, Haydar’ın şiirleri ‘içinden şarap geçen şiirler’dir, ama sufiseyseniz şarabın gerçek anlamını da biliyorsunuz demektir. ‘Sufiler sırlara şarap diyorlar / kalp kendinden geçer sır şarabıyla / bizim kadehimiz dostun kalbidir / doldurup içeriz aşkın nuruyla’. ‘Kuşların Göğü Önünde’ki şiirler, sarhoşluğu da ayıklığı da gerçek olanlaradır. Bir de, İstanbul’u, sokak kedilerine ve sokak köpeklerine ‘Merhaba!’ çekerek dolaşanlara.