Dümeni Köstence’ye kırmak artık serbest

Öyküleriyle tanınan yazar Ahmet Büke’nin ilk romanı ‘Deli İbrahim Divanı’ kitabı Can Yayınları tarafından okura sunuldu. İlk romanında sivillerin girmesi yasak olan Köstence Adası’nda bir dünya kuran yazar Büke “Ada gerçek ama adada yaşananlar kurmaca. İzmir’de askerlik yapıp oraya gidenler hariç hiçbirimiz adanın son elli atmış yılını bilmiyor. Burnumuzun dibinde ama bilmediğimiz bir mekânda başlayan ve biten bir hikâye fikri hoşuma gitti sadece” diyor.

ZEYNEP DELAV

Çağdaş edebiyatın en sevilen ve beğenilen öykücüleri arasında Ahmet Büke. Yedi öykü kitabı ve birçok çocuk ve ilkgençlik kitapları mevcut. Yokluk, ölüm gibi değişmeyen, değişmeyecek olan şeyleri konu eder öykülerine her zaman. Kullandığı yerel ise ağız yazı üslubunun en büyük özelliği... ‘Deli İbram Divanı’, Ahmet Büke’nin sekizinci kitabı ve ilk romanı olarak yakın zamanda okurla buluştu. Yakın tarihe ayna tutan roman, 1950’lere, Türkiye’nin çok partili döneme geçtiği, Demokrat Parti’nin kurulduğu yılları anlatıyor. Ege Denizi ve Köstence adası ise romanın adeta kahramanı olarak karşımızda. Yazar Büke ile ilk romanı hakkında KARAR okurları için söyleştik.

Bize biraz Deli İbram Divanı’nın ortaya çıkış hikâyesinden bahsedebilir misiniz?

Aslında aklımda bir adada yaşayan bir ailenin kuşakları aşan öyküsünü yazmak vardı. Belki Varamayan gibi uzunca bir öykü olur en fazla diye düşünmüştüm. Oturup 4-5 sayfayı da yazdım. Ama sonra düşündüm ki, ada hikâyesi denizden bağımsız anlatılamazdı ve ben denizcilik, deniz kültürü konusunda çok az şey biliyordum. Öyküyü bir yana bırakıp okumaya başladım. Önce deniz edebiyatına daldım sonra denizcilikle ilgili elime ne geçerse okumaya geçtim. Denizcilik tarihi, kuramları hatta deniz sporları ile ilgili tezler, makaleler, dergi-gazete arşivleri de dâhil çok şey karıştırdım, notlar aldım. Denizci arkadaşlarım oldu bu sırada. Onların teknelerine gidip işlerine yardım ettim, birkaç seferde dümen tuttum falan. Bütün bunlar neredeyse bir buçuk yılımı aldı. Sonra başlayıp unuttuğum öykü aklıma geldi. Oturup yazdım. Bir buçuk ay sonra bir roman duruyordu karşımda.

Roman denizcilikle ilgili oldukça ayrıntılı araştırmalarınızın olduğunu ve sıkı bir mesai yaptığınızı düşündürtüyor. Sözgelimi, balık tutmayı ve denizcilik terimlerini en ince ayrıntısına kadar anlatıyorsunuz. Bütün bunları şahsen tecrübe ettiniz mi? Taşçılık yaptınız mı mesela?

Pek çoğunu okudum. Ayrıca internet bu konuda bir derya gibi adeta. Hem Türkçe hem de farklı dillerde büyük bir içerik var. Özellikle video paylaşım sitelerinde. Günlerce bu videoları da izledim. Ama daha özel konular için bu işi yapanları arayıp buldum. Örneğin romanda geçen ‘çökertme’ dalyan İzmir çevresinde tarihsel olarak yapılan bir avlanma aracı. Özellikle Karaburun’da bu işi yapan aileler hâlâ var. Onları uzun uzun izledim. Bu arada su altını da merak etmiştim. Bana bilabedel deneme dalışı yaptıran dalış hocası ve dalgıç bir arkadaşım olmuştu, Barış Şendemir. Onun ailesi de çökertme dalyancılığı yapmış. Barış’ın başına deyim yerindeyse çöktüm. Saatlerce ses kaydı aldım. En ince ayrıntısına kadar anlattırdım. Sonra bu bilgilerle gidip dalyancıları izledim günlerce. Elime hiç taş almadım ama taşçının attığı o taşın kalbinin içindekileri bile hissedebilir haldeydim.

Deli İbram Divanı’nda İzmir’in en bilinmeyen yerinden başlayarak şehrin tarihini de anlatıyorsunuz. Romana konu olan Köstence Adası hali hazırda sivillerin girmesi yasak olan askeri ada. Sizin oluşturduğunuz dünyanın tarihsel gerçekliği nasıl? Örneğin çok önceleri ada halkı gerçekte de balıkçılıkla mı uğraşıyor?

Ada gerçek ama adada yaşananlar kurmaca. İzmir’de askerlik yapıp oraya gidenler hariç hiçbirimiz adanın son elli atmış yılını bilmiyor. Burnumuzun dibinde ama bilmediğimiz bir mekânda başlayan ve biten bir hikâye fikri hoşuma gitti sadece.

Roman, denize olan sevdanızdan mı yola çıktı yoksa yazmak için denize sevdalanmak mı gerekiyordu?

Ben kara çocuğuyum. Tersi olsun çok isterdim ama denizle fiziken temasım bile çok geç oldu. Ama denizci doğulmaz, denizci olunur derler. Çok doğru. Denizcilik kültürü herkesi sarıp sarmalayacak kadar zengin ve çekici. İçine biraz merakla bakmak yeterli. Üstelik biz tür olarak denizlerden geldik. Genlerimizin derinliklerinde hâlâ eski yurdumuz olan denizlerin sesi çınlıyor. O bizi çağırıyor durmadan.


Denizcilik üzerine bir klasik olan Moby Dick ile ilgili olarak; Ahab ve Moby Dick arasındaki çatışmanın birey ile doğa, Ahab ve gemi mürettebatı arasındaki çatışmanın birey ile toplum arasındaki gerilimi yansıttığı; Ahab karakterinin 20. yüzyılın diktatörlerinin habercisi olduğu; geminin Amerikan toplumunu, acımasız Ahab’ın ise acımasız kapitalizmi ifade ettiği şeklinde okumalar yapılmıştı. Deli İbram Divanı ise adaletsizliği, gelir eşitsizliğini deniz, doğa özetle coğrafya üzerinden anlatıyor. Üstelik dolu dolu bir tarih eşliğinde. Romanınız Türk Denizciliği kapsamında bir klasik olsun ister misiniz?

Yazarlar yazdıkları her şeyin kalıcı olmasını ve klasikleşmesini isterler ama kazın ayağı öyle değil tabii. Çoğumuz daha yaşarken unutulacağız, daha gözlerimizi yummadan kitaplarımızın artık kimse tarafından okunmadığını göreceğiz. Bunu baştan bilmekte yarar var. Öyle olunca yazmanın hazzına odaklanabiliyor insan. Yazar için yazdığı an, onun verdiği mutluluk var sadece. Bu da yerince güzel zaten.

Son olarak okurlarınıza neler söylemek istersiniz?

Eğer şimdiye kadar ilgilenmedilerse denizcilik kültürüne merak salmalarını dilerim. Kendilerini alamayacaklar bu büyülü dünyada.

MOITESSEIER ASLINDA RUHEN BİZİM GİBİ DOĞULU

Bildiğiniz üzere 1968’de Sunday Times’ın düzenlediği yarışa Fransız denizci Bernard Moitesseier de katılır. Yarışmacıların hiçbir yerde durmadan ve tek başlarına bir dünya turu atmaları gerekmektedir. Oldukça çetrefilli bir yolculuğun notlarıdır aslında Uzun Yol. Siz de böyle bir yolculuğu tecrübe ederek yazmak ister miydiniz? Ya da bundan sonra böyle bir plan yapmak gibi düşünceniz var mı?

Bernard Moitesseier benim şu dünyada en çok hayran olduğum insanların başında gelir herhalde. Onun müthiş yaşamını, unutulmaz macerasını anlattığı Uzun Yol kitabını herkese okutmak isterdim. Dünyada denizcilik konusunda belli ekoller var. Biraz snop ve kalburüstü denizcilik olan Anglosakson denizciliğinin karşısında Fransız halk denizciliği duruyor. Bence Moitesseier onun kurucularından. Denizler herkesindir. Zengin ya da yoksul olmanız fark etmez, herkes denizi sevebilir; büyük ya da küçük teknesini rüzgârın kalbine bırakıp seyre çıkabilir bu yaklaşıma göre. Moitesseier denizcilik eğitimleri de vermiş birisi. Öğrencilerine pusula bile kullanmadan denizde hislerini kullanarak yönlerini bulmayı öğretişmiş sürekli. Denizle ve doğa ile bir bütün olmayı savunan bu adamın Uzak Doğu’da çocukluğunu ve gençliğini geçirdiğini unutmayalım. Denizciliği oralı balıkçılardan ve denizcilerden öğrenmiş. Aslında o da bizim gibi ruhen Doğulu birisi. En büyük hayalim günün birinde onun gibi solo yelken seyri yapmak. tamamlıyor.


Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Kültür Sanat Haberleri