HALİL TURHANLI
Kitabın sonsözünü söyleyen Isiah Berlin, ‘çelişkili bir şahsiyet’ olduğunu belirttiği Sorel’i sınıflandırmanın mümkün olmadığı görüşünü ileri sürerek bu sebeple onun Marx, Nietzsche, Darwin, Dostoyevski’nin de aralarında bulunduğu ‘ondokuzuncu yüzyılın öteki ideolog ve peygamberlerinden’ farklı olduğunu kaydediyor.
Georges Sorel yirminci yüzyıl entelektüel dünyasının hayli kötü şöhretli bir simasıdır. Her şeyden önce o aşırılıklar çağının insanıdır. Düşüncelerin keskin karşıtlıklar halinde ayrıştığı, kutupsallaştığı, aniden eylem olarak hayata yansıdığı ve çatışmalara dönüştüğü bir dönemdir söz konusu olan. Sorel bu çağın temsilcisidir.
Telemak Kitap 424 Sayfa-45 TL
Politik pozisyonları fazlasıyla değişkendi. Bütün yaşamı boyunca politik yelpazenin bir uçundan diğer ucuna yol katetti, yaşamının değişik evrelerinde farklı, hatta birbirine zıt görüşleri savundu. Ama bu değişkenlik onun özgün bir kuramcı olmasının da nedenidir.
Sorel ‘devrimci şiddet’in savunucusu ve kuramcısı olarak anılır. Müzakereyi reddetmiş, içgüdü ve sezgiye dayalı eylemi öne çıkarmıştır.
Tam da bu nedenle şiddet yerine parlamenter mücadeleye bağlanan Jean Jaures gibi demokratik sosyalistleri kıyasıya eleştirmiştir. Şiddete sırt çeviren demokratik sosyalistlerin halkın devrimci hareketliliğinden ve dinamizminden rahatsız olduklarını, ezilen sınıfları denetim altında tutmak istediklerini belirtmiş ve “burjuva ideolojisiyle beslenen” sosyalistler olarak nitelemiştir. Ama onun faşizmin ideolojisine de katkıda bulunduğu ileri sürülmüştür. İkisinde de belirli dozlarda doğruluk payı vardır. 1890’larda Marx’dan etkilenen Sorel sol kanat gazetelerinde yazmaya başlamıştı. Sonra mistik milliyetçiliği benimsedi. Dreyfuscu oldu, vazgeçti karşı-Dreyfuscu kampa katıldı.
Yukarıda Sorel’in aşırılıklar ve karşıtlıklar çağının temsilcisi olduğunu yazdım. Bu yargı onun aynı zamanda döneminin özgün bir kuramcısı olduğu gerçeğini kabule engel değil. Gerçekten oldukça farklı ve güç anlaşılır bir kuramcıydı. Çok konuşulan, çok alıntılanan sık gönderme yapılan ama karmaşık düşünceleri derinlemesine analiz edilmeyen bir düşünürdü; çünkü siyasi görüşlerindeki birbirine zıt değişikler düşüncelerini karmaşıklaştırdığı ölçüde zenginleştirmiştir de.
Zor anlaşılır bir kuramcı olması da bu zenginlikten dolayıdır. İdeolojik, politik yön değişiklikleri onun yaratıcı enerjisini harekete geçirmiştir.
Söz konusu değişkenlikten dolayı Avrupa’nın politik ve entelektüel dünyasında ona belirli bir yer bulabilmek oldukça zordur. Ancak şu da var: O hangi siyasi görüşü savunmuş olursa olsun, bütün bu değişen siyasi duruşlarının ortak bir zemini mevcuttu. Bir bakıma Nietzsche gibi on dokuzuncu yüzyıl burjuva toplumuna tepkide bulunuyordu. Paris’deki burjuva yaşamından, o sınıfın gösterişinden, paraya düşkünlüğünden, açgözlü ve bencil oluşundan nefret ediyordu. Ona göre burjuvazinin sahip olduğu söz konusu olumsuz nitelikler bütün toplumu etkisi altına alıyor ve yozlaşmaya neden oluyordu.
On dokuzuncu yüzyılda Avrupa’da ‘aklın krizi’nin yaşandığı, Sorel’in de bu krizin sonucu olarak ortaya çıkan felsefi irrasyonalizmi ve kültürel kötümserliği temsil eden düşünürlerden biri olduğu ileri sürülmüştür. Onun karşı çıktığı ve eleştirdiği Max Weber’de savunusunu bulan, kapitalizmin ekonomik ve kültürel yaratıcısı kabul edilen araçsal akıldır. Ayrıca rasyonalizmi yücelten bilime de araçsallaştığı gerekçesiyle karşı çıkmış; araçsal aklın yerine insanın eylemlerine güç ve yön veren dinamikler olarak irade ve sezgiyi ikame etmiştir.
Telemak Kitap Sorel’in konusunda klasik mertebesine erişmiş kitabı ‘Şiddet Üzerine Düşünceler’in geçtiğimiz aylarda yeni baskısını yayımladı. Anahid Hazaryan’ın Türkçeye aktardığı kitabın sonsözünü Isaiah Berlin söylüyor. Berlin’in daha önce ‘Akıntıya Karşı: Fikirler Tarihi Üzerine Denemeler’inde yayımlanmış olan ve Sorel üzerine yazılmış en güçlü metinlerden biri olan makalesini kitabın sonuna eklenmiş.
‘ÇELİŞKİLİ BİR ŞAHSİYET’
Berlin, sonsözünde Sorel’in ‘çelişkili bir şahsiyet’ olduğunu belirttikten sonra onun Marx, Nietzsche, Darwin, Dostoyevski’nin de aralarında bulunduğu ‘ondokuzuncu yüzyılın öteki ideolog ve peygamberlerinden’ farklı olduğunu vurguluyor. Neden farklıydı?
Berlin’e göre diğerleri ‘güvenli bir biçimde etiketlenip sınıflandırılmışlardır’. Sorel’i ise sınıflandırmak mümkün değildir. Oysa Hayek, ‘Kölelik Yolu’nda bunun tam aksini yapar, sığ bir okumayla Sorel’i sınıflandırmaya çalışır. Neoliberal düşünür onun tıpkı Nazilerin ırk öğretisi, Mussolini’nin korporasyoncu devlet kuramı gibi totaliter sistemlerin ihtiyaç duydukları türde bir doktrin yaratmış olduğunu ileri sürer. Bu yalınkat iddia Walter Benjamin gibi ortodoks Marksizmin olabildiğine uzağındaki bir düşünürün ‘Şiddetin Eleştirisi’ metninin entelektüel arkaplanında neden Sorel’in bulunduğunu bize açıklayamaz.