MEHMET ÇAPKAN
Şeyh Bedreddin’den sonra yeni monografiniz Cem Sultan üstüne. Neden ‘Öteki Padişah’ı anlatma ihtiyacı hissettiniz?
Geçmiş anlatılarının iktidarı kutsayan (ki bu, günümüzde de devam eden bir maraz) tavrı, her şeyden evvel bir okur olarak beni cezbetmiyor. Saray tarafından yazılmış kronikleri kilit parkına kapatmıyorum pek tabi. Ama egemen yorumun her zaman doğruya götürdüğünü de düşünmüyorum, tıpkı kitlelerin daima ideali oylamaması gibi. Bence aslolan; geçmişte ve bugünde yaşanmış/yaşanan hadiselerin arkaplanına bakmak, görebildiğiniz açılardan koordinatları hesaplamak. Hikâye; Sultan Cem de Sultan Bayezid gibi meşru bir aktörse o zaman ‘primus inter pares’in yani ‘eşitler arasında birinci’nin, zaferini hangi yöntemlerle elde ettiğini sorgulamamla başladı aslında.
Fatih Sultan Mehmed sonrası tahta çıkan II. Bayezid meşru değil mi yani?
Hayır kastım, Bayezid’in yasa ve töreye aykırı bir muktedir olduğu meselesi değil. Padişah çocukları arasında Osmanlı tahtına çıkan da taç giymiş olanı indiren de meşrudur. Sonuçta Bayezid, Bizans entrikasıyla derin İstanbul’un vardığı mutabakat sonucu sultan oluyor. Nitekim kendisinin otuz bir yıllık saltanatı da küçük oğlu Şehzade Selim tarafından tertiplenen askerî bir müdahale neticesinde sona erecek, yönetimden el çektirilecek. Böylesi sarkaçların, olağan politik hamleler olduğunu düşünüyorum. Beni, ötekinin peşinde olmaya götüren serüven, kerameti kendinden menkul sesin detone hâli oldu.
‘KAZANAN ULVİLEŞTİRİLİYOR KAYBEDEN YOK SAYILIYOR’
Cem’i görmezden gelen ya da onu şaki diye kodlayan tarih kurgusuna itiraz ediyorsunuz, doğru mu?
Evet, tam da bu zaviyeden kaleme aldım çalışmamı. ‘Büyük Kartal Öldü’den ‘Teslim Ol İstanbul’a değin yazdığım bölümlerde, önem ve konu bakımından uzakta olanı yakınlaştırdım. Çünkü Osmanlı’nın birincil el kaynaklarında kazananı ulvileştiren bir dağarcık, kaybedene karşı da önce öfke sonra yok sayma trendi söz konusu.
Peki, metni oluştururken sizin referanslarınız neydi?
Pekâlâ ben de çıkış noktası olarak; ilk el kronikleri okudum, onlardan yararlandım. Fakat iktidar morfiniyle kaleme alınan Cem chapter’larını kale almadım. Ana hattı, Haydar Çelebi’nin ‘Vakıat-ı Sultan Cem’i, İsmail Hikmet Ertaylan’ın ‘Sultan Cem’i ve Ahmet Refik’in ‘Sultan Cem’i üzerine bina ettim. Burada şu soruyu sorabilirsiniz: “O hâlde senin yaslandığın metinler de tek bir vizörden kaydedilmiş eserler değil mi?” İsimlerin saydığım yazarların Cem’e karşı muhabbetleri olduğu aşikâr, bunu saklamıyorlar da. Kaldı ki ben en sahici ve doğru Şehzade Cem tenkitlerini de bu kitaplardan okudum. Cem’in neden kaybettiğini, mağlubiyetin matematiğini bana isimlerini zikrettiğim bu tarihçiler vazıh bir şekilde izah ettiler.
‘Ben Şeyh Bedreddin’ kitabınızda olduğu gibi bu çalışmanızda da şiiri hatırlamanız, her bölümü bir şairle selamlamanız ‘Öteki Padişah Cem’in hatrına sanki.
Evet, Şeyh Bedreddin’in anlatısını da alttan akan bir nehir gibi şiirle izlemiştim. O çalışmamı Erbain’in sesiyle örmüş, epigraf olarak da Nâzım’ın Simavenî için kaleme aldığı destanının ilgili yerlerini kaydetmiştim. Bu sefer her bir chapter başına sadece Sultan Cem’i yazmış yazarların sözlerini alıntıladım. Ve yine her bölüme bir şair düştü, Cem’in yalnızlığını paylaşan, hüznüne ortak olan. Şehzade’nin şiirle kurduğu belki de kurguladığı dünyasının resmini; Tuğrul Tanyol, Edip Cansever, Cemal Süreya, Celal Sılay, Cihan Taşan, Niyazi Akıncıoğlu, İlhan Berk, Ahmet Muhip Dranas, Enis Batur gibi şairlerin kelimelerinden yaptıkları evin duvarına astım, hepsi bu kadar.
Arka kapakta da geçtiği üzere Sultan Cem’i ‘tarihte çatlak açan bir görkemli kaybeden’ olarak anmanız dikkat çekici.
Teşekkürler... ‘Tarihte çatlak açmak’ fiilini Subcomandante Marcos’un ‘Sözümüz Silahımızdır’ kitabında okumuş ve çok etkilenmiştim. EZLN liderinin ‘tarihin gökyüzünde iz bırakarak kayan bir yıldız’ benzetmesi, beni Cem’in hayatına uladı. Bir başka kitap, ‘Beautiful Losers da bana ‘görkemli kaybeden’ terkibinin sanki Fatih’in oğlu için söylendiğini düşündürdü. Leonard Cohen’in “Lütuf nerede bugün? Şekerler neden Tarih’e yedirilmemiş?” sorusu bir projeksiyon gibi vakayinamelerin üstüne tutulduğunda bir case study aslında.
Peki, son olarak siz Cem’in ağzından hangi şiiri okumak isterdiniz?
Oktay Rifat’ın teşbihiyle şehzadeler arasında hiçe en benzeyen Cem, bana göre İsmet Özel’in seslendiği gibi ‘aynı adam’dır: “Tozludur saçlarım, saçlarımdan/devrilmiş sarayların dumanları savrulur/yüzüm yanıktır/yüreğime bir karanfil sokuludur/ve partizanca darbelerin dünyaya ilen şavkı/benim göğsüme göğsüme vurup durur/Ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum/bahar da sürgülenir içime katranlar da/hem koşarak yarattığım sevgiler vardır/hem körlenmiş sevgilerin acısıyla koştururum/Beni sular/kocaman taşları parçalayarak hatırlıyor dağlarda/ve beni hatırlatıyor çeltik tarlalarında aynı sular/umutlu sakinlikleri/lohusalıklarıyla.”
Samet Altıntaş
‘HAKİKATLE İMGEYİ BİRBİRİNE KARIŞTIRDI’
Basit bir soru sorayım: Cem, neden kaybediyor?
Cem, vali olarak Konya’ya giderken, yola literatüre girecek adıyla söylersem ‘Cem Şairleri’ ile birlikte çıkıyor. Şehzadenin buradaki günleri taze bir rüya serinliğinde. Babasının tahtına imparatorken doğduğunun bilincinde, arkasında Karamanî Mehmet Paşa gibi etkin ve etkili bir bürokratın olduğunun farkında. Şartlar, onun lehine ve her şey yolunda, rayında seyrediyor. Tabi 1481’de Fatih’in vefatı sonra işler, Cem’in beklediği gibi gitmiyor. İstanbul muhafızı İshak Paşa’nın yönlendirmesiyle sistem baypas ediliyor. Yeniçeri tahrik edilip, sokağa salınıyor ve tertiplenen bu ‘kontrollü isyan’ın neticesinde, Cem’in belki de en büyük destekçisi, manevi himayedarı Karamanî Mehmet Paşa öldürülüyor, hem de feci bir biçimde. Sonrasında Şehzade’nin kurduğu kimi diyaloglar bence karakuşi yöntemler, Karamanoğulları’ndan Rodos şövalyelerine uzanan bir repertuvar söz konusu burada. Hâliyle başka da seçeneğinin kalmadığı anlaşmalar neticesinde varolan karizmasını eksilten Cem, kaçmak zorunda kalıyor. Tüm bunların haricinde şunu söylemek isterim: Cem, hakikatle imgeyi birbirine karıştırdığı için kaybediyor. Çünkü şair...