RAŞİT YILDIRIM
2019 yılında kurulan ve kısa sürede Türkiye’nin önde gelen müzelerinden biri haline gelen Kenan Yavuz Etnografya Müzesi, ilk olarak 2021’de Avrupa Müze Forumu’nun Silletto Yılın Müzesi ödülünü alarak dikkatleri üzerine çekti. Avrupa Birliği’nin de dikkatini çeken müze bu yıl da müzecilik dünyasının önemli ödüllerinden 2022 Yılı Avrupa Birliği Kültür Mirası Europa Nostra ödülüne layık görülerek büyük başarıya imza attı. Türkiye’ye büyük gurur yaşatan bu müzenin ardında ise bir çiftçi çocuğu olan, yıllar içinde iş yaşamında kazandığı başarıların ardından bütün birikimini doğduğu topraklara aktararak köklerine sahip çıkan Bayburtlu iş insanı Kenan Yavuz yer alıyor. KARAR okurları için Bayburt’a giderek, hem geleneklerimize sahip çıkan hem de yaşayan bir mekan olan müzeyi yerinde görmekle kalmadım, müzecilik ve iş dünyasına örnek bir insan olan Yavuz’la bu başarı hikayesini konuştum.
Kenan bey, başarılı bir iş insanıyken bu müze ilginiz ve merakınız nasıl başladı?
Her yıl mutlaka ziyaret ettiğim köye geldiğimde nüfusun azaldığını, haneler kapandığını, mimari dokunun bozulduğunu, eskiye ait şeylerin yok olduğunu görüyordum. Eşyalarla birlikte ne yazık ki anılar da yok oluyordu. İnsanlar eskiye ait eşyalarını hurdacıya satıyor veya çöpe atıyorlardı.
Bu eşyaların yok olmasını gözlemlemek beni çok tedirgin ediyordu. İlk olarak 2011’de bahçede bir depo alanı yaparak yok olmaya yüz tutan tarım aletlerini depolamaya başladım. O aşamada sadece koruma güdüsü ile harekete ediyordum. Eşyaları düzensiz tutuyor, adeta istifliyorduk.
Peki köydeki insanlar nasıl karşıladı bu koleksiyonu? Tepkileri nasıldı?
Eski eşyaları toplamaya başladığımı gören halk bu durumu ilginç buldu. Bir süre sonra depoyu görmeye geliyorlardı. Ardından kendiliğinden eski eşyalarını getirmeye başladıklarında artık depoyu büyütme ihtiyacı hasıl oldu. Depoyu büyüttüm ve eşyaları daha düzenli depolamaya başladım.
Ziyaretçiler arttı, gelenler bana teşekkür ediyor, dualar ediyorlardı. İnsanların bu ilgisi de tabii bizi motive ediyordu. Peşinden köydeki baba evimin aynısını bahçeye de yaptım. Depolama alanı ve evle birlikte artık küçük bir kompleks olmuştu. Bu arada eski eşyaları toplamanın yasal izne tabi olduğunu öğrenince 2013’te Kültür Müdürlüğü’ne müracaat ederek ‘koleksiyoner’ belgesi aldım ve Mekanımıza ‘Kültür Evi’ adını verdik. Çocukluğumda kendim sinemanın özlemini duyduğumdan, köy çocukları için bahçede de sinema etkinlikleri başlattım. Küçük kompleksimize bir köy evi ilave ettik, bir su değirmeni getirdik ayrıca içinde yaşayacağımız bina (konak) inşa ettik…
Baba evinin bahçesine kurulan ‘Kültür Evi’nden dünyanın önemli ödüllerini alan bir müzeye… Bu büyük dönüşüm nasıl başladı?
Yaptığımız çalışmalardaki gelişme Kültür Müdürlüğü’nün de dikkatini çekiyordu, bir süre sonra müdürlük müze koşullarına ulaştığımızı söyledi. Sonra 2019’un Eylül ayında Kültür Müdürlüğü’nün de desteğiyle müze statüsü kazandık. Bu süreçte müdürlüğün önemli katkısını özellikle anmalıyım, çünkü gerekli dilekçe ve evrakı onlarla birlikte hazırladık.
Müze olduktan sonra neler değişti? Neler yaşadınız bu yeni başlangıçla birlikte?
Müze statüsü kazanmış olmamız bizim için çok önemli bir dönüm noktası oldu tabii. “Madem müze olduk bir şeyler daha yapmalı, müzeciliğimizi de geliştirmeliyiz” diye düşünmeye başladık.
İlk iş olarak, ailece müzeciliği araştırmaya, yurt içinde ve dışında müzeleri gezmeye, incelemeye başladık. Kesinlikle yeni bir başlangıç oldu. Bu farkındalığın etkisiyle, 2020’nin başlarında bir de vakıf kurduk ve sekiz kişilik bir Danışma Kurulu oluşturduk. İlk toplantımızı aynı yıl kurulla birlikte Bayburt’ta gerçekleştirdik. Valiyi ve rektörü de toplantımıza davet ettik. İlk toplantıda Avrupa Müze Ödülü sürecini başlatma, müzeyle uyumlu butik bir konakla tesisi kurma ve temel dokudan, kimlikten taviz vermeme kararları aldık. Bugün karar organı olarak kullandığımız bu kurulla toplantılarımız online olarak sürdürüyoruz.
İstişare günümüzde herkeste görülmeyen bir özellik. Bugün dönüp baktığınızda, bu istişareleri yapmasaydınız müze bu başarıya ulaşabilir miydi? Ne düşünüyorsunuz? İstişarenin yanı sıra hangi ilkeler önemli sizin için?
Açık yüreklilikle söyleyebilirim ki, bu kurul olmasaydı başarmamız mümkün değildi. Başka önemli ilkelerimiz de var tabii. Bizim için kurumsal kimlik çok önemli. Biz vakıflaşmayı, yönetim kurullarını ve danışma kurullarını harekete geçirerek kurumsal bir kimlik de oluşturduk aynı zamanda. Kurumsal kimlik de başarıya giden yolda çok önemli bir adım.
SİLLETTO ÖDÜLÜ BÜYÜK MOTİVASYON SAĞLADI
2011’de aldığınız ilk ödül, Avrupa Müze Ödülü Silletto Ödülü dünyanın saygın ödüllerinden biri. Bu süreç nasıl gelişti? Başvururken ödülü alma umudunuz var mıydı?
Kurul kararını takiben Avrupa Forumu’na müracaat sürecini başlatmıştık. Bu süreçte oğlum Furkan’ın da çok önemli katkıları oldu. Formları doldururken zaman zaman, bizim standart müzecilik tanımlarının dışında kaldığımızı da gördük. Oldukça zorlandık fakat yaptıklarımızı olduğu gibi şeffaf bir şekilde açıkladık. Kısa sürede müracaatımızı yaptık. Eylül 2020’de denetime geldiler. Aralık 2020’de ise finale kaldığımızı öğrendik. Türkiye’den bizim dışımızda Troya ve Eski Odun Pazarı müzeleri de finale kalmıştı. Mayıs 2021’de de bizim büyük ödüle hak kazandığımız açıklandı.
Hangi gerekçelerle size verildi ödül? Ve bu ödülü kazanmak sizi nasıl etkiledi? Neler oldu ardından?
Ödülün müzemize kültür derinliğini görünür kılması, yerel halk ile entegrasyonu, çevreye sosyal- ekonomik katkı sağlaması ve özgün yapısı nedeniyle verildiği açıklandı. Bu ödül tabii çok büyük bir motivasyon sağladı. Kamuoyunda bilinirliğimiz inanılmaz seviyede arttı. Bu motivasyonla Eylül 2021’de butik konaklama tesisi olan Loru Han inşaatımıza başladık. Selçuklu Han mimarisi yaklaşımı ile başladığımız proje rekor denilebilecek kadar kısa bir süre içinde, yedi ayda tamamlanarak 2022 yılı sezonunda hizmete açıldı. Ziyaretçi sayımız 3-5 binken 30 bin gibi rakamlara çıktı. Dijitalleşme, internet ve sosyal medya çalışmalarımız da hızlandı. Yerel sanatçılar ve yerel müzikle onlarca etkinlik yaptık. Ama bu ödül Bayburt dışındaki sanat ve kültür çevrelerinden de önemli ses getirdi. Devlet sanatçısı Gülsin Onay tebrik mesajı yayınladı, sonra kendi isteği ve arzusu ile müzede iki yıl peş peşe konser verdi. Serhan Bali ve ekibi, Burcu Soysev ve İstanbul Opera Topluluğu müzemizde piyano ile Anadolu ezgilerini yorumladılar mesela. Böylece Bayburt kültürü evrensel kültürle de kucaklaşmış oldu. Bu etkinlikler yurt içinde ve dışında çok büyük ses getirdi.
Köyünüzdeki eski eşyaları, kültürü korumaya çalışırken dünya çapında bir işe imza attınız…
Evet, aslında bir aile hikayesi olarak başlayan proje, zamanla bir köy ve Bayburt projesine evrildi. Çocukluğumuzu ve kendi yaşamımızı müzeye taşıdık. Bu müze şimdi bir Anadolu projesine dönüşüyor. Bir Anadolu projesi olarak da evrensel kültüre katılacağımızı görüyoruz.
Yavuz’a ‘Europa Nostra’ ödülü geçen hafta Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’daki tarihi devlet opera binasında düzenlenen törende takdim edildi.
İKİ ÖNEMLİ ÖDÜLÜ BİRDEN TÜRKİYE’DE ALAN İLK MÜZEYİZ
İlk ödülünün başarısı hala konuşurken dünya çapında bir ödül daha kazandınız. Europa Nostra Ödülü süreci nasıl gelişti?
Avrupa Birliği, kültür mirası ile ilgili olarak her yıl dört kategoride ödül veriyor. Kendileri 2021 sonbaharında bize ulaşarak müracaatta bulunmamızı önerdiler, biz de müracaat ettik. Haziran 2022 de ‘yurttaş farkındalığını arttırma’ kategorisinde büyük ödüle hak kazandığımız açıkladılar. Böylece, dünyada kültür mirası alanında bu iki büyük ödüle birden sahip olan Türkiye’deki ilk müze olduk.
Yaptığınız çalışmaların bölgedeki insanlara katkısı ne oldu?
Kesinlikle. Aldığımız ödüllerde yerel halkla kurduğumuz ilişkinin önemli bir etkisi var. Bizi ziyaret eden halk teşekkür ediyor ve dua ediyor öncelikle. Müzemize anıları olan eşyalarını veriyorlar. Bizim projemizden sonra apartman yapmaktan vazgeçerek, taş evler yapılmaya başlandı. Eski eserleri, eşyaları sahiplenme bilinci arttı. Ayrıca öğrencilere dönük uygulamalı eğitimler de yapıyoruz. Bölgesel değerlerimizle ilgili yüksek lisans ve doktora çalışmalarının ilgi odağı haline geldik.
BÖLGEMİZ CAZİBE MERKEZİ OLACAK
Sizi başarılı stratejilere imza atan bir iş insanı olarak da tanıyoruz. Oradaki deneyiminizden yola çıkarak, müzenin gelecek 10-15 yılı için de stratejik hedefleriniz var mı?
Elbette. Köyümüzü turizmde bilinen bir yer haline getirmek var mesela. Bölgeyi bir turizm aksı haline getirmek istiyoruz. Yakın çevrede Satala Antik Kenti var, orada kazılar başladı. Gökçedere ise Akkoyunlular tarihinde önemli bir merkez, bir külliye var. Bayburt Kalesi de bilinen bir miras. Otlukbeli savaşları bu coğrafyada yaşandı. Gümüşhane’yi de katarsak bölgesel bir kültür kümelenme alanı ortaya çıkıyor. Ayrıca bölge edebiyatıyla ilgili de hedeflerimiz var, Dede Korkut gibi şahsiyetleri daha bilinir hale getirmek gibi. Diğer yandan betonlaşmayı önlemek, taş veya ahşap yapılaşma kültürünü hâkim kılmak, kadın ve çocuklara yönelik sosyal çalışmalar yapmak, köyün gençleri için sosyal imkanlar hazırlayarak köyden kente göçün önüne geçmek, bölgeyi sanatçılar ve kültür elçileri için bir cazibe merkezi haline getirme hedefimiz var.
FARKIMIZ ‘YAŞAYAN’ ETKİNLİKLERİMİZ
Türkiye’de müzecilik anlayışına bir farklılık ve yenilik, kendinize özgü bir yaklaşım kattınız. Müzeyi, ‘Bize gelen bizi yaşar’, ‘Yaşayan ve yaşatan müze’, ‘Taşların konuştuğu mekân’, ‘Köklere dönüş’, ‘Samimiyet müzesi’ gibi mottolarla ifade ediyorsunuz. Bu farklılıkları bölgede fiili olarak nasıl gösteriyorsunuz?
Farklılığımızı bazı etkinlikleri hayata geçirerek fiilen gösteriyoruz. Mesela geleneksel düğün merasimlerinde köye gelen gelin önce bizim müzemize getiriliyor. Gelin direği önünde bekliyor ve yöresel adetler fiili olarak uygulanıyor. Konserler ve sıra geceleri de düzenliyoruz. Köy evinde gaz lambası ışığında sohbetten masal dinletilerine, sobada patates közlemekten, hasat, kip eğirme, tandır, hedik şenliklerine ve kuşburnu, mantar toplamaya bölgemizdeki yaşamı deneyimleten birçok etkinlik düzenliyoruz.
Bu etkinliklerin videolarını instagram hesabınızda paylaştığınızı görüyorum. Ayrıca sergilenen mekân ve eserlerin üzerindeki karekodlar var, bunlar ne işe yarıyor?
Bir karekod uygulaması başlattık ancak eserlerimizin hepsinde henüz tamamlayamadık. Tamamlanmış olanlar çok beğeni alıyor doğal olarak. Etkinliklerimizin tamamını mevsimsel şartlara göre de her an tekrarlama şansımız yok çünkü. Ama ziyaretçiler karekod üzerinden girdiklerinde etkinlik videolarını anında izleyerek gördükleri mekânın ve eşyanın yaşanmışlığını görebiliyorlar.
MODERN BİR BİNADA ANTİKA SERGİLEMİYORUZ
Çok sayıda dünya müzesini de gezen bir isimsiniz. Gördüğünüz müzeler ve sizin müzeniz arasında ne tür farklar görüyorsunuz?
Biz uygulamalı müzecilik anlayışını getiriyoruz, diğerlerinden en önemli farkımızın bu olduğunu düşünüyorum. Misafirler özel bir bir izne tabii olmadan kültür deneyimi yaşıyorlar. Bizim etkinliklerimiz de diğer müzelerde görülmez veya çok azı görülür. Diğer bir farkımız yapılaşmamızla ilgili. Diğer müzeler genellikle modern binalarda tarihsel eşyalar sergiliyorlar. Bizde ise binaların kendisi de etnografik. Kullandığımız taşların ve ahşap malzemenin bile yöresel yaşanmışlıkları var. Bir diğer farkımız da eser ve yapıların gerçek, yaşamış sahiplerinin olması. Mesela köy çarşısında canlandırdığımız dükkanları hepsi gerçek bir kişiyi canlandırıyor. Bunların yakınları ve tanıdıkları gelip anılarını bizlerle paylaşıyorlar.
Kenan Bey adanmışlık ruhu içinde büyük fedakârlıklarla gerçekleştirdiğiniz ve Türkiye’nin isminin dünya çapında duyulmasını sağlayan bu proje için sizi tebrik ediyorum. Misafirperverliğiniz için de ayrıca teşekkür ederim. Başarılarınızın devamını diliyorum.
İlginiz için ben teşekkür ederim. Bu projede bize destek olan bütün kurumlarımıza, sanatçılarımıza, kültür elçilerimize ve basın mensuplarımıza, herkese minnettarız…
ÇİFTÇİ BİR BABANIN KÖKÜYLE BAĞINI KOPARMAYAN OĞLU
Kenan Yavuz, 1959 yılında çiftçi bir babanın çocuğu olarak, Bayburt’un Beşpınar Köyü’nde dünyaya geldi. İlkokulu köyünde, orta okulu Bayburt’ta, liseyi Erzincan’da okudu. Bu eğitimleri sırasında hafta bütün sonlarını ise köyünde geçirdi. Ardından Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi’nde lisans eğitimini tamamlayan Yavuz, bu sırada da yaz tatillerini köyünde geçirmeye devam etti. İş hayatına atılan Yavuz, bu süreç boyunca da köyüyle temasını kesmedi. Yavuz, yıllık izinlerinin bir kısmını ailesiyle birlikte her zaman köyünde geçirdi. İş dünyasına 1985’de Mako’da yöneticilikle adım atan Yavuz, 2004’de Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Müdürü olarak Petkim’in özelleştirme sürecini yürüttü. Zarar eden şirketi kâra geçirerek şirketin piyasa değerini yükselterek dikkatleri üzerine çekti. 2008’de şirketin hisselerini alan SOCAR, Yavuz’u hem CEO ve SOCAR Türkiye Başkanı olarak görevlendirdi. Yavuz 2016’ya kadar devam eden bu görevinde, içlerinde rafineri kuruluşu da olan pek çok büyük ve stratejik projeyi hayata geçirerek Türk ekonomisine yüksek katma değer sunulmasına vesile oldu. Yavuz, halen, 1992 yılında kurduğu İrfan Plastik A.Ş aile şirketinin Yönetim Kurulu Başkanı olarak iş yaşamını sürdürüyor. 2019’dan beri ise zamanının büyük kısmını kurmuş olduğu vakıf ve müzecilik faaliyetlerine ayırıyor.