Fotoğraf sanatçısı Ömer Saruhanlıoğlu, çektiği bir fotoğrafı ve hikayesini KARAR okurları için paylaştı.
Saruhanlıoğlu'nun açıklamaları şöyle:
Yokuşu ağır ağır çıktı, yolun kenarındaki kaldırıma oturdu. Göz göze geldik hafifçe gülümsedi, bundan cesaret alıp ben de tebessüm edip selam verdim. Selamımı daha güzeliyle iade etti.
Bandırma’nın limandan yukarı çıkan bitip tükenmez yokuşları insanı yoruyor. Yorgun görünmüyordu ama yine de sordum: Yoruldunuz mu?
Zinde bir ifadeyle “Yoo!” dedi. “Az önce şuracıkta oturmuştum, biraz da burada oturayım dedim.” “Maşallah” dedim. Hatırımı sordu, ben de ismini ve yaşını…
Biraz gururla biraz da muzipçe “Tahmin et” dedi. “Yetmiş beş?”. “Çık”. “Seksen?”. Onu da beğenmedi, elini salladı. “Daha çık!”. Latife olsun diye “Daha ne çıkayım?” dedim. “Çık daha” dedi. “Seksen beş?” “Biraz daha”. “Artık siz söyleyin.” (İyi mi kötü mü bilmeden siz diye hitap ettim. Bu söz araya bir mesafe koyuyor, ama diğer yandan da hürmet ve saygı). “Seksen dokuz” dedi gururla. Bakışları keskin, zihni berrak, fizik gücü yerinde. Tekrar “Maşallah” diyerek, sonra yüzsüzlüğe vurup “O zaman fotoğrafınızı çekmek farz oldu” dedim. Vakur ve olgun bir ifadeyle “Olur” dedi. Çakır gözlerinden ve şivesinden Çerkez değil Balkan göçmeni havası seziliyordu. Konuştuk. Nedense korka korka “Çoluk çocuk var mı?” diye sordum. “Var, Bursa’da laborant”. “Görüşebiliyor musunuz?” “Eh, bazen”. Torun?” Yüzü hüzünlendi, kısık sesle bir şeyler söyledi… Anlamadım. Belki de hüznüne ortak olmamak için tekrar sormadım. Konuyu değiştirdik.
“İkindiden sonra çıkıyorum. Şöyle bir yürüyorum, sonra da eve gidiyorum.” Eliyle yokuşun yukarısında bir yeri işaret etti. Böylece seksen dokuz yaşındaki günlük hayatını bir cümlede özetleyivermiş oldu. Bütün seksen dokuz yaşındakiler gibi kimsesiz bir hali vardı. “Eşi dostu ziyaret ediyorsunuzdur herhalde, kahveye falan gidiyor musunuz?” “Pek kimseyle görüşemiyoruz”. “Neden?” “Hepsi öldü gitti bizim akranların”. Sonra babacan bir tavırla “Sen nerden geliyon bakayım?” diye sordu. Cevap verdim. Bir an sessizlik oldu. Ardından ne zamandır unuttuğum(uz) o soylu, kadim geleneği hatırlattı bana. “Buyur, benim misafirim ol!” . . . Ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemedim. “Çok teşekkür ederim ama ev hali, teyzeye rahatsızlık vermeyelim”. Biraz daha konuştuk. Sonra elini öptüm, ayrıldık. Ayrılırken tekrarladı: “Bugün misafirim olsaydın iyiydi ya.”