Gümenüz, Alaçam ile Gerze arasında, şirin bir balıkçı köyüydü. Rahmetli annem Gümenüzlüydü. ’63 yılında ismi Yakakent olarak değiştirildi ama eskiler bugün bile Gümenüz demeyi sürdürürler. Bizimkilerin iki katlı ve toz mavisi boyalı ahşap evi denizin kenarında, bir berhananın az gerisindeydi. Annem, ’43 ve ’44 yıllarında, geceleri ufkun bazen gün gibi aydınlandığını, az sonra da şiddetli çatışma seslerinin bir uğultu hâlinde duyulduğunu söylerdi. İki üç defa da kuzey doğu yönündeki az açıkta gündüz vakti su üstünde bir denizaltı görmüşler. Onun Alman denizaltısı olduğundan emindi. Karadeniz’deki Alman denizaltıları o günden sonra hiç aklımdan çıkmadı. ’74 yılında, Fenerbahçe Lisesi’nin yanındaki Nobel Kitabevi’nde, Baskan Yayınları’ndan çıkan Jean Noli’nin ‘Amiralin Kurtları’ kitabını bulunca, ne kadar sevindiğimi anlatamam. Noli’ninki Alman U-Bot filosu hakkında bugüne kadar okuduğum en iyi kitaptır. U-Bot efsaneleri Günther Prien’in ve Joachim Schepke’nin isimlerini de Noli’nin kitabından öğrenmiştim. ’73 yılında yine Baskan Yayınları’ndan çıkmış olan David Mason’ın ‘Ölüm Denizaltıları, U-Boat’lar’ını ise Noli’nin kitabını okuduktan sonra bulmuştum.
Rudolf Arendt
Karadeniz’deki U-Botlara ’89 yılında Milliyet gazetesinde Lale Çakıroğlu’nun on üç gün süren yazı dizisini okuduktan sonra yeniden dönmüştüm ama Bâyezîd Kütüphânesi’nde ’43 sonrasının gazetelerinde yaptığım araştırmadan pek bir şey çıkaramamıştım. Bu yüzden, Rudolf Arendt’in Âli San’ın çevirisiyle Denizde Arama Kurtarma Yayınları’ndan çıkan ‘Son Emir, Batırın’ını Ali Aktan ve Göktürk Ömer Çakır ile yaptığımız bir pazar sabahı yürüyüşü sırasında kitapçıda görünce, alıp hemen okudum. Ağva’nın üç mil kadar açığında 24 Eylül 1944 günü batırılan U-23’ün kaptanı olan Arendt’in kitabının ilk baskısı ’98 yılında Almanya’da yapılmış. Alman denizaltıcılarının ne kadar cesur ve mâhir olduklarını bilirdim ama, yine de Karadeniz’i sadece altı U-Bot ile cehenneme çevirmeleri beni hayli şaşırttı. Karadeniz’deki U-9, U-18, U-19, U-20, U-23 ve U-24 denizaltıları IIB tipiydi. Arendt bunların elli yedi çatışmaya katıldığını belirtiyor. Sovyetlerin o sırada Karadeniz’de kırk bir denizaltısı, on beş destroyeri, iki muhribi, beş kruvazörü ve bir zırhlısı bulunuyordu. Sadece son kalan üç Alman denizaltısının bile Sovyetler’e verdiği zarar insanı hayrete düşürür. Bendeki kayıtlara nazaran, Arendt’in kumanda ettiği 553 numaralı U-23, Sovyet gemilerinden, ’43 yılının 24 Ağustos’unda Shkval’ı, 15 Ekim’inde TSC-486’yı, 23 Ekim’inde Tanais’i, ’44 yılının 5 Nisan’ında SKA-099’u ve 29 Mayıs’ında Smelyj’i denizin dibine göndermişti. Graffen’in 550 numaralı U-20’si, ’43 yılının 29 Kasım’ında Peredouk’u, ’44 yılının 16 Ocak’ında Vaijan Kutur’e’yi, 7 Nisan’da Rion’u, 19 Haziran’da Pestel’i v 24 Haziran’da DB-26’yı, 549 numaralı U-19 ise 27 Haziran’da Barzha’yı ve 2 Eylül’de BTSC-410’u yok etmişti. Yukarıdan gelen emirle, 10 Eylül 1944 günü U-20 Karasu açıklarında, 11 Eylül 1944 günü U-19 Ereğli açıklarında ve 24 Eylül 1944 günüyse U-23 Ağva açıklarında batırılır. Denizaltıların personeli karaya çıktıktan sonra yakalanırlar ve önce Beyşehir’deki, ardından da Isparta’daki enterne kamplarına gönderilirler.
Denizaltılar Amiral Dönitz’in fikriydi. Onları Atantik’te ‘kurt sürüleri’ gibi kullanmak istemişti. Bu yüzden daha dünya savaşı başlamadan Hitler’den kimi kaynaklarla göre yüz kimi kaynaklara göre de üç yüz U-Bot talep ettiği biliniyor. Ama Hitler, Raeder’in aklına uyup zırhlıları esas alınca, Dönitz elindeki çok az sayıdaki denizaltıyı Atlantik’e çıkarmak zorunda kaldı. Baştan Dönitz dinlenmiş olsaydı, savaşın seyrinin çok farklı olabileceğini düşünenlerdenim. Karadeniz’de sadece altı U-Bot ile becerilenler bile bu düşüncemi teyit ediyor. Ayrıca, Rudolf Arendt’in ‘Son Emir, Batırın’ını da tıpkı Jean Noli’nin ‘Amiralin Kurtları’ gibi roman tadında bir tarih kitabı, bilhassa U-23’ün batırılmasına ve personelin karaya çıkışlarına ilişkin Arendt’in günlüğünün yer aldığı ikinci bölümdeki gerilim hissiniyse, değme serüven romanlarında bile bulamazsınız. Bu nedenle ‘Son Emir, Batırın’ı bir ‘tatil kitabı’ olarak da alabilirsiniz, inanın deniz kenarında sizi sıcaktan daha fazla terletecektir.
İKİ BARDAK ÇAY PARASINA JOHN BERRYMAN ŞİİRLERİ
Sözcükler dergisinin Temmuz-Ağustos sayısı arife günü çıktı. Kapak tasarımı ve kapaktaki ‘yaz renkleri’ nefis. O gün Turgay Fişekçi ile Caddebostanı’nda buluşup, sohbet ettik. Şavkar Altınel’in ‘Wisconsin, 1963’ünü henüz okuyamamıştım ama dergideki söyleşinden Turgay’ın kitabı çok sevdiğini biliyordum. Biraz da şâir Roni Margulies’in ve hikâyeci Sena Keskin’in kulaklarını çınlattık. İkisine de acil şifa diliyorum. Kozyatağı’na dönerken, Margulies’in, ‘Silindir gibi geçti tarih üzerimizden / Doğru, bir bir kayıtlardan silindik / Ama tarih, bir yandan, başımıza gelirken / Bir yandan bizler tarihi değiştirdik’ dizeleri dudaklarımdaydı. Sahi, yıllar önce birileri Roni Margulies’e saldırmıştı ve saldırganların ‘sol’ partisinden ‘devrimci değerlere yönelik provokatif ve saldırgan tutumuna karşılık demokratik bir tepki’ açıklaması gelmişti, değil mi? Bakın, bunu unutmuştum, aklıma geliverdi. O zaman Margulies’e saldıranların, ondan hiç şiir okuyup okumadıklarını merak ettiğimi ise hayal meyal anımsıyorum. Eğer okuyup da şâiri tartakladılarsa, zâten sözün bittiği hâldi. Sanıyorum öyleydi ve kanımca ‘sözün bittiği hâl’ hâlâ da sürüyor.
Penguen Kitabevi’nin Suâdiye şubesinden ‘Wisconsin, 1963’ alıp eve dönünce de, kitabı hemen okumaya başlayıp o gece bitirdim. Benim gibi John Berryman şiirlerini sevenlerdenseniz, Sözcükler’in 104’üncü sayısında Cevat Çapan’ın çevirisiyle iki şiiri var, kaçırmayın derim. Daha önce de yazdım, Bağdat Caddesi’ndeki veya Uncular Caddesi’ndeki iki bardak çay parasına bir Sözcükler alıp, okuyabilirsiniz. Millî Mecmûa’dan ise yine bomba gibi bir sayı geldi. Bu defa dosya konusu Fatih Sultan Mehmed. Benim ilk okuduğum yazılarsa, İbrahim Akyol’un ‘Fatih Sultan Mehmed Dönemindeki Edebî Çevreler’ ile Haluk Aydın’ın ‘Fatih Sultan Mehmed Dönemi Türk Edebiyatı’ oldu...