'Alet İşler' kitabını literatüre kazandıran Alper Kanca: ‘Medeniyetle ilişkimiz aletleri unutunca koptu’

Aletlerin dünyadaki ve Anadolu coğrafyasındaki seyrine ışık tutan 564 sayfalık 'Alet İşler' eserini literatürümüze kazandırarak Türkiye'de bir ilke imza atan Kanca Yönetim Kurulu Başkanı Alper Kanca: "Türklerin en eski mesleği bizim mesleğimiz, demircilik. Alet konusu son yüz yıldır çalışılması gereken bir şeydi halbuki. Türkler son yüz yıldır alet kullanmayı unutmuş, ama alet kullanmayı bırakmak medeniyetle ilişkinin kopması gibi bir şey..."

KARAR ÖZEL/SALİHA SULTAN

Alper Kanca, Türkiye'de neredeyse hiçbir şeyin üretilmediği, her şeyin ithal olduğu 60'lı yıllarda Trabzon İstanbul'a gelen bir ailenin çocuğu. Göçünü toplayıp 'taşı toprağı altın' şehre gelen babası Abdullah Kanca, yapılabilecek en akıllı hamleyi yapar, o altını topraktan çıkaracak el aletlerinin Türkiye'deki endüstriyel ilk üreticisi olur. Günümüzde bıçak yapımı ile meşhur, o yıllarda bölgenin el aletlerini üreten ustaların diyarı Sürmene'den gelip bu alanda ilk fabrikamız Kanca'yı kuran babası, Demirelli yıllarda Türkiye'nin ilk el aletleri ihracatcısı da olur. Bu noktada, "Coğrafya kaderdir" diyen Alper Bey, hem Sürmeneli olması hem babasının mesleği gereği kendisinin de bu kader çizgisinde ilerlediğini söylüyor. Esasında sosyoloji ya da felsefe okumak isteyen Alper Bey'in babası mühendis olmasını ister. Sonunda, işletmeyi seçerek babasıyla ortada bir yerde buluşan Alper Bey, 80'ler Türkiye'nin 'karışık' yılları olduğu için eğitim için Viyana'ya gider. Buradaki eğitimi sırasında babasının Avrupa ülkelerindeki ziyaretlerine de eşlik eder, Mehmet Akif'in 'batının ilmini' şiarı misali oralardaki fabrikalarda gördüklerini hafızasına bir bir kaydeder.

Genç yaşta iş dünyasının içinde yer alan Alper Kanca'nın, bugün kendisini diğer iş adamlarından ayıran şahsiyetinin temellerini atan hadise ise, 90'larda, boynunda fotoğraf makinesi ile Beyaz Saray'da kitap ararken 'saçlı sakallı' bir abinin dikkatini çekmesiyle başlar. Onun daveti ile o yılların entelektüel camiasının uğrak mekanları Çorlulu Ali Paşa ve İlesam müdavimleri arasına katılır. Bugün Türkiye'de bir ilke imza atan, 'dünyamızı biçimlendiren nesneler' alt başlığı ile yayımlanan 'Alet İşler' kitabı işte bu iki dünyanın buluşmasıyla açılan bir ufkun ürünü olarak karşımızda. İş dünyasının tam anlamıyla nev-i şahsına münhasır yüzlerinden biri olan Alper Kanca ile KARAR okurları için kendi dikkat çekici hayat hikayesi üzerinden aletler üzerine şimdiden bir kaynak eser olan kitabı ve yapmak istediği diğer çalışmaları konuştum.

Yurt dışında eğitim aldığınız sırada babanızla yaptığınız fabrika ziyaretlerinden bahsediyorsunuz. Neler gördünüz oralarda?

Evet, Viyana'da okurken babamın Almanya, Fransa gibi ülkelerdeki fabrikaları ziyaretlerinde ona eşlik ederdim. Gittiğimiz her fabrikada oranın tarihine dair bir köşe ile karşılaşıyordum. İlk kurulduğu yıllardan işçilerin fotoğrafları, fabrikanın tarihi vs gibi bilgiler sıralanıyordu. Gencim, tarih bilincim var. Avrupalılardan eksik değiliz, öyle inanıyorum. Selçuklu, Osmanlı medeniyeti hakkında bilgim var. Oralarda gezerken içimde bir ukde oluyor tabii, bizim niye böyle bir şeyimiz yok diye. Bizim de fabrikalarımız var, paramız var, biz de Mercedes'e biniyoruz, bir zamanlar onlar kadar güçlüymüşüz, şimdi niye böyle?

İş hayatına ne zaman atıldınız? Ne işle başladınız?

1991'de döndüm, aile şirketinde çalışmaya başladım. Bizde en aşağıdan başlatırlar, normal bir memur gibi başladım, bilgisayar başında fatura kesiyordum. Eşim Şafak, Viyana'dan okul arkadaşım. Bir gün eve gittim mesela, 'Sen yüzünü niye boyadın' dedi, meğer karbon kopya kağıtları yüzünden yüzüm masmavi olmuş.

İş yoğunluğu içerisinde Çorlulu Ali Paşa, İlesam gibi muhitlere, sizin deyiminizle 'kahve'yle ilişkiniz sürebildi mi?

Bu arada kahveye gidip geliyordum tabii. Yıllar böyle devam etti. Ancak normal bir sanayici değilim ben. Kahvede tanıştığımız arkadaşlarımızla ilişkilerim hep devam etti. Ömer Onay gibi bir tasarımcının mesela çırağıyım ben. Şair Nusret Özcan gibi isimlerin yanlarında oturdum onları dinlerken estetik konularda, edebi konularda beslendim. Benim babam tek başına bir fabrika kurabilen adamdı ama o fabrikanın temel atma töreninde açılış konuşmasını yazamadı. Bana söyledi yazmamı. Oturup yarım saatte yazdım mesela, bana gururla baktığını hatırlıyorum.

Bir üniversite kurma girişiminiz de olmuş. Türkiye'nin aletler üzerine ilk üniversitesini kurmak için yola çıkmışsınız?

Evet, Gebze'de geniş bir arazimiz vardı, üniversite kuralım dedik. 2010 yılları. Türkiye'nin parasının bol olduğu yıllar. Butik, teknoloji ağırlıklı, az öğrencili, bağımsız bir üniversite kurmak istedik. Projemiz YÖK tarafından onaylandı, birinci seçildi hatta. Bir sürü kitaplar okudum, heyecanlıyım. O sırada neden Batı'daki gibi bu üniversitenin bir sanayi müzesi de olmasın diye düşündüm. Türkiye'de böyle bir şey yoktu. Kahveden arkadaşlarım var tabii, Bayram Çiçek var mesela, antikacılıkla ilgileniyor okul çağlarından beri. Çınaraltı'nda antikalar satıyordu. Müze için alet toplar mısın dedim. 'Ben yıllardır bu işi bekliyordum' dedi. Yıllarca bana küçük küçük mühürler, aletler getirirdi meğer bunları bilinçli yapmış. Hakikaten düşündüm öyle. Bayram'da zaman, insan ilişkisi, bilgi var, bende zaman ve tahammül yok ama para var. Alet toplama işinde para yetmiyor ama, bilgi ve zaman gerekiyor. Böyle başladık alet toplamaya. Üniversite hazırlığı sırasında bin alet toplanmış durumdaydı.

Kuruldu mu bu üniversite?

17-25 Aralık olayları oldu, Türkiye yeni bir döneme girdi. Benden yaşça büyük olan, babamın arkadaşları korktular, dediler ki, 'Bu üniversite işi sıkıntı'. Çünkü devlet bir anda baktı ki FETÖ üniversiteleri ele geçirmiş, oraları geri almak istiyor. Biz ise bağımsız bir üniversite kurmak istiyoruz, arada kalırız, 'Yapmayalım bu işi' dediler. Bütün hazırlıklarımız, mimari projelerimiz de hazırdı, vazgeçtik.

MÜZE İÇİN 5 BİN 500 ALET TOPLANDI

Alet toplama işi ne oldu, neredeler şimdi?

Bayram vaz geçmedi tabii. Bugün 5 bin 500 alete kadar geldik. Fabrikamıza yığdık, bazı ofisleri kapatıp oralara depoladık.

Gençlik hayaliniz müze meselesi ne durumda?

Üniversite kuramayınca, yurt dışında gördüklerime odaklandım. Fabrikalarda gördüğüm sergilere, mini müzelere. Madem üniversite kuramıyoruz, müze yapalım dedim. Çünkü bu kadar alet kimsede yok, mutlaka değerlendirelim dedim. Ve bu sırada fark ettim ki, aletleriniz şunlarınız bunlarınız olabilir ama onlara ait bilginiz yoksa çok bir anlamı yok. O güne kadar bildiklerimizin çoğu Bayram'ın kafasında çünkü. O deseni biliyor, tarihini, nerde kullanıldığını biliyor vs. Sonra baktım ki aletlerle ilgili Türkçe yazılmış bir kaynak, hiçbir şey yok.

Kitap fikri böyle mi oluştu?

Evet. Bir müze kuracaksak, bu müzenin ciddi bir bilgiye ihtiyacı var, aletlerin arka planı, teorisi, tarihi geçmişi lazım. Sadece üniversitelerin makine bölümlerinde bazı aletlerin fotoğraflarının olduğu kitaplar vardı, o kadar.

Nereden başladınız peki işe? Önünüzde hiç örnek de yok çünkü...

Her Türkün yaptığı uyanıklığı yaptık, gavurlara bakalım dedik. İş yaptığım uluslararası firmalara yazdım, bana kitaplar önerdiler, gönderdiler. Elimizde İngilizce, Almanca, Fransızca değişik dillerde alet kitapları oldu. Onlar 1700'lerde başlamışlar, yazdıkça çoğalmış, detaylanmış, derine inmişler. Yüksek lisans tezleri, doktora konuları olmuş. Dergiler bile çıkarmışlar. Yolladıkları prestij kitaplar hepsi, çok iyi kitaplardı. Onları inceledik, ve "Evet, biz de böyle bir şey yapmak istiyoruz" dedik. İç güdüsel olarak doğru yolda olduğumu düşünüyordum onları görünce pratik olarak da doğru yolda olduğumu anladım.

'MİMAR SİNAN ESERİ İÇİN YÜKSEK SEVİYELİ BİR ALETE İHTİYAÇ VAR'

Yine de zor bir iş. Batı'daki örnekler tamam ama buraya ait bir veri yok.

Bizim çok yüksek bir medeniyetimiz var, dünya çapında. Evlerimiz, camilerimiz, çeşmelerimiz, masalarımız, dolaplarımız var, bunlar somut. Bunları yapan Mimar Sinan gibi mimarlarımız var, ustalarımız var. Peki aletlerimiz nerde? Şunu fark ettik, büyük bir medeniyetin eserleri büyük olur tamam ama aletlerinin de büyük olması lazım. Bu şu anlama geliyor, Mimar Sinan'ın ustalarının kullandığı aletler de nitelikli aletler. Kalitesiz aletlerle o eserleri yapmaları mümkün değildi. Bu aletlerin çoğu bugün elimizde değil ama bu bilgi bile, yani yüksek seviyeli kültür eseri yapmak için yüksek seviyeli bir alete ihtiyaç olması bilgisi bile bize Türklerin zamanında çok iyi aletler yaptığını gösteriyor. O günkü seviyemiz bize araştırırsak buluruz güvencesini verdi. Üzerine çalışırsak bilim insanları bu kaynaklara ulaşır diye düşündük.

Kitabın editörü Akif Kuruçay, sanat yönetmeni Ömer Onay, yayın koordinatörü Bayram Çiçek ve Kanca Yönetim Kurulu Başkanı Alper Kanca, eserin hazırlık çalışmaları sırasında. (Soldan sağa.)

'BİRÇOK AKADEMİSYENİ EDİTÖRÜMÜZ AKİF KURUÇAY İKNA ETTİ'

Kitapta tarih, kültür, sanat, zanaat, arkeoloji, inan, edebiyat başlıkları altında 41 yazarın 44 makalesi var. Bu konu başlıklarını kimlerle, nasıl belirlediniz?

Araştırma yaparken Z dergisini gördük. Ne tamemen bilimsel, ne tamamen popüler. Çok sevdik. At sayısını aldım eve götürdüm, müthiş. Hoşuma gitti. Tasarımcı Ömer Onay'a bahsettim, meğer işin içindeymiş. O vesile ile Akif Kuruçay ile tanıştık, kitabımızın editörlüğünü üstlendi. Bayram ona aletlerle ilgili bilgiler aktardı, o konuda yetiştirdi. Akif o kadar iyi öğrendi ki, yılların ustalarına öğretecek hale geldi. Bir sürü konu seçtik başta. 100 başlık vardı, Evliya Çelebi'de, Divan edebiyatında mutlaka aletlerle ilgili bir şey vardır dedik, biz hazırladık konuları. Götürdük akademisyenlere şunlardan hangisini yazarsınız dedik. Tabii işlenmemiş bir konu, birçok akademisyen çekindi, yazamam diyenler oldu. Akif sağolsun birçok akademisyeni ikna etti.

Önümüzde Türkiye'de bir ilke imza atan, dolu dolu, kaynak niteliğinde bir çalışma var. O dönem yazamam diyenler ne yaptı bu çalışmayı görünce? Tepkileri ne oldu?

Kitap bitince herkese gönderdik, inanamadılar tabii görünce. Ben bu kadar olacağını düşünmüyorum. Çok fazla pişman olan var, "Bana sormuşlardı ama böyle bir şey beklemiyordum" diyenler. Ortak görüşleri tahmin ettiklerinden çok çok iyi bir işin ortaya çıktığı. Belki çoğu motive etmek için söylüyordu belki ama açık sözlü olarak bildiğim kişilerin de bunları söylediğine şahit oldum. Türkçede hiç olmadığı için belki de, ayrıca edebiyat, resim, din, dil gibi birçok konuyu içermesi ile zengin bir çalışma oldu. Gördük ki doğru bir şeyi tespit etmişiz. Hatta Amerika'dan bir Türkolog "Bunu ingilizce de yayımlamanız lazım, Türk kültürü yurt dışında tanınmıyor, özellikle medeniyet konusunda bilinmiyor" dedi. Aldı gitti, yayınevlerine gösterdi ancak görseli baskısı pahalı bir iş tabii. Şimdi hedeflerimden biri de birkaç yıl içinde kitabı İngilizce yayımlamak.

'TÜRKLERİN EN ESKİ MESLEĞİ BİZİM MESLEĞİMİZ'

Alper Bey, bizim kültürümüzde demircilik edebiyattan, sinemaya iltifat gören bir meslektir. Demirciler bir nevi toplumun filozofları gibidir. Hal böyleyken aletleri üreten bu insanlar kültürümüzde bu kadar yer tutarken bir literatür neden oluşmamış?

Yaptıkları iş metali şekillendirmek, insanı şekillendirmek gibi tasavvufi bir yönü var. Sabır isteyen bir iş, zanaatkarların sabır tarafı dervişlere benziyor. Kitapta bu da var, biraz da korkulan insanlar, güçlü, herkese evet demeyen.,, Türklerin Ergenekon hikayesi de var. Ben arkadaşlara Türklerin en eski mesleği bizim mesleğimiz" diyorum. Ne hallaçlık, ne marangozluk, ne şu ne bu, tarihi olarak en eski mesleğimiz demircilik. Alet konusu Türklerde son yüz yıldır çalışılması gereken bir şeydi halbuki. Ama bu konuya şirketimden bir örnek vereyim, meslek okullarındaki öğrencilerin çalışmalarını kolaylaştıran, boy farkını ayarlayan,yükselip alçalan bir alet yaptık. Almanya'ya mesela binlerce sattık ama Türkiye'ye bir tane satamıyoruz. Şirketimde denedim, bazı ustalara "Size bedava verelim" dedim, adam ayağının altına teneke koymayı tercih etti. Ama bu bin yıldır böyle değildi, Süleymaniye'yi, Selimiye'yi yapan adamlar böyle değilmiş.

Ben Trabzon'un bir dağ köyünden geliyorum. Sürmene'nin yerlisi kasabalıymış, bir burjuvası varmış. Türkler son yüz yıldır alet kullanmayı unutmuş, ama alet kullanmayı bırakmak medeniyetle ilişkinin kopması gibi bir şey. Türkler ne zaman medeniyetteki büyük yerlerini kaybetmeye başlamış, aletlere olan yakınlığı kaybolmuş. Bugün adamın evinde bir çekiç var, onunla yapıyor her şeyi. Batılılara bakıyorsunuz evinde bir kutu var, içinde çeşit çeşit alet var. Çünkü hafta sonu onunla bir şeyler yapıyor. Bizde hem maddi fakirlik hem zihinsel fakirlik var maalesef. Adama bedava alet veriyorsun, kullanmıyor, ayağının altına teneke almayı tercih ediyor...

Peki kendi gayretlerinizle ortaya koyduğunuz bu kitap kurumları nasıl tetikledi? Biz de kimsenin aklına gelmez ama biri yapınca da hemen sahiplenmek isterler malum.

Birkaç türlü şey oldu. Tarih Kurumu, Bakanlıktan, müzelerden arayan, tebrik edenler, yazı yazanlar oldu. Gördüğüm kadarıyla kitap o kadar iyi ki, kimse cesaret edip bizim koltuğumuzun altına gelin diyemiyor.

Kitabı okuyanların tepkileri ne oldu, nasıl geri dönüşler aldınız?

Somut olarak Türkiye'de bu işler biraz yavaş işliyor. Ancak farklı farklı meslekten insanların bu kitaptan etkilendiklerini gördüm. Kitabımızın yazarlarından, hukukçu olan aynı zamanda müzik aleti de yapan Engin Topuzkanamış, o mesela müzik aleti yapımcısı olan kendi ailesinin hayat hikayesini yazmaya karar verdi. Kitap ona cesaret verdi. Bir arkadaşımın da, baba evinde aletler duruyormuş. Ben kitabı ona yolladıktan sonra, kitaptaki Trabzon'dan Sibirya'ya giden bir aile hikayesi var, onu okumuş ve bir alet üzerinden yazılan hikayenin ne kadar önemli olduğunu görmüş. Sonra babasının aletlerini temizleyip, o aletlerle ilgili yaşayanlardan bilgi toplayarak bir köşe yaptırmayı düşünüyor şimdi villasında.

'WASHINGTON'DA ARTIK BİR KİTABIMIZ VAR'

Kitap kütüphanelerde de yerini aldı mı?

Kitapları Şangay, Tokyo, özellikle Türk dünyasındaki büyük üniversitelere yolladım. Türkiye'deki bütün kütüphanelere verdim. Bir gün herkes yok olsa bile VWashington 'daki meşhur Kongre Kütüphanesi'nde bir tane kitabımız kalacak.

Bir röportajdan ziyade, çok keyif aldığım bir sohbet oldu. Zihnimdeki bütün sorular kendiliğinden cevap da buldu, öncelikle bunun için teşekkür ediyorum. Peki en başa dönersek, kitabın önümüzde durmasını sağlayan ana fikre, müze hayalinize ne oldu?

Deprem olunca, tabii her şey değişti. Şimdi kkahve ekibi ile Hatay Kırıkhan'a bir yurt yapmaya yöneldik. Müze işi hem zihinsel, hem para olarak durdu. Çünkü devletten vs yardım almadan her birinde dört öğrencinin kalacağı 60 daire yapacağız. Tabii müze hayalim devam ediyor, iki tane müze düşünüyorum. Biri ailemin geldiği yere, bugün 100'den fazla bıçakçının olduğu Sürmene'ye, diğeri de İstanbul'a. Nasip. Tabii bu fikir ayakta dursun diye, sosyal medyada yaşayan bir müzemiz var, Tvitter'da Alet İşler diye bir hesabımız var. Aletlerle ilgilenen insanların geri bildirimlerine cevap veren bir platforma dönüştü, bu fikri ayakta tutuyor.

Son olarak, kurumların işbirliğine açık mısınız?

Yurt dışında bu tarz işler büyük destek görür. Elimizde 5 bin 500 alet var, bilgi var. Bize şimdi sadece mekan lazım. İstanbul'da insanın kalabalık olduğu bir semtte, bir mekanda bu müzeyi hayata geçirmek isteyen akıllı yöneticilerle iş birliğine elbette açığız.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

İlgili Haberler

Sıcak havada bu önlemleri almayanlar beyin kanaması ve inme riskiyle karşı karşıya! Uzmanından hayati öneriler
Böyle hakim olmaz olsun! Yazdığı kitabı zorla aldırmış: Aylık geliri dudak uçuklattı
Bir damlasını bile ziyan etmeyin! Yeni dünya düzeni onun üzerine kurulacak: En ucuz ama aslında en değerli madde

Kültür Sanat Haberleri