SEDAT PALUT
Osmanlı Devleti, Avrupa’nın sanayileşme sürecini yaşamadı. Küçük el tezgahlarına mahkûm bir ticaret anlayışı toplumun gündelik ihtiyaçları üzerine inşa edilirken, Avrupa sanayileşme ve devamındaki yayılmacı hammadde-pazar ile egemenliğindeki tüm coğrafyalarda ticaret hacmini büyüttü. Sanayileşmenin en önemli sonucu iktisadi idi ama bu süreçte zenginleşen Avrupa’nın, tüketim toplumuna geçişi sanayileşme ile çok sağlıklı oldu. Kralların, feodal beylerin egemenliğinden kurtulan insanlar elde ettikleri zenginlikleriyle zaman içinde şehirler, sinemalar, tiyatrolar inşa ettiler; popüler kültür, moda gibi kavramlarla karşılaştılar, yaşadılar, bireyselleştiler.
Osmanlı Devleti’nin saydığım unsurlarla karşılaşması Batı’yla hemhal olmuş büyük şehirlerde yaşayan tüccarlar, eğitimini tamamlamak için Batı’ya giden insanlar ya da devleti temsili için Avrupa’ya giden devlet erkanı sayesinde XIX. yüzyılda oldu. Takdir edersiniz ki bu bilinçli bir süreç değildi. Çünkü karşılaşmak başka, karşılaştığın ‘şeyi’ yaşamak başka bir şeydi. Bu karşılaşmalarla birlikte yıkılmakta olduğunun farkında olan Osmanlı Devleti XIX. yüzyılda ciddi bir değişim süreci yaşamaya başladı. Tanzimat, Islahat fermanları yayımladı, rejim değiştirip meşrutiyeti ilan etti. Devlet, yapılanmasını modernleştirmeye çalıştı. Fakat cumhuriyete uzanan yolda olduğu gibi bu değişim yukarıdan aşağı oldu. Toplumun bu değişim yönünde bir talebi olmadı, bilakis toplumun önemli bir kısmı bu değişime direndi. Başkent ve başkente yakın yerlerde devletin kendini ve toplumu dönüştürme çabaları ağır aksak da olsa gerçekleşiyordu ama bireyselleşmenin yaşanmadığı özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yukarıdan aşağı değişim nasıl olacaktı, bu bölge insanı bu değişime nasıl bir reaksiyon gösterecekti? Osmanlı’dan cumhuriyete giden bu süreçte bölgede neler yaşanmıştı?
İletişim Yayınları yakın zamanda bu değişime bölge insanının bakışını, yaklaşımını aktaran bir kitap yayımladı: ‘Şekavet, Hıyanet, İsyan: Geç Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Eşkıyalık’. Yalçın Çakmak ve Ahmet Özcan’ın derlediği kitap toplam 21 makaleden oluşuyor. İçinde çok kıymetli akademisyenlerin katkı sağladığı makaleler var. Makalelerde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde XIX. ve XX. yüzyılda bu bölgede çıkan isyanlar ile devletin bu isyanlar karşısında aldığı tedbirlerin neler olduklarını okuyoruz.
Osmanlı Devleti’nin zikredilen bölgelerdeki hakimiyetinin XVIII. yüzyıldan itibaren azaldığını görüyoruz. Bölgedeki yöneticilerde adalet duygusunun kaybolması, sosyo-ekonomik sorunların derinlemesine incelenip çözümler ortaya konmaması halk tarafından tepkiyle karşılanıyor. Devletin zayıflamasının aşikâr olmasıyla birlikte halk, tepkisini yine bölgesinden haraç alarak, dağa çıkarak ya da devletin askeri unsuru ile çatışarak çözmeye çalıştığını da kitaptaki makalelerden öğreniyoruz.
XIX. yüzyılda modern merkezi bir devlet kurmak isteyen Osmanlı Devleti, eski dönemlerde özerklik elde etmiş yerel yöneticileri ortadan kaldırmak istemiştir. Bu yöneticileri tasfiye etmeye çalışan devlet, halka yüklediği yüksek vergiler ve zorunlu asker uygulamaları getirerek bölgede otoritesini göstermeye çalışmıştır. Buna itiraz eden bölgedeki Kürt aşiretlerini ise isyancı ya da eşkıya olarak ilan etmiştir. Alişan Akpınar’ın makalesinde de ifade ettiği gibi Osmanlı Devleti’nin sosyo-ekonomik ve askerî açıdan zayıf olması nedeniyle Kürt aşiretleri İngiliz konsoloslukları üzerinden devletle iletişime geçmeye çalışmıştır. Bu da devlet ve toplum arasındaki mesafeyi açmıştır. Önceki yüzyıllarda açılan bu mesafenin günümüze kadar kapanmaması, yabancı devletlere hareket alanı açacak kadar büyümesi manidardır. Yine makalelerden öğrendiğimize devletin askeri ve idari yapısının 1970’lere kadar yazdığı raporlarda bölgeyi ‘güvensiz’ olarak ifade etmesi önemlidir.
Kısaca, ayakta kalmak için XIX. yüzyılda değişmek zorunda kalan Osmanlı Devleti’nin değişimine halkı ikna edemediği, edemediğinde de askeri unsurlarla sorunlara asayiş ile yaklaşmaya çalıştığını, bölgedeki kimlik ve etnik unsurları ya yok etmeye ya da denge unsuru olarak kullandığını ‘Şekavet, Hıyanet, İsyan: Geç Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Eşkıyalık’ adıyla yayımlanan kitaptan öğreniyoruz. Kitap, devlet ve bölge insanının değişim dönemlerinde birbirini nasıl tanımladığını, gördüğünü öğrenmek için önemli bir kaynak.
ZAYIFLAYAN İKTİDARIN ÇÖZÜM ARAYIŞLARI
Kitabı derleyen yazarlar, giriş kısmında Osmanlı Devleti’nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde karşılaşılan sorunlara nasıl yaklaştığını şu cümlelerle ifade ediyorlar: “XVIII. yüzyılın sonundan itibaren Osmanlı bürokratları, yalnızca Balkanlarda değil, aynı zamanda Anadolu, Kürdistan ve Arap vilayetlerinde tırmanan şiddeti denetim altına almak adına, bir yandan zorunlu askerlik sistemi başta olmak üzere, modern bir ordu ile jandarma ve polis teşkilatlarının oluşturulması yönünde ıslahatlar yaparken, diğer yandan özellikle merkezi iktidarın inceldiği bölgelerde eşkıyalık gibi devlet-dışı şiddeti merkezi idari yapı içine dahil etmek için çabalamıştır.” (S.17) Makalelerde belirtildiğine göre de devletin sorunları çözmek için bölgede askeri kışla açması, Kürt aşiretlerinden bazılarının eksik gelen orduyu püskürtüp bazı askerleri rehin almasıyla özgüvenlerinin yükselmesi; ayrıca Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşayan Kürt ve Ermenilerin devlete karşı işbirliği içinde olmaları sorunların günümüze kadar uzamasına sebep olmuştur. Bununla birlikte bölgede devletin, bazı dönemlerde Kürtleri Ermenilere karşı tampon bir unsur olarak kullanması toplumsal sorunların büyümesine neden olmuştur.