SEDAT PALUT/İSTANBUL
Bir yazarın yaşadığı dönemi hikayeleştirmesinin hem olumlu hem de olumsuz bir tarafı vardır. Olumsuz yanı bazı okurların yaşadığı dönemdeki sıkıntılarla yüzleşmek istememesidir. Edebiyat bazı okurlar için bir kaçıştır. Bu kaçış okurun olmayacak bir macerayı takip edip hayattan uzaklaşmasına, farklı dünyalarla tanışmasına vesile olabilir. Böylece okur, yaşamında hiç dolaşamayacağı sokakların labirentinde meraklı gözlerle ve nelerle karşılaşacağını bilmemenin hevesiyle dolaşır. Günümüzü hikayeleştirmenin olumlu tarafı ise okurun kendini hayatın içinde bizzat hissetmesi, tanıdık insanlarla karşılaşması ve “Evet bunu ben de yaşadım” diyebilmesidir. Böylece okur, okuduğu metinle hemhal olur ve kendini kahramanlarıyla özdeşleştirir. Birçok okur için bu, yaşamın zenginleşmesidir. Çünkü bu gerçek hikâyeler okura, bu hayatta yalnız olmadığını da hatırlatır. Malumdur ki, yalnızlar çağındayız. Uzun zamandır ortalarda görünmeyen Pınar Öğünç, İletişim Yayınları arasından çıkan ikinci hikâye kitabı Beterotu’nda okuru, günümüz sorunlarıyla yüzleştirmeyi, onlara tanıdık gelecek hikâyeler anlatmayı tercih etmiş.
Pınar Öğünç yıllardır yapmış olduğu önemli röportajlarıyla ses getirmiş ve bu alanda iz bırakmış bir gazeteci. Öğünç gazeteciliği yaparken hikâyelerini sanırım, koltuğunun altında saklamış. Farklı dergilerde yazdığı hikâyelerinin ardından 2015’te ‘Aksi Gibi’ ilk kitabı yayımlandı. Yeni yayımlanan ‘Beterotu’ kitabında 10 hikâye var. Öğünç bu birbirine dokunan hikâyelerinde gündelik hayatın içinde farkına varmadığımız, büyük şehrin orta gelirli insanların yaşadıklarını konu edinmiş. Yazar, hikâyelerinde küçük mutlulukları unutan modern insanı konu edinmiş ‘Tanga Mevsimi, Karnabahar Mevsimi’ adlı hikâyesinde. Günümüz insanı bir yerlere yetişmek için o kadar çok koşturuyor ki, o koştuğu yolları adımlasa, etrafına bakınsa belki de karşılaştığı vitrinlerin camında kendisini görüp, soluklanacak ve ben ne yapıyorum sorusunu kendisine soracak. Bunu yapmaktan yoksunuz. Ve haliyle hikâyedeki şu cümleyi kuruyor kahramanımız: “Para gibi, mutluluk da kolay kazanılmıyor.” Kendisine yabancılaşmış günümüz insanın farklı yollardan mutlu olma çabasına değinmiş yazar, bu hikâyesinde.
Modern iş hayatın vazgeçilmezlerinden birisi plaza hayatıdır. Dikey mimarinin cehennemi olan bu yapılarda insanlar birbirlerine benzer nefes alırken farkında olmadan ruhen de birbirlerine benzemeye başladı. Bu benzerlik aslında insanın da kendine, çevresine yabancılaşmasına sebep oluyor. İş hayatından kaçamayacağına göre, insan kendinden kaçmaya, olabildiğince kendinden uzaklaşmaya çalışıyor. ‘Plazada Huzur’ başlıklı hikâyesinde yazar bu ruhsal duruma dikkat çekmiş. Yeşile gittikçe uzaklaşan insanların bir kaçış ararken karşılaştıklarına da tereddütle yaklaşmasını başarılı bir dille anlatmış Öğünç.
Kitapta en dikkat çekici hikâyelerden bir diğeri ‘Çimento’. Hikâyede bir ölüm söz konusu. Fakat teknolojinin gittikçe sıradanlaştırdığı ölüm olgusu, hikâyede öyle güzel kurgulanmış ki, çoğumuz gibi kahramanlar da bu ölümü olağan karşılıyor ve ölümün arkasındaki hikâyeyi takip etmiyor, ilgilenmiyor. İnsanın yanı başında gerçekleşen ölüm bile onun bu realite ile yüzleşmesine vesile olmuyor. Her ölüm, arkasında bir hikâye bırakır, lakin günümüzde insanlar bu hikâyenin bir parçası olmaktansa, günlük hayatın bir parçası olmayı tercih ediyor.