SEDAT PALUT/İSTANBUL
Dikta rejimlerinin egemen olduğu toplumlarda yaşanılan travmaların etkileri uzun yıllar devam eder. Rejim korkusunun belirgin olması ve toplumun önemli bir kısmının yaşama arzusuyla süreci doğallaştırması, rejimin tüm kanallara nüfuz etmesine, toplumun kendi gerçekliğinden uzaklaşmasına sebep olur. Bu toplumlarda korku ise hep başroldedir. Korkunun çok belirgin olduğu böyle bir devlet yapılanmasında insan hikayeleri de hep ikinci planda kalır. Zira, insan değil kanunlardır önemli olan. Ve bu kanunların sert bir şekilde uygulanması. Mevsim hep kıştır. Gökyüzü hep kasvetlidir.
İnsanların ölümleri, öldürülmeleri sadece birer rakamdan ibarettir. Üstelik bu rakamların da, gerçek hep gizlendiği için, bir anlamı yoktur. Toplumun aynı anda nefes alıp vermesi beklenir. Tortuya dönüşen bu durum, dikta rejiminin bitmesiyle ortaya çıkar. Ardından toprağa iyice kök salan tüm hikayelerin gerçek yüzünü öğrenmeye, okumaya, izlemeye başlarız. Korkunun rengi değişmiştir artık. Güneş çıkmıştır. Kara bulutlar dağılmıştır. İnsanların yüzüne renk gelmiştir. Sohbetler koyulaşmış, hikayeler hayatın arasından sızıp akmaya başlamıştır. İnsanlar yaşadıklarının farkındadır. Ama geçmişin korkuya bulaşan gölgesi onları takip etmektedir. Evet, zaman geçtikçe bu gölge izini kaybetmeye başlar. Ama kaybedene kadar yaşanan insan hikayelerine yeni gölgeler eklenir. Mevsimin yaz olmasına rağmen insanların kıştan kalan hastalıkları ve yaraları vardır.
ŞİLİ, DARBE VE KORKU
Şili’de yaraları ve gölgeleri belirgin bu ülkelerden biri. Ülkesini 1973’ten 1990 yılına kadar dikta rejimi ile yöneten Augusto Pinochet, darbe ile mevcut yönetimi devirerek başa geçmiş, iktidardan inene kadar da ülkesinde sert tedbirler uygulamıştır. Onun döneminde binlerce insan siyasi düşüncelerinden ötürü öldürülmüştür, bazıları ise kaybolmuştur. İşkence görenler ve ülkesinden sürgün edilenlerin sayısı da az değildir. Korku başroldedir. Ülkemizden kilometrelerce uzak olan bu ülkenin hikayeleri aslında bize oldukça yakın. Çünkü tüm dikta rejimlerine maruz kalan insanların hikayeleri birbirine benzer.
Bu hikayeleri yakın zamanda bize anlatan bir yazarın kitabı yayımlandı: Alıa Trabucco Zeran. 1983 doğumlu Şili’li bir yazar. Ülkesinde hukuk okumuş, New York Üniversitesi’nde yaratıcı yazarlık eğitimi almış. Pinochet döneminde insanların yarım kalan hikayelerini anlattığı ilk roman ‘Kalan’ ile 2019 Man Booker ödülü finaline kaldı. Bu kitap aynı zamanda Kirkus 2019 en iyi kurgu ve en iyi çeviri kurgu kitabı ödüllerini aldı. Kitap, ülkemizde yayın hayatına yeni merhaba diyen Ayrıksı Kitap bünyesindeki, Legadema Kitap’tan çıktı. İspanyol aslından Pınar Gökpar Cubells Prieto’nun çevirdiği kitapta 3 kahraman var: Felipe, Paloma ve Iquela.
Ölümün çok rahat kol gezdiği bir coğrafyada insan korkunun dışında hangi duygularla karşılaşabilir ki? Kaç insan misketi görünce, misket bombasını hatırlar? Yazar, bunu kahramanlarının üzerinden başarı ile anlatmış. “Santiago’nun her köşesinde pazar günü cesetler görülüyordu. Bunlar bir ya da iki haftalık cesetlerdi ve ben de düzenli olarak onları sayıyordum, ölülerin sayısı sabun köpüğü, öfke, yanardağ lavı gibi hızlıca artıyor, yukarı çıkıyordu, aslında işin tuhaf tarafı da buydu işte, ölüler aslında eksilmiş kişilerken ben sayılarını sürekli yukarılara çıkarıyordum.” (S.7) Zeran, yazdığı ‘Kalan’ romanında üç gencin ülkesinde hatırlama ile unutma arasında baskıcı bir rejimden 'Kalan'larla yüzleşerek nasıl ayakta durmaya çalıştıklarını, onların psikolojilerini ön plana çıkararak ortaya koymuş.
ÖLÜMÜN KÜLLERİ 'KALAN'LARIN ÜSTÜNE YAĞARKEN…
Yazar, üç kahramanını ağızlarından anlattığı bölümlerle Pinochet dönemindeki sancılı toplum yapısını yansıtmaya çalışmış. Kahramanlarımız ailelerinin bizzat yaşadığı ağır siyasi mirasın altında yaşamaya çalışıyorlar. Kendilerini arıyorlar. Geçmişten kalan bu mirasın gölgesinden sıyrılıp yeni bir hayata başlamaya çalışırken tutunmak için birer dal arıyorlar. Yazar bunu yaparken kül metaforunu kullanmış. Hikâyenin önemli bir kısmı kül fırtınasında geçiyor. Nasıl fırtına da insanlar bir yere sımsıkı tutunup hayatta kalma mücadelesi verdiğinde her şey çok hızlı gelişiyorsa, kahramanlarımızın yaşadıkları olaylar ve anlattığı hikayeler de bir o kadar yavaş ve dingin. Korkunun egemen olduğu bir rejimde insanlar birbirlerine karşı gerçek duygularını ifade etmekten çekiniyor. Şikâyet edilebilir ve tutuklanabilirler. Hayatları hepten kararabilir.
Kahramanlarımız hayatlarının her döneminde yaşamayacakları bu fırtınada gerçek duyguları keşfetmeye ve bulmaya çalışıyorlar. Bunu yaparken çok zorlanıyorlar. Çünkü hemen hemen gittikleri her yerde ölülerle karşılaşıyorlar. Yolda, otobüste, haberlerde. Bazı cesetler mezarlarından çıkarılıyor. İntikam duygusu çok güçlü. Ölüm hayatın doğal bir parçası adeta.
TÜRK-MACAR DOSTLUĞUNUN ÖNCÜSÜ SON ŞENBENDER
Yazar Tahsin Yıldırım ‘Son Şehbender’ kitabında, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Türk-Macar dostluğunun gelişmesi için çabalayan son Budapeşte konsolosu Müftüoğlu Ahmet Bey’in yaşamı ve ilk kez Latin alfabesine aktarılan makaleleri üzerinden dönemin siyasi ve kültürel atmosferini bugüne taşıyor.
Yazar Tahsin Yıldırım’ın Osmanlı döneminin son Budapeşte Şehbenderi Müftüoğlu Ahmet Hikmet Bey’in görevini yürüttüğü yıllardaki faaliyetleri ve o dönemdeki Türk-Macar ilişkilerinin merkeze aldığı ‘Son Şehbender’ kitabı Ötüken Yayınları tarafından okura sunuldu. Kitap, aslen Moralı olan ve 1870’te İstanbul’da doğan, dedeleri uzun yıllar müftülük yaptıklarından dolayı ‘müftüoğlu’ lakabıyla anılan Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun Birinci Dünya Savaşı gibi kritik bir dönemde Macaristan’da Türk milletini temsil ettiği çalışmaları ele alıyor.
Yazar Yıldırım bir çok kaynağı taradığı çalışmasında, dönemin süreli yayınlarında kalan birçok yazı ve yeni bilgileri gün yüzüne çıkarıyor, bu yayınlardaki birçok makaleyi de Latin harfleriyle ilk kez okura sunuyor. Kitapta, II. Meşrutiyet sonrasında yükselen Türkçülük cereyanının da savunucuları arasında sayılan, Türk Derneği, Türk Ocakları, Türk Bilgi Derneği ve Türk Yurdu gibi yapılarda fiili görev alan Müftüoğlu Ahmet Hikmet Bey’in Türk ve Macar tarihleri ile onların ilişkilerini ilmî bir şekilde inceleyerek bu konuda kaleme aldığı birçok önemli makale de kitapta okuyucuyla buluşuyor.
NAZİK ZAMANDA TÜRK MİLLETİNİ TEMSİL ETTİ
Ahmet Hikmet’in en önemli görevi, Birinci Dünya Savaşı yılları gibi kritik bir dönemde, 1913-1918 arasında Osmanlı’nın müttefiki Avusturya-Macaristan’da Budapeşte şehbenderliği olmuştur. Savaş ortamında hem bir ülkeyi temsil etmek hem de bu nazik zamanda vazifeyi hakkıyla yapabilmek Ahmet Hikmet’i hem yormuş hem de ona farklı kapılar açmıştır. Macaristan'da Türk milletini temsil eden Ahmet Hikmet, Türk-Macar dostluğunun gelişmesi için çabalamış; kültür, edebiyat ve tarih sahalarına paha biçilmez çok eser kazandırmıştır.
Tahsin Yıldırım
Ötüken Neşriyat
400 Sayfa-45 TL
BABÜRLÜLERE ALTIN ÇAĞINI YAŞATAN İMPARATOR
Asya İslam tarihinin önemli liderlerinden Ekber Şah’ın Hollandalı yazar André Wink tarafından kaleme alan biyografisi VakıfBank Kültür Yayınları tarafından Türkçeye kazandırıldı. Ekber Şah çalışmada, 14 yaşında tahta çıkışından iktidar mücadelesine bütün yönleriyle inceleniyor. Türkçe çevirisini Uğur Gezen’in yaptığı kitap, tarihin seyrine yön veren ve Babürlülere altın çağını yaşatan hükümdarı ve dönemini yakından tanımak isteyen herkese hitap ediyor.
1542 ile 1605 yılları arasında yaşayan Celâleddin Ekber, Hindistan’daki Bâbürlü hanedanının üçüncü hükümdarıydı. Onun döneminde Babürlüler görkemli bir yükseliş devri yaşadı. Ekber çok küçük yaşlardan itibaren iyi eğitim gördü; askeri dersler aldı, topçulukta uzmanlaştı. Dokuz yaşında hanedanlığın yönetiminde aktif rol üstlenen Ekber, ilk seferine çıktığında 13, tahta çıktığında ise 14 yaşındaydı. Wink kitapta Ekber Şah için “10 Mart 1556 tarihinde başkent Lahor’a bağlı Kalanaur kasabasında Bâbürlü tahtına çıkması, Hint-Müslüman tarihinde birçok yönden emsalsiz ya da en azından hiç alışılmamış bir hükümdarlığın başlangıcıydı” değerlendirmesini yapıyor.
ZALİMLİĞE KARŞI VE ADİLDİ
Ekber Şah, işlenmiş tarlaların, civardan geçen imparatorluk askerleri tarafından çiğnenmemesi için görevliler tarafından korunmasını emretti. Dahası, verilen zararın karşılanması kuralını getirdi. Wink, çalışmasında onun örnek ve adil davranışlar sergileyen bir lider olduğunu söylüyor ve şunları anlatıyor: "Ekber bazen örnek teşkil ederek, bazen düzenleme yaparak ya da gerekli olduğunda en sert askeri disiplini uygulayarak her türden zalimce davranışı engellemeyi hedefledi. ‘Avlanmaya aşırı düşkünlüğü’, ‘aralıksız oyun oynamayı’, ‘gece gündüz sarhoşluğu’ ve ‘sürekli kadınlarla münasebette olmayı’ da önlemeye çalışacaktı. Laubaliliğin ve öfkenin ‘aklın kısıtlaması altında’ olması gerektiğinde ısrarcıydı."
Yazar: André Wink
Çevirmen: Uğur Gezen
180 Sayfa-28 TL
EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
SALİHA SULTAN/İSTANBUL
OLUŞMAKYA OLANIN OLUŞUNU BİLMEKTİ MURADI
Günümüz Türk öyküsünün usta ve velut kalemlerinden Cemal Şakar’ın 12’nci öykü kitabı ‘Utanç’ Ketebe Yayınları’ndan çıktı. Şakar yeni kitabında ‘Yağmurun Altında’, ‘Gelecek Bazen Gelmez’, ‘Dudağımdaki Tuz’, ‘Bana Joker Deyin’, ‘Memurun Dirilimi’ ‘Risale-i Perihan’ gibi başlıklardaki 14 öyküsüne yer veriyor. Kitapta okurlarını ‘Onikinci’ adlı ön sözle karşılayan yazar, son öyküsü ‘Şirin’in Gözleri’nde ise kelimeleri adeta kanatlandırıyor ve kendi tahkiyesinin şiirini yazıyor: "Bulmak değildi Şirin’in derdi olmaklığa bir yol/Oluşmakta olanın oluşunu bilmekti muradı."
SEVMEDİĞİMİZ ŞEYLERE DÖNÜŞMEYİ VURALIM ÖNCE
Şair Zeynep Tuğçe Karadağ ikinci şiir kitabı ‘Beni Nereden Vuralım?’ ile okurlarıyla buluştu. İthaki Yayınları tarafından şiirseverlerin kitaplığına kazandırılan kitapta ‘Kesi’, ‘Tüfek Kırıldığında’, ‘Madeni Yara’ ve ‘Pandemik’ gibi başlıklarda 19 şiiri yer alıyor.
Karadağ, kapak tasarımında kullanılan zarif bir geyik metaforuyla okuyucusunun kalbinin kapısını çaldığı kitaba adını veren şiirinde ‘Öpülmeyen alnı vuralım, bulunmayan damarı/Görüşürüz derken görüşmeyeceğini bilmeyi/Atılmış yüzüğün izini, gırtlaktan taşan çizgiyi/Sevmediğimiz şeylere dönüşmeyi vuralım’ diye sesleniyor insanlığa.
HASAN AYCIN ÇİZGİLERİNİN TAŞIDIĞI YAZGILAR
Güftesiz ve bestesiz bir şarkı gibi sessizliğin diliyle iletişim kuran çizginin insana söyleyeceği çok şey var. Yazının da kelimelerin arkasına sakladığı koca bir dünyası bulunur. Harflerle perdelenmiş bir âleme sürükler insanı. Çizginin yazgıyla buluşması ise hoş bir müzikalin kapılarını aralamak gibidir. Görüntüler ve sesler birbiriyle kaynaşıp manidar bir oyunu sahneler. Yazar Akif Hasan Kaya’nın editörlüğüyle İz Yayıncılık tarafından okura sunulan bu kitap, ismine münhasır bir şekilde Hasan Aycın’ın en özel çizgileriyle yirmi farklı öykü yazarının kalemini buluşturuyor.
NEYİ, NİÇİN, NASIL OKUMALIYIZ?
Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi, kitapseverler için başucu mahiyetinde bir kitabı okurla buluşturuyor. Edebiyat dünyasında Maraş’ın ‘gül yetiştiren adamı’ olarak nam salmış şair-yazar Duran Boz’un editörlüğünde hazırlanan ‘Okuma Atlası’ kitabı, bilinçli okurun yana sıra kitapların dünyasıyla yeni tanışanlar için zengin bir rehber niteliğinde. Kitapta Cemal Şakar’dan Necip Tosuna, İbrahim Demirci’den Mehmet Efe’ye, Ömer Erdem’den Necati Mert’e birçok çağdaş yazar, okuma, yazma serüvenlerinin yanı sıra, okuma eylemi üzerine incelikli düşünceleriyle birçok makaleye imza atıyor. 493 sayfalık eser, neyi, niçin okuduğumuzun yanı sıra, nasıl okuyacağımıza da ışık tutuyor.
NAZIM HİKMET'İN ŞİRİNLER'İ RESİMLENDİ
Nazım Hikmet’in Naima Hassan mahlasıyla çocuklar için kaleme aldığı ve il kez 1932’de yayımlanan ‘Orman Cücelerinin Sergüzeşti’ kitabı, uzun yıllardan sonra Ayşe İnan’ın resimleriyle yeniden çocuklarla buluştu. Yapı Kredi Yayınları Doğan Kardeş Kitaplığı’nca ilköğretim çağındaki çocuklara yönelik yayımlanan kitapta, Nazım Hikmet’in Şirinler’inin kullandığı bazı kelimeleri anlayamayacak minikler için de özel bir sözlükçe yer alıyor.