KKTC Başbakanı Ersin Tatar, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Kıbrıs’taki Barış Gücü’nün görev süresinin altı ay daha uzatılması için hazırladığı ön rapora tepki gösterdi. Tatar yaptığı yazılı açıklamada, “1964’ten bu yana Ada’da görev yapmakta olan Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün (BMBG) görev süresi ay sonundan önce 6 aylık bir süreyle bir kez daha yenilenme aşamasındadır. Konuya ilişkin olarak BM Genel Sekreteri Güvenlik Konseyi’ne bir rapor sunacaktır. Bu raporun taslağı Konsey üyeleriyle ilgili taraflara dağıtılmıştır. Öncelikle BM Barış Gücü 1964’te başlayan Kıbrıs’ta barışı koruma faaliyetlerinin günümüzün koşullarına uymadığını vurgulamak isterim. Şöyle ki, 1974 öncesinde çok sayıda ateşkes hattı bulunmasına karşın 1974 sonrasında ortaya çıkan coğrafi zemin ve gerçekler çerçevesinde bu hat ikiye inmiştir. Dolayısıyla BMBG’nin görevi bu gerçek temelinde şekillenmelidir. Diğer yandan BMBG’nin adada konuşlanmasına cevaz veren 4 Mart 1964 tarihli 186 (1964) sayılı Güvenlik Konseyi kararında sözde ’Kıbrıs hükümeti’ne atıf yapılmıştır. Halbuki, 1963 Rum saldırı ve katliamları ile Kıbrıs Türkü ile Kıbrıs Rum tarafının birlikte kurdukları ortaklık cumhuriyeti ve hükümeti yıkılmıştı. Dolayısıyla bu karar gerçekleri yansıtmıyordu ve tarihi bir hataydı. Hal böyleyken hala o karar temel alınarak adadaki Barış Gücü’nün varlığının devamı için yeni kararlar üretilmesi BM için ciddi bir açmaz olup, Kıbrıs konusunun çözümsüz kalmasının başlıca nedeni olan tarihi bir hatanın sürdürülmesi demektir" dedi.
BMBG’nin Ada’daki faaliyetlerinin çerçevesi olan statü anlaşmasını Kıbrıs Rum tarafı ile imzaladığını kaydeden Tatar, “Kıbrıs Türk tarafının tüm girişimlerine rağmen benzeri bir anlaşmayı bizimle imzalamaktan hep kaçınmıştır. Oysa böyle bir anlaşmanın Kıbrıs Türk tarafı ile de imzalanması bir meşruiyet ve hakkaniyet gereğidir. Ortada bir vahim gerçek daha bulunmaktadır. O da BMBG’nin giderlerinin yarıya yakınının bugün Rum-Yunan ikilisi tarafından karşılanmakta olmasıdır. Bu da doğal olarak BMBG’nin tarafsızlığına gölge düşürmektedir. Ön raporun içeriğine bakılırsa genel olarak adada ve bölgede gerginliklerin arttığına işaret etmekte ve buna başlıca nedenler olarak hidrokarbonlar konusunda çevremizde yaşanan gelişmelerle Crans-Montana’daki çöküş sonrasında görüşme sürecinin yeniden başlatılamaması gösterilmektedir. Ancak gerginliğin artmasının sorumlusunun Kıbrıs Rum tarafı olduğu açıklıkla ortaya konmamakta, sırf dengeli davranmak adına gerçekler göz ardı edilmektedir. Unutulmamalıdır ki Crans-Montana’da yaşanan çöküş ve sonrasında görüşmelerin yeni bir zeminde başlayamamasının nedeni Rum tarafının retçi tutumu, değişmeyen hakimiyetçi zihniyeti, BM’nin ise başarısızlığa neden olan çerçevede ısrar etmesidir” ifadelerini kullandı.
Hidrokarbonlar konusunda ise Rum tarafının Kıbrıs’ın tek sahibiymiş gibi bölge ülkeleri ve yabancı şirketlerle tek taraflı anlaşmalar imzalamaya ve tek taraflı faaliyetlerini sürdürmeye devam ettiğini belirten Tatar, Oysa, Kıbrıs Türk tarafı, Kıbrıs Rum tarafına 2012 yılından itibaren bu konuda geçici bir özel komite kurulmasına yönelik olarak yapıcı ve iyi niyetli üç öneride bulunmuş, Rum tarafı ise tüm bu önerileri reddetmiştir. Kendisi ise ciddi ve gerçekçi öneri sunmaktan kaçınmış, bu konuda kabul edilemez ön koşullar öne sürmüştür. KKTC bunun üzerine kendi hak ve çıkarlarını korumak için harekete geçmiş ve garantörümüz olması yanında bölgenin en uzun kıyı şeridine sahip olan Türkiye ile anlaşmalar imzalayarak gerekli somut adımları atmıştır ve atmaya devam etmektedir. Raporda halkımıza karşı on yıllardır uygulanmakta olan izolasyonlara yapılan atıf da en hafif tabiriyle yetersizdir. Kaldırılmaları konusunda Avrupa Birliği’nin 26 Nisan 2004’te almış olduğu karar ve BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan’ın 28 Mayıs 2004 raporunda yer alan çağrı ortada dururken, raporda Kıbrıs Türkü’ne uygulanan izolasyon ve kısıtlamalara sanki de Kıbrıs Türkü’nün ’kendi kaygılarıymış’ şeklinde değinilmesi, BM’nin bu konudaki çekingenlik ve yetersizliğinin bir göstergesi olup bizim için kabul edilmezdir” dedi.
Tatar sözlerini şöyle sürdürdü:
“Maraş konusuna da atıf yapılan raporda, BM’nin kentteki ’statükodan Türkiye Hükümeti’ni sorumlu tutmaya devam ettiği’ belirtilmektedir. Maraş’ın KKTC topraklarının bir parçası olduğunu ve neredeyse tümünün vakıf arazisi olduğunu bu vesileyle hatırlatmak isteriz. Hükümetimizin bu konuda attığı adımlar ise belgelenmiş bu gerçek ışığında, aynı zamanda hak sahiplerinin haklarına halel getirmeyecek şekilde yapılmaktadır. Kıbrıs Türk tarafı raporda ele alınan konulardan biri olan Güven Yaratıcı Önlemler (GYÖ) ve iki taraf arasında işbirliği mekanizmaları oluşturulması konularına her zaman olumlu yaklaşmış, bu konudaki ayak sürüme ve engellemeler hep Kıbrıs Rum tarafından gelmiştir. Nitekim, raporda ima yoluyla da olsa bunun nedeninin Kıbrıs Rum tarafının ’tanınma takıntısı’ olduğu belirtilmekte, bunun aşılamayacak bir engel olmadığı yazılmaktadır ki biz bu değerlendirmeyi yapıcı buluyoruz. Sözde Kıbrıs Hükümeti ve onun kuruluşlarına atıfta bulunan herhangi bir rapor ve/veya kararın bizim tarafımızdan kabul edilmesi mümkün olmamakla beraber biz BM Barış Gücü’nün topraklarımızda yasalarımıza uygun şekilde görev yapmasına bugüne dek izin verdik.”
Birleşmiş Milletlerin artık Kıbrıs gerçeklerine uygun bir tutum içine girmesi ve Kıbrıs Türk tarafı ile de BMBG’nin görevine ilişkin ayrı statü anlaşması imzalaması gerektiğini ifade eden Tatar, “Nihai tahlilde ön rapor mevcut şekliyle bir bütün olarak adadaki statükonun devamından başka bir amaca hizmet etmemektedir. Olası bir görüşme süreciyle ilgili olarak ortaya koyduğu çerçeve bugüne kadar denenip de başarıya ulaşamadığı tecrübeyle sabit olan kalıpların dışına çıkamamakta, aksine bu kalıpları tekrarlayıp durmaktadır. Taslakta yer alan ‘Bu kez farklı olmalıdır’ şeklindeki ibare ise ‘nasıl farklı olacaktır?’ sorusunu yanıtlamadığı için boşlukta kalmaktadır. Ulusal Birlik Partisi’nin önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde beni cumhurbaşkanı adayı olarak göstermesinin ardından yaptığım açıklamada, olası yeni bir sürecin hangi koşullarda başlayabileceği ve özde nasıl olması gerektiği konusundaki politikamızı açıklıkla ortaya koymuş bulunuyorum. Bunların başında, ‘en baştan iki devletli çözüm dahil tüm çözüm alternatiflerinin masada olması’ gelmektedir. Diğer şeyler yanında egemen eşitlikle Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinin devamının kırmızı çizgilerimiz olduğunu da bu vesileyle bir kez daha vurgulamakta yarar görmekteyim” dedi.
İHA