Kepçelerin ‘gömdüğü’ bir şehirli Kahraman

Hakan Bıçakcı’nın yeni romanı ‘Uyku Sersemi’ ‘mutlu son’ ile başlıyor, öyle bir final yapıyor ki... İnşaat tabelalarındaki “Verdiğimiz rahatsızlık için özür dileriz”in aksine Bıçakcı, İstanbul’daki kentsel dönüşümü anlattığı romanı için “Tek amacım rahatsızlık vermek değildi ama rahatsızlık vermekten de çekinmedim” diyor.

İNCİ DÖNDAŞ / İSTANBUL

Öyküleriyle önemli bir okur kitlesine sahip Hakan Bıçakcı, yeni romanı ‘Uyku Sersemi’nde İstanbul’daki kentsel dönüşümün şehrin ve insanın belleğini nasıl etkilediğini anlatıyor. Bu bir demans hastasının öyküsü gibi; şehirde yeni binalar dikildikçe hiçbir hatıra kalmıyor. Rüyalar, gerçekler, inşaat sesleri, vinçler, yürüyecek kaldırım olmayan yollar, metruk binalar, kapanan onca yıllık dükkanlar okuru sarmalıyor. Bıçakcı ile konuştuk...

* Romanda kentsel dönüşüm konusunu, insanın üzerindeki etkisiyle birlikte işlemişsiniz. Neden bu konuyu seçtiniz?

Kentin dönüşümüyle, o kentte yaşayan insanın dönüşümü arasında bir paralellik olduğu düşüncesinden yola çıktım sanırım. Şehirdeki bu baş döndüren, bizi geçmişten koparan, köksüzleştiren değişim, bir noktadan sonra içinde yaşayanları da etkileyecektir diye düşünüyorum. Bunu, İstanbul’da yalnız yaşayan ‘Kahraman’ isimli bir kahraman üzerinden anlatmayı denedim.

Aslında İstanbul’da yaşayanların yanı başında olan olayları anlatıyorsunuz fakat pek çok kişi sizin romanınızı okuyana kadar bunun farkında bile değil. Farkındalık mı yaratmaya çalıştınız?

Özel olarak böyle bir misyon edinmedim. Çoğu yazar gibi kafamı kurcalayan, beni rahatsız eden bir konu üzerine yazmak istedim. Farkındalık yaratma, mesaj verme, çözüm yolları önerme gibi iddialarım olmadı hiçbir zaman.

Kahraman romanda bir İstanbul rehberi yapmak için yola çıkıyor, kitap da Kahraman da, şehir de bambaşka bir hal alıyor. Okuduğumuz sanki bir demans hastasının öyküsü. Katılıyor musunuz? 

Evet. Hafıza ve bellek anlatının önemli bir boyutu. Konu sadece kapanan yerler değil. Onlarla birlikte silinen mazi. Sadece mekân algımız değil, silinen geçmişle birlikte zaman algımız da zedeleniyor. Yapay bir şu anın içine hapsoluyoruz.

Şehir değiştikçe, romanın kahramanı Kahraman da değişiyor. Bunu işlerken bazen karakterin rüya gördüğünü, gerçekten o olayı yaşadığını sorgulama ihtiyacı hissediyor okur. Neden bu şekilde anlattınız?

Her romanda olduğu gibi yine fantastik unsurlara yer vermek istedim. Zaten baştan planlamasam da yazarken elim rüyayla gerçeğin karıştığı fantastik sulara gidiyor. Burada da aynı durum söz konusu. Böyle olması bana daha anlamlı geliyor. Öbür türlü anlatı kentsel dönüşüm üzerine yazılmış bir tez, bir sosyoloji, inceleme kitabı gibi olabilir. 

Bu kitabı yazarken hangi hisler içindeydiniz? Örneğin ben bir okur olarak gürültü, vinç, inşaat, eski mekanların kapanmasından rahatsızlık duydum. 

Rahatsız olduğum bir yerden yola çıktığım için bu rahatsızlığın okurda da uyanması doğal. Ağır bir konuyu kara mizah öğeleri ve fantastik rüyalarla dengelemeye çalıştım aslında. Tek amacım rahatsızlık vermek değildi ama rahatsızlık vermekten de çekinmedim.

Kahraman’ın yanında taşıdığı koyu yeşil renkli kanepe neyi temsil ediyor?

Alelade bir mobilya başta. Ancak şehirdeki hızlı dönüşümle birlikte geçmişin temsilcisine dönüşüyor. Kahraman’la birlikte ev ev geziyor. Ve uyku sersemi Kahraman, bir noktadan sonra ona sığınıyor.

Bu roman bir film olsun ister misiniz?

Evet. Her romanım gibi ‘Uyku Sersemi’nin de iyi bir yönetmenin elinde filme dönüşmesini isterim.

‘MUTLU SON’ İLE BAŞLAYIP KASVETLİ BİR HAL ALIYOR

Romanda şehir de Kahraman da yavaş yavaş tükeniyor. Böyle bir tükenişi yazarken zorlandınız mı?

Evet, dibe doğru bir gidiş var. Bunu romanı yazmaya başlamadan belirlemiştim. ‘Mutlu Son’ adlı bölümle başlayan roman adım adım daha kasvetli bir hal alıyor. Bu konuda yazarken şuna dikkat ettim: Karakter şehirdeki tükenişe kafa yormuyor, onun canı bu nedenle bitiremediği kitabından dolayı sıkılıyor. Okurla karakterin tam aynı noktada olmamasına çalıştım böyle yaparak. Karakter kitaba, okur şehre üzülüyor gibi bir denge.

Pek çok öykünüz var, bu kez bir roman kaleme aldınız. Öykü ve roman yazmak arasındaki zorluklar/avantajlar konusunda neler söylersiniz?

İkisi çok iç içe benim için. Yazmaya öykü yazarak başladım. Ama ilk yayımlanan kitaplarım romandı. Öyküler çok daha sonra yayımlandı. Öykü çok daha anlık bir fikirden yola çıkıyor. Tek etki etrafında şekilleniyor. Romanda işin içine daha çok hesap, matematik, mühendislik giriyor. Omurgayı oluşturmak, olayları sıralamak, kurguyu belirlemek tek tek karar verilmesi gereken unsurlara dönüşüyor. Ve her küçük değişiklik, başka bölümlerde de değişiklik yapmayı gerektiriyor. 

Romanda her bölümün girişinde bir yazardan alıntı veya bir şairden dize var. Bunları neye göre belirlediniz?

Başta böyle bir niyetim yoktu. Yazarken bazı bölümlerle ilgili dizeler geldi aklıma. Sonra sayısız şiir kitabı karıştırıp ağırlıklı olarak İstanbul üzerine yazılmış şiirlerden dizeler seçtim her bölüm için. 

* Özellikle Cahit Sıtkı Tarancı'nın 'Mazim bir orkestra' dizeleri kitaptaki şehri de Kahraman'ı da çok iyi anlatıyor. Siz ne dersiniz?

Evet, dizelerin çoğu İstanbul ve kaybolan geçmişle ilgili. Bu alıntı da onlardan biri. Bence de en etkililerinden biri.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.

İlgili Haberler

Nobel Murakami’yi teğet geçti
Son dakika! 2017 Nobel Edebiyat Ödülü'nü Kazuo Ishiguro aldı

Hayat Haberleri