Abdi İpekçi'nin öldürülmesi Türkiye'de büyük bir infiale neden oldu. Dönemin Hürriyet gazetesi sahibi Erol Simavi'nin önerisi ile 2 Şubat 1979 tarihinde gazeteler siyah başlıklarla çıktı. Polis her yerde katili aramaya başladı. Katili bulana 6 milyon TL ödül verileceği duyuruldu. 5 ay sonra bir kahvede kağıt oynarken yakalanan Mehmet Ali Ağca, idamla yargılanırken 1979 yılında cezaevinden firar ederek yurt dışına kaçtı. 1981 yılında İtalya'da Papa II. Jean Paul'e suikast girişiminde. İtalya'da 19 yıl hapis yattıktan sonra 2000 yılında Türkiye'ye iade edildi. Abdi İpekçi cinayetinden dolayı hakkında idam kararı verilmesine karşın 10 yıl cezaevinde kaldı. 2010 yılında cezasını tamamlayarak tahliye edildi.
ABDİ İPEKÇİ'NİN HAYAT HİKAYESİ
9 Ağustos 1929 tarihinde İstanbul'da dünyaya geldi. Eski Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile kuzenidir.
Galatasaray Lisesi'nden mezun oldu. Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde tamamladı.
Yeni Sabah, Yeni İstanbul ve İstanbul Ekspres Gazetesi gibi çeşitli gazetelerde spor muhabiri, sayfa sekreteri ve yazı işleri müdürü olarak çalıştı.
Ali Naci Karacan'ın çıkardığı Milliyet Gazetesi'nde yazı işleri müdürlüğü ve genel yayın müdürlüğü yaptı.
Abdi İpekçi; Türkiye Gazeteciler Sendikası, Türkiye Basın Enstitüsü Başkanlığı, İstanbul Gazeteciler Cemiyeti ve Uluslararası Basın Enstitüsü'nün ikinci başkanlığı, Basın Şeref Divanı genel sekreterliği gibi görevlerde bulundu.
Yazılarında Atatürkçülüğü, barışı, düşünce özgürlüğünü, ülkenin bağımsızlık ve bütünlüğünü savundu.
ABDİ İPEKÇİ'NİN ÖLDÜRÜLMESİ
1970'li yıllardaki kargaşa ve terörün önlenmesi için iktidar ile muhalefet önderleri arasında yapıcı bir uzlaşı sağlanmasından yana olan Abdi İpekçi, 1 Şubat 1979 gecesi İstanbul Maçka'daki evinin yakınlarında aracındayken Mehmet Ali Ağca tarafından 49 yaşında öldürüldü.
Mehmet Ali Ağca verdiği ifadede, Abdi İpekçi'ye 5-6 el ateş ettiğini söyledi. Ancak olay yerinde 9 mermi kovanı ele geçirildi. Daha sonra olay yerinde bir ikinci kişinin olduğunu, o kişinin de Oral Çelik olduğu ortaya çıktı. Oral Çelik ile Mehmet Şener suikastı beraber tasarladığı, Mehmet Ali Ağca da tetikçi olarak sonradan aralarına katıldığı belirlendi.
Mehmet Ali Ağca, idamla yargılanırken 1979 yılında Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçırıldı.
Cinayetin işlendiği Nişantaşı'ndaki Emlak Caddesi (bugünkü Abdi İpekçi Caddesi) / 1979
ABDİ İPEKÇİ SUİKASTININ PERDE ARKASI
Abdullah Çatlı, Bedrettin Cömert suikastinden aranırken Ağustos 1978'de Sakarya'da yakalandı. 48 saat sonra serbest bırakıldı. Uğur Mumcu'nun, 'Abdi İpekçi cinayetinin kilit ismi' dediği Abdullah Çatlı, Şubat 1982'de bu kez MHP davasıyla aranırken, Zürih'te Mehmet Şener ile birlikte sahte pasaport ile yakalandı ve yine 48 saat sonra salıverildi. Daha sonra Mehmet Şener yargılandı ve delil yetersizliğinden serbest bırakıldı.
Oral Çelik, 1982 yılında İsviçre'de yakalandı. 10 gün sonra serbest bırakıldı. Türkiye'ye döndükten sonra Malatya'da süren bir cinayet davasında dosyada bir evrakın yitirilmesi üzerine salıverilmesine karar verildi.
Mehmet Ali Ağca'nın, Abdi İpekçi cinayetinde tetik çektiğini söylediği Yalçın Özbey ise 1983 yılında Almanya'da işlettiği lokalde gözaltına alındı ve 2 ay sonra salıverildi.
Geniş güvenlik önlemleri eşliğinde suikastın tatbikatı yapılırken / 1979
ABDİ İPEKÇİ'NİN AİLESİ SUİKAST HAKKINDA NE DİYOR?
Abdi İpekçi'nin katledilişinin 30. yılı olan 2009 yılında kızı Nükhet İpekçi, Milliyet için kaleme aldığı yazıda, "Otuz yılda, insan epeyce bilgileniyor. Mesela benim otuz yılım, hep aynı bilgiyle yaşayıp, o bilginin bilinmemesi için gösterilen çabaları izlemekle geçti" ifadelerini kullandı.
Nükhet İpekçi, geçen yıl, babasının mezarı başındaki anmada yaptığı konuşmada da şunları söyledi:
"Geçmiş, geçip gitmediği için bazı sözler sürekli söylenmek zorunda. Kabak tadı da verse söylenmek zorunda. Herkesin bildiğini, kimse resmen görmez söylemezse, söz söyleme gereği doğan böyle bir yıldönümünde şaşkın bir aymaza benzetilme pahasına, yine aynı soruları sormak zorundayım. Çünkü aslında bu kalakaldığımızın resmi. Artık kalakalmayalım, artık bu kadar çok oyuna gelmeyelim. Bizi bu kadar çok öldürenlere karşı hep birlikte 'bir dakika' diyebilelim diye sürekli tekrarlama gereği hissediyor. Tıpkı bir papağan gibi tekrarlayıp kayıplarımızı virgüllerle sıralıyoruz ve sonunda 'kimler yaptı?' diye soruyoruz. Çünkü elimizde somut bilginin, resmi tebliği yok. Örgütleyenler, emir verenler, oyuncular, yardımcı oyuncular, gizleyenler, şahitler, görevi kötüye kullananlar nerede? İpuçları nerede? Yok edilmiş bilgilerin izi nerede? Kaçırılmış ve yeşil pasaportlarla devlet görevlisi olarak dolaştırılmışlar nerede? Ve hatta dosyalar nerede? Bütün bunlar varken yok edilmişse, hiçbirinin gereği yapılmamışsa acaba biz her şey 'kabak gibi aydınlık' diyebilir miyiz?"