1992 yılında Sabah gazetesi adına Nevruz Bayramı kutlamalarını takip etmek üzere Şırnak'ın Cizre ilçesine giden İzzet Kezer, polisin ateş açması üzerine kafasından vuruldu. Olayın ardından dönemin başbakanı Süleyman Demirel, 28 Mart 1992'deki basın toplantısında "...Olay hangi çeşitten olursa olsun soruşturulacak ve neticesine göre hareket edilecektir. Olay soruşturulmaktadır..." dedi. Demirel, 15 Ağustos 1992'de Milliyet'te yayımlanan habere göre ise "...Öldürülen gazetecilerin bir kısmı gerçekten gazeteci değildir. Militandır. Birbirlerini öldürüyorlar. Bana devletin resmi mercilerinin verdiği bilgi budur..." ifadelerini kullandı. Olay günü İzzet Kezer'in yanında olan Gazeteci Uğur Şevkat, soruşturmanın baştan savma yapıldığını, savcılığın kendisi dahil birçok kişiyi tanık olarak çağırmadığını söyledi.
İZZET KEZER'İN HAYAT HİKAYESİ
6 Mart 1954 tarihinde dünyaya geldi.
Ankara Basın Yayın Yüksek Okulu'ndan mezun olduktan sonra 1 Kasım 1988 tarihinde Sabah gazetesinde muhabir olarak meslek hayatına başladı.
Burada çeşitli görevler yaptıktan sonra, aynı medya topluluğuna bağlı Günaydın gazetesine geçti.
1992 yılında Şırnak'ın Cizre ilçesinde Nevruz gösterilerini izlemekle görevlendirildi. Sokağa çıkma yasağının olduğu bir zamanda bölgeye gitti.
23 Mart 1992 günü muhabir arkadaşı Faruk Balıkçı ile birlikte beyaz bayrak taşıdığı halde güvenlik güçlerinin ateş açması sonucu 38 yaşında başından vurularak öldürüldü. İzzet Kezer'i öldüren kurşunun kimin silahından çıktığı saptanamadı.
İZZET KEZER NASIL ÖLDÜ?
Faruk Balıkçı o anları şöyle anlattı: "Biz o gün bir çocuk çığlığı duyunca, gazetecilik refleksiyle sesin geldiği yere gitmek istedik ve yaklaşık on gazeteci Kadıoğlu Otel'den çıktık.
Ara sokaklardan birinde üzerimize ateş açıldı, biz de civardaki en yakın eve sığındık ve kendi aramızda tartışmaya başladık. Bazı gazeteciler beyaz bayrak yaparak çıkabileceğimizi savundu. Ben karanlık çökünce otele dönmekten yanaydım. Sonunda üç beyaz bayrak yaptık. Birini ben, birini İzzet, diğerini ise Alman bir muhabir aldı.
Sokağa çıktığımızda ilk ateş açılan yerden üzerimize tekrar çok seri şekilde ateş açıldı. Hepimiz kendimizi bir evin demir kapısının altına attık. O sırada döndüğümüzde İzzet'in başından vurulduğunu ve kanlar içinde yere düştüğünü gördük. Ama üzerimize ateş açılmaya devam ettiği için yanına yaklaşamadık. Bulunduğumuz evin önünde "Kapıyı açın, hepimiz öleceğiz" diyerek kapıyı yumrukladık.
Kapının altından bakarken, avludan genç bir kadının bize yaklaştığını gördük hatta onu gazeteci olduğumuza inandırmak için fotoğraf makinelerimizi kapının altından uzattık. Bunun üzerine kapı açıldı ve kendimizi içeri attık. Ama İzzet sokağın ortasında kaldı.
O sırada birkaç arkadaş kapıyı açıp İzzet'i içeri almak istedik. Fakat tekrar ateş açıldı. Maalesef İzzet'e ulaşamadık, sokağın ortasında yarım saat öylece kaldı.
Eve dönüp oteli aramak istediğimizde, evde telefon olmadığı için üç kişi duvarların üzerinden atlayarak başka bir eve geçtik. Sonunda bir evden oteli aradık ve gazeteci arkadaşlarımızla konuştuk. İzzet'in vurulduğunu ve sokakta yattığını haber verdik. Çünkü yaralıysa kan kaybından ölebilirdi.
Geri döndüğümüzde diğer gazeteciler de çıkmıştı. Evdekiler bir panzerin geldiğini, İzzet'i ve gazetecileri götürdüğünü anlattı."