İYİ Parti henüz daha tam olarak tanımlanabilmiş bir parti değil. Siyaset bilimciler, ağırlıklı olarak partinin bir kimlik karmaşası yaşadığını iddia ediyorlar. Bu karmaşanın sebebi, partinin Milliyetçi Hareket Partisi’nden kopanlar ile merkez sağ siyasetten gelenler tarafından birlikte kurulması. Partinin lideri Meral Akşener’in de bu yargıyı kuvvetlendirecek bir siyasi kariyere sahip olduğunu söylemeliyiz. Hem merkez sağ Doğru Yol Partisi’nde hem de Milliyetçi Hareket Partisi’nde siyaset yaptı ve her iki partinin tabanıyla da uyum sağlamayı başardı. Yani hem demokrat hem milliyetçi bir siyasetçi olarak biliniyor. Ancak Akşener’in kendi kişiliğinde tecessüm eden bu füzyon partiye tam olarak yansımadı ve merkez siyaset yanlıları ile milliyetçiler arasında bocalayan bir parti görüntüsü ortaya çıktı. Ne var ki, bu bocalama İYİ Parti’yi siyaset sahnesinden silmedi. Aksine, ilk yapılan genel seçimlerde parti yüzde 10 oy almayı başardı. Üstelik ilerleyen dönemde de, bu oy oranını korumayı başardı, kendi tabanını yaratabildi ve siyasi denklemin en hayati iki oyuncusundan birisi (diğeri HDP) haline geldi.
Geçtiğimiz Pazar günü İYİ Parti 2. Olağan Kurultay’ını yaptı ve bunu “Millet Bizi Çağırıyor” sloganı ile duyurdu. Anlaşılacağı üzere, parti sistemin kilit aktörü olma rolünden daha fazlasını istiyor ve daha hırslı bir gündem ile hareket edeceğinin sinyallerini veriyor. Bu yazının amacı, Akşener’in bir süredir inşa etmeye çalıştığı yaratıcı siyaseti ve İYİ Parti Kongresi’nin olası sonuçlarını tartışmak. Bunun için önce partinin kuruluşundan bugüne benimsediği politikayı, ardından da bundan sonra Türkiye siyasetinde nasıl konumlanacağını ele alacağım.
MAĞDUR AMA ZANLI: 2016-2020 ARASI İYİ PARTİ
İYİ Parti 25 Ekim 2017 günü kuruldu ancak Akşener’in siyasi projesi daha önce başladı. 1 Kasım 2016 seçimlerinde yaşanan büyük oy düşüşü, MHP içindeki muhalifleri harekete geçirmiş ancak sağlanan delege desteğine rağmen seçimli bir olağanüstü kurultay toplanamamıştı. Zira, seçimi kaybedeceği aşikar olan Genel Başkan Devlet Bahçeli’nin kurultay konusundaki isteksizliği tartışmalı yargı kararları ile desteklenmiş ve muhaliflerin girişimleri durdurulmuştu. Bu aslında, MHP ile AKP arasında kurulan ittifakın kurulma anlarından biriydi çünkü birçok siyaset bilimciye göre MHP içindeki liderlik mücadelesinin kazananını AKP hükümetinin tavrı tayin etmişti. Diğer bir ifadeyle, MHP’de liderin meşruluğunun kaynağı delegeden hükümete kaymıştı. Dolayısıyla, MHP yönetiminin parti içindeki pozisyonlarını korumaları AKP politikalarına destek vermelerine bağlı hale gelmişti. Bu durum, Akşener ve arkadaşları için büyük bir mağduriyet yaratıyor ve yeni kurulacak siyasi bir hareket için enerji veriyordu. Aslında Akşener’in hikayesi 2000 senesinde yapılan ve Gelenekçi kanadın Yenilikçi kanadı az farkla mağlup ettiği Fazilet Partisi olayına çok benziyordu. O kongreden mağlup olarak ayrılan yenilikçiler kısa zaman içerisinde Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kurmuş ve iktidar olmuşlardı. Benzer bir süreç Akşener için de pekala işleyebilirdi.
Mamafih bu olmadı. 15 Temmuz darbe girişimi, hükümete sınırsız bir keyfilik ile muhalifleri ulusal güvenlik gerekçesiyle kriminalize etme hürriyeti verdi. Üstelik bu keyfiliğe itiraz eden hemen herkes hızlı bir şekilde yaftalanıyor ve terör karşı mücadeleyi sekteye uğratmakla itham ediliyordu. Bu süreçte, Devlet Bahçeli de ilginç bir pozisyonda buldu kendini. Bir dönem Milli Güvenlik Kurulu’nun oynadığı rol MHP’ye tevdi edilmişti. Yani, milli güvenliğin sınırlarını Devlet Bahçeli çiziyor, neyin tehdit olduğuna karar veriyor, bu tehditlerle nasıl başa çıkılacağını belirliyordu. Onun tarafından tayin edilen ulusal güvenlik çerçevesi şaşırtıcı olmayan bir şekilde AKP’nin keyfi mücadelesine sınırsız kredi ve meşruluk sağlıyordu.Böylece, Devlet Bahçeli sistem içerisinde rekabet eden siyasi bir partinin genel başkanı olmasına rağmen siyaset üstü bir noktada konumlandı. Bu nokta, AKP’nin politikalarının meşruluk çerçevesini oluşturuyordu. Zira, ilerleyen dönemlerde Bahçeli, Başkanlık sistemine geçişi bir milli güvenlik mecburiyeti olarak sundu ve AKP ile MHP’nin siyasi iktidarlarının devamını bir milli beka meselesi olarak tanımladı. Bu politika haliyle AKP ve MHP’nin siyasi ikbaline kast edebilecek her hangi bir aktörü de ulusal güvenlik tehdidi olarak şeytanlaştırmayı beraberinde getirdi.Meşru bir muhalefet partisi ile eli kanlı bir terör örgütü arasında bir fark olmadığını ima eden bu tavır, Olağanüstü Hal (OHAL) döneminin öngörülemezliği ve hükümet kontrolündeki medyanın hoyrat propagandası ile birleşince Akşener birden bire mağdurdan zanlıya dönüştü. Hakkında büyük bir karalama ve yaftalama kampanyası başlatıldı. Diğer bir ifadeyle, Akşener ile seçmen arasına dev bir bariyer örüldü. Hatta İYİ Parti’nin seçime girmemesi için baskın bir seçim bile yapıldı.
Bu baskı ortamında İYİ Parti var olmayı başardı. 6 ay önce kurulan bir parti olarak yüzde 10 oy alabildi. Ne var ki bu başarı, AKP ile MHP arasındaki ittifakın daha da güçlenmesine sebep oldu. Zira, İYİ Parti’nin başarısı AKP’nin meclis çoğunluğunu kaybetmesine sebep oldu. Bu durum ise AKP’nin meclis çoğunluğunu sağlamak için MHP’ye daha fazla muhtaç olduğu bir tablo ortaya çıkarttı. Bu tablo, iki partiye de birbirleriyle kurdukları ittifakı devam ettirmekten başka bir yol bırakmadı. Kısacası, AKP ile MHP’yi birbirine bağlayan ve bu bağları kuvvetlendiren biraz da Akşener’in hikayesi oldu.
KONGRE SONRASI İYİ PARTİ
İyi Parti, 15 Temmuz sonrası atmosferden kendisini koruyabilmek için, milliyetçi karakterini sıklıkla vurguladı, hatta birçok ulusalcı isme parti kadrolarında yer verdi. Bu strateji partiyi acımasız saldırılardan korudu fakat kaçınılmaz olarak ulaştığı seçmen sayısının sınırlı kalmasını da beraberinde getirdi. Bir anlamda inşa ettiği yüksek duvarlar içeriyi dışarıya karşı korurken, içerinin dışarıya açılmasına mani oldu. Partinin milli güvenlik paradigmasına bağlılığını ispatlama girişimleri, hükümetin yönetim kapasitesi ile ilgili diğer konulardaki görüşlerini yeteri kadar açıklamasına mani oldu. Mesela, İYİ Parti’nin ekonomi politikası kamuoyunda tartışılamadı. Hükümetin izlediği dış politikaya alternatifler sunulamadı. Her konunun hızla güvenlikleştirildiği bir siyasi atmosferde, İYİ Parti de güvenlik dışında bir konuda beyanat veremedi. Dolayısıyla parti, MHP’nin muhalif bir izdüşümü olarak algılandı. Parti içindeki merkez siyasetten gelen veya milliyetçi ideoloji ile bir geçmişi olmayan isimler ise sadece parti kimliği ile ilgili dışarıdan bakanların kafalarının karışmasına sebep oldular.
Ben bu durumun değişmeye başladığını düşünenlerdenim. Özellikle yerel seçimler ile birlikte, özellikle büyük şehirlerde yaşanan yönetim değişiklikleri, AKP-MHP ittifakının devlet yönetiminde gösterdiği bariz beceriksizlikler ve bu beceriksizliklerin arkasına gizlenebileceği güvenlik gündemlerinin jeopolitik gerçeklerin soğuk duvarına çarpması İYİ Parti için yeniden bir strateji belirleme ihtiyacı doğurmuş durumda. Artık, İYİ Parti’nin önceliği kendi varoluşunu muhafaza etmek değil. Bunun yerine, siyasi ekosistemi dönüştürecek bir karakter ortaya koymak istiyor. Mesela, bir süredir Akşener Anadolu şehirlerini geziyor ve sıradan insanların ekonomik kaygılarını ülke gündemine taşımaya gayret ediyor. Sadece milliyetçilik ve güvenlikçilik eksenli, tek mesele partisi olmaktan kurtulmak için önemli bir adım bu. Benzer şekilde dış politikada alternatif bir yaklaşım önermekten geri durmuyor Akşener. Hariciye kurumsallığına dikkat çekerek saray çevrelerince formüle edilen dış politikanın öngörülebilir bir devlet politikasından ziyade kişisel ve kırılgan bir ilişki modeli olduğundan bahsediyor. Hepsinden önemlisi, ekonomiden dış politikaya, eğitimden spora hayatın birçok alanını olumsuz etkileyen yapısal bir faktöre dikkat çekiyor ve güçlendirilmiş bir parlamenter sistemi çağrısı yapıyor. Yani, birçok muhalifin düştüğü yönetim başarısızlığını kişilerin kapasite sorunları ile açıklama hatasına düşmüyor ve sistemin kendisini sorumlu tutuyor. Son olarak Akşener, bir süredir Kürt meselesi ile ilgili birçoklarının kafasını karıştıran bir strateji izliyor. Demirtaş’ın gönderdiği kahvaltı mesajına, olumsuz gibi gözüken ancak müzakere kapısını kapatmayan son derece diplomatik bir cevap vermişti. Benzer bir tutumu kongrede de sürdürdü ve “iki yumruk arasında kalan Kürt ve Zazalardan” bahsetti. Bu yumruklardan birisi aşikar bir şekilde PKK. Diğeri ise Kürt meselesini sadece bir güvenlik meselesine indirgeyerek Ankara’da iktidarını pekiştiren AKP hükümeti. Akşener için iki yumruk arasında kalan Kürt ve Zazalar, bu iki aktörün çözüm sürecinde girdikleri yakın ilişkiden de 7 Haziran sonrası başlayan çatışmalardan da oldukça zarar gördü. PKK’yı tasvip etmeyen ancak hükümet politikasına da eleştirel yaklaşan birçok Kürt için siyaseten temsil edilmek oldukça meşakkatli bir hal aldı. Dolayısıyla Akşener, Kürt meselesinde siyasi elitler arasında kapalı kapılar arkasında yapılan siyasi pazarlıklardan da bu meselenin çatışmaya boğulmasından da rahatsız olan Kürtler ile temas etmek istiyor.
Akşener’in son kongre konuşmasında uysallaştırılmış bir ideolojik ton ile karşılaşmamızın sebebi bu dönüşüm ve yaratıcı bir siyaset yapma isteği aslında. Akşener ekolojik konular da dahil olmak üzere gündelik hayatımızı doğrudan etkileyen ve hükümetin yönetim kapasitesizliğini faş eden birçok konuya değindi ve eleştirilerde bulundu. Bu İYİ Parti için aslında devrimci sayılabilecek bir adım. Böyle tanımlıyorum çünkü bu hamleler partinin, siyasi skalanın merkezine doğru hareketlendiğini gösteriyor. Eğer merkez siyaset, kişiselleşmemiş kurumsal bir devleti savunuyor, müzakere sürecinin kendisine müzakerinin sonucundan daha fazla önem atfediyor ve ahlaki bir ütopyadan bahsetmek yerine ülkenin reel sorunlarını teknik tartışma vasıtasıyla çözmeyi amaçlıyorsa, İYİ Parti’nin bu alana yaklaşmaya çalıştığını iddia etmek yanlış olmaz.
ELEŞTİRİLER VE SONUÇ
Kongreye yönelik en öne çıkan eleştiri, Genel İdare Kurulu’ndaki profile bakarak partinin milliyetçi kimliğini koyulaştırdığı yönünde oldu. Bu görüşe katılmıyorum zira 50 GİK üyesinden yaklaşık 30 tanesi siyasete İYİ Parti’de başlayan ve daha önce milliyetçi teşkilatlarda siyaset yapmamış isimlerden oluşuyor. Üsteli tasfiye edildiği iddia edilen isimleri de tek bir ideoloji ile tanımlamak pek mümkün değil. Bu isimler arasında ülkücü, ulusalcı ve merkez sağdan gelen isimler var. Dolayısıyla, İYİ Parti’de ideoloji temelli bir tasfiye olduğu ve bunun da merkez siyaseti temsil eden isimleri kapsadığı kanaatini paylaşmıyorum.
Bir diğer eleştiri de, Akşener’in, Kürt meselesi dahil birçok konuda hala milliyetçi tavrını sürdürdüğünü iddia ediyor. Bu doğru ancak oldukça aceleci ve gerçeklikten kopuk bir eleştiri. İYİ Parti’den, AKP’nin 2002-2010 yılları arasındaki söylemini beklemek birçok liberal ve demokratı heyecanlandırsa da, bu dönemin demokratikleşme dalgasının altının ne denli boş olduğu gerçeği ile artık yüzleşmeleri gerekiyor. Siyasi elitin inisiyatifine dayanan ve demokrasiyi duygusallaştıran, ahlakileştiren ve bu sayede popülerleştiren stratejinin nasıl bir anda tersine döndüğünü hep birlikte yaşadık gördük. Bunun yerine, önce kurumları inşa etmek, müzakere zeminin güvenli hale getirmek ve yasal dayanakları sabırla oluşturmak daha sağlıklı bir strateji olabilir. Türk demokrasisi acele ettikçe vakit kaybeden bir niteliğe sahip. Bunu aşmanın yolu taşları sırayla dizebilmekten geçiyor. Demokrat eğilimleriyle bizleri büyüleyen, özgürlükçü beyanatlarıyla kitleleri peşinden sürükleyen siyasetçilerdense siyasi oyunu devam ettirmeyi amaçlayan ve kurumları inşa ederek süreci kendi mecrasına bırakan ve duygusal bir ilişki kurmadığımız bir siyasetçi profili demokratikleşmeye daha fazla hizmet edebilir.
Son eleştiri de şahsıma ait. Ben Akşener’in merkeze yönelişini olumlu bulanlardanım. Ancak merkez siyasetin, radikal siyasete göre daha meşakkatli olduğunu düşünüyorum. Bunun sebebi, merkezde siyaset yapanların sadece belagat ve kişisel karizmalarının arkasına gizlenemeyecek olmaları. Merkez siyaset sorun çözmeli veya çözüm önermeli. Bunun için de, ülke meselelerini teknik bir tartışmanın konusu yapmak zorunda. Akşener’in önümüzdeki dönemde, sorunların teşhisine eşlik eden bir çözüm dosyası olmalı. Güçlendirilmiş parlamenter sistemin ötesinde daha detaylı ve derinlikli projeler açıklamalı ve partisindeki teknokratları daha fazla ön plana çıkartmalı. Populizmin yükseldiği bir dönemi belki de geride bırakacağız. Bu süreçte, sorumlu liderlik ve teknokratik çözümler yeniden güç kazanabilir. Bu projeler olmadan ve İYİ Parti’ye sorun çözebilecek parti psikolojisi yerleşmeden, Akşener’in merkeze yönelik hareketi iyi kurgulanmış bir siyasi stratejiden çıkıp yeniden bir kimlik karmaşasına dönüşebilir.