Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilür/ Mübtelây-i gama sor kim geceler kaç saat…
"En uzun geceyi müneccim ve muvakkit ne bilir/ Sen onu dert çekene sor…"
İstanbul’da tarihi camilerin önünden geçerken, avlunun yola bakan tarafında, hemen herkesin eski zamanlarda sebil olduklarını sandığı yapılar vardır. Bir kısmı kafe, restaurant, büfe ya da diyanet yayınlarının satıldığı kitapçılar olarak kullanılıyor bugün. Bir kısmı ise o kadar bile şanslı değil. Yıkık, dökük, unutulmuş ve harabe bir halde gün sayıyorlar. Tıpkı eski zamanlarda yaptıkları gibi… Çünkü aslında onlar, mekanik saatlerin henüz icat edilmediği tarihlerde zamanı ayarlama ve ‘eşref saati’ belirleme merkezi olarak çalışıyorlardı. O zamanki adıyla muvakkithaneydiler. Zaman bu küçük odacıklarda çalışan muvakkitler tarafından belirleniyordu. Ciddi bir medrese eğitiminden geçtikten sonra müneccimbaşı tarafından sınava tabi tutularak atanan muvakkitler, gökyüzünü gözleyerek namaz vakitlerini ayarlıyor, astronomi, matematik ve fizik dersleri veriyor, takvim ve hayırlı günlerin tayin edildiği zayiçeler hazırlıyorlardı.
19. yüzyılda İstanbul'un Tophane semtinde inşa edilen Nusretiye Camii'ne
ait muvakkithane, benzerlerinin en gösterişli örneklerinden.
İlk muvakkit Ali Kuşçu
Astronomi çalışmalarının yürütüldüğü rasathanelerin mirasçısı olan muvakkithaneler, İslam’da ibadet vakitlerinin güneşin hareketlerine göre belirlenmesinden dolayı cami avlularında kurulmuş elbette. İlk muvakkithanenin kuruluşu, Fatih Sultan Mehmet devrine rastlıyor. İstanbul’da Fatih’in emriyle medrese, imarethane, kütüphaneyle birlikte ilk muvakkithane Fatih Camii’nde yapılmış. Buranın başına da ilk muvakkit kabul edilen ünlü bilim insanı Ali Kuşçu getirilmiş. Semerkant’tan İstanbul’a davet edilen Ali Kuşçu, burada aynı zamanda matematik ve yıldız ilmi üzerine dersler de veriyormuş. Osmanlı İmparatorluğu muvakkithaneleri yalnızca İstanbul ile sınırlı tutmamış, hüküm sürdüğü tüm coğrafyalara yaymış ancak en güzel örnekleri elbette İstanbul’da. Ama İstanbul’da kurulan 68 muvakkithaneden bugün günümüze sadece 30 tanesi gelebilmiş.
olarak davet edilen ünlü matematikçi Ali Kuşçu.
En güzeli Beylerbeyi, en popüleri Teşvikiye muvakkithanesi
Günümüze kadar ayakta kalmış en önemli muvakkithane Ayasofya Müzesi’nde bulunuyor. Özelliği, sarsılmalara karşı bir mermer tablo üzerine yerleştirilmiş saati. Bu ilginç iç mimarinin bir benzeri Galata Mevlevihanesi Muvakkithanesi’nde de bulunuyor. Mimari açıdan en estetik muvakkithane ise hiç kuşkusuz Beylerbeyi Camii’nde. Burası, I. Abdülhamit’in annesi Rabia Sultan adına yaptırılmış. Bir başka dikkat çekici muvakkithane ise Silivri Kapı’daki Bala Süleyman Ağa Camii’ndeki 8 köşeli yapı. Arka bölümünde odacıkların bulunduğu yapıda zamanında talebelere ders verildiği tahmin ediliyor. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde sözü edilen Bayezıt Camii Muvakkithanesi ise dakikliğiyle belki de şehirdeki en ünlü muvakkithane. Evliya Çelebi seyahatnamesinde muvakkithanelerin zamanındaki önemini ve Bayezıt Muvakkithanesi’ni “Cümleten muvakkitin ulufesi şart-ı vakıf üzre ziyadedir. Zira memalik-i İslamda ne kadar keştiban ve mellahan (gemici ve kaptan) varsa, cümlesi Sultan Bayezıd Han Muvakkitine muhtaçtırlar” diyerek anlatır. Teşvikiye Camii’nin bugün kafe-restaurant olarak hizmet veren muvakkithanesi ile birlikte, Yavuz Selim, Şehzade ve Eminönü Camii muvakkithaneleri diğer göz alıcı yapılar arasında.
kafe-restaurant olarak kullanılıyor.
Eşref saatini onlar ayarlıyordu
Muvakkithane görevlisi olan muvakkitleri atayan ve yöneten kişi, saray görevlilerinden biri olan müneccimbaşı. Müneccimbaşı, mübarek ayları hesaplayan, en münasip sefere çıkma, padişahın tahta geçme zamanı gibi günleri ayarlayan kişi. Müneccimbaşılar astroloji ve kehanet gibi görevlerinin yanı sıra takvim, imsakiye ve zayiçe de hazırlarlarmış. Muvakkitlerin de görevleri arasında olan bu zayiçelerle savaş, doğum, düğün, denize gemi indirilmesi gibi konularda uğurlu gün ve saatler tespit ediliyormuş. Müneccimbaşılar ayrıca kuyruklu yıldızların geçişi, zelzele, yangın, güneş ve ay tutulmaları gibi astronomi ile ilgili veya ilgili olduğu düşünülen olayları da takip ederek yorumları ile birlikte saraya bildiriyorlarmış. Muvakkitlerin önemini anlamak için, müneccimbaşıların en başarılı muvakkitler arasından seçildiğini söylemek sanıyoruz yeterli. Osmanlı’da bir işin yapılması için en uygun zaman anlamına gelen ‘eşref saati’ belirleme işi de yine muvakkitlerin görevlerinden biri. Soğuklar, sıcaklar, cemreler, fırtınalar ve kar yağışı zamanlarını tahmin işi de…
Üst katın sıbyan mektebi olarak kullanıldığı biliniyor.
En uzun geceyi muvakkit nereden bilsin…
Muvakkithaneler Osmanlı mimarisinde ampir, barok ve rokoko üsluplarının kullanılmaya başladığı döneme rastlar. Çoğunda kare veya kareye yakın bir dikdörtgen plan kullanılmış, yapıların yola bakan cepheleri, gelip geçenlerin saati daha iyi görebilmeleri için, üçgen bir çıkıntı ile dışarıya taşırılmış. Muvakkithaneler, camilerin girişinin sağ veya sol tarafında, bir cephesiyle yola bakan, genellikle tek katlı yapılar. İki katlı olanlar ise, sıbyan mektebi, kütüphane gibi yine bir vakıf müessesesi ile birleştirilmişler. Halka doğrudan bağlantılarının gerekli olması nedeniyle iki katlı yapılarda daima alt kat muvakkithanelere tahsis edilmiş. Muvakkithanelerin iç dekorasyonunda, dönemin en ünlü hattatlarına yazdırılan levhalar kullanılmış. Zaman ile ilgili özlü sözlerin bulunduğu levhalarda şöyle beyitler yer alıyor; “Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilür/ Mübtelây-i gama sor kim geceler kaç saat…” Bugünün Türkçesiyle; “En uzun geceyi müneccim ve muvakkit ne bilir/ Sen onu dert çekene sor…”
kıblenüma gibi aletler kullanıyordu. Fotoğrafta bir usturlab görünüyor.
Zaman ölçme aletlerini de kendileri yapıyordu
Muvakkitler zamanı belirlemek için kullandıkları aletleri genellikle kendileri yaptıkları ve saatleri tamir edip ayarladıkları için halk arasında kendilerine saatçi de deniyormuş. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın ünlü romanı Saatleri Ayarlama Enstitüsü tam da bu noktada yeniden akla geliyor. Arapça vakitten gelen muvakkit kelimesi vakti tayin eden kişi anlamında kullanılıyor. Bir muvakkitin bu görevi yapabilmesi için irtifa alma fennini çok iyi bilmesi, ibadete esas olan namaz vakitlerini doğru tayin edebilmesi ve mekanik saatlerin icat edilmesinden sonra da saatlerin ayarını ve tamirini yapabilmesi gerekliydi. Matematik ve astronomiye dayanan irtifa tahtası (güneşin yüksekliğini ölçerek zamanı tayin etmek) hesapları ve basita (güneş saati) dersleri muvakkitler tarafından verilen dersler arasındaydı. Bir muvakkitin görevini yapabilmesi, güneşin ufuktan yüksekliğini ve konumunu ölçebilmesi için, cami duvarındaki güneş saatinin dışında, bir takım aletlere ihtiyacı bulunmaktaydı. Bu aletler usturlab, rubu tahtası, kum saati, kıblenüma, sekstant, oktant, daire-i mu’addel, küreler, saatler olup ayrıca takvim yapma esaslarına yarayan risaleler, ramazan, oruç, kandil ve imsak vakitlerini bildiren takvimler, heyet kitapları da muvakkithanenin demirbaşları arasında bulunuyordu.
Tarihteki ünlü muvakkitler
Muvakkitler pozitif bilimlere vakıf oldukları gibi İslami ilimlerde de iyi yetişmiş ve genellikle çok yönlü kişilerdi. Aralarında şair, ressam, musikişinas olanları bile vardı. tarihteki meşhur muvakkitlerden Mehmed Çelebi (16. yüzyıl), gençliğini ilimden uzak bir şekilde geçiren daha sonra yıldız bilimi ve matematiğe yönelen sıradışı bir kişilik. Önce Şehzade Camii muvakkitliğine, buradan da müneccimbaşılığa kadar yükselmiş. Yazdığı eserler diğer muvakkitlerce kullanılmış. Ahmed Nakşi Efendi (17. yüzyıl) ise, Süleymaniye camiinin ilk muvakkitlerinden. Yaşadığı dönemin önde gelen alimlerinden olan Ahmed Nakşi, minyatür sanatındaki başarısıyla daha da ünlenmiş. Muvakkit Müneccimek Mehmed bin Ahmed (17. yüzyıl), tahsilini İstanbul’da tamamlayarak, astronomi ve yıldız ilmi dersi alıp Fatih Camii Muvakkithanesi’nde muvakkitlik vazifesi yapmış. Yedi sene de müneccimbaşılık yapmış.
1952’de muvakkitlik sona erdi
Muvakkithaneler Osmanlı’nın son dönemlerinde özellikle Abdülmecid (1839-1861) döneminde meydan saatlerinin yapılmaya başlanması ve mekanik saatlerin yaygınlaşması ile önemini yitirmeye başlasalar da İstanbul beyefendileri saatlerinin ayarlarını kontrol için yine de muvakkithanelerin saatlerinin doğruluğuna inanarak buralara uğramaya devam etmişler. Cumhuriyetin ilanı ile müneccimbaşılık kaldırılmış, 1924 yılında başmüvakkitlik adıyla yeni bir müessese kurulmuş ve buraya başmuvakkit olarak Ahmet Ziya Akbulut tayin edilmiş. Bu müessese de 20 Eylül 1952 tarihine kadar görevini sürdürmüş ve teknolojinin gelişmesi sonucunda sona erdirilmiş.
İstanbul’da 30 tanesi kaldı
İstanbul dahilinde 68 adet muvakkithane kurulduğu bilinmekle beraber 38 yapı zaman içinde ya imar faaliyetlerinde veya yangın ve bakımsızlıktan ortadan kalkmış olup yalnızca 30 adedi zamanımıza kadar gelebilmiş.