[Karar]
İSMAİL AKDOĞAN
Son birkaç yıla kadar Suudi Arabistan, ABD’nin en uzun ve en istikrarlı ittifak ilişkisine sahip olduğu Ortadoğu ülkelerinden biriydi. Ancak son zamanlarda Riyad-Washington ilişkilerinin bu geleneksel güçlü boyutunun zayıflamaya başladığı ve iki ülke arasında güvensizliğin gün yüzüne çıktığı görülmektedir. İki ülke ilişkilerinde kalıcı ve güçlü stratejik ortaklığı mümkün kılan faktörlerin ortadan kalkması ya da zayıflaması, söz konusu ülkelerin birbiri karşısındaki stratejik konumlarını da değiştirmektedir. Özellikle ABD’nin Obama yönetimiyle birlikte Ortadoğu politikasında strateji değişikliğine gitmesiyle Riyad’ın Washington nezdindeki stratejik önemini nispeten azalttığı söylenebilir. Bu nedenle ABD, Ortadoğu’da Suudi Arabistan’ın muhtemel tavır ve tepkisini fazla hesaba katmadan hareket etmeye başlamıştır. Dolayısıyla Riyad-Washington ilişkileri bir süredir gerilimli bir seyir izlemektedir.
İki ülke ilişkilerinde zaten bir süredir var olan gerilimi tırmandıran son gelişme ABD Kongresi’nde gündeme gelen “Terörizm Destekçilerine Karşı Adalet Yasası” adlı yasa tasarısı oldu. Cumhuriyetçi Senatör John Cornyn ve Demokrat Senatör Chuck Schumer tarafından Eylül 2015’te Kongre gündemine getirilen yasa tasarısı, ABD topraklarında meydana gelen terörist saldırılardan zarar görenlere ve hayatını kaybeden ABD vatandaşlarının yakınlarına eylemlerden sorumlu gördükleri yabancı kişilere ve hükümetlere karşı ABD mahkemelerinde dava açma hakkı tanıyor.
11 Eylül 2001 terörist saldırılarında hayatını kaybedenlerin yakınları ise Suudi yönetimini, Suudi Arabistanlı bazı yetkilileri ve zenginleri sorumlu tutmaktadırlar. Üstelik saldırıları düzenleyen 19 teröristten 15’i Suudi Arabistan vatandaşıydı. Tasarı yasalaştığı takdirde saldırıdan etkilenen Amerikan vatandaşları Suudi Arabistan aleyhine dava açabilecekler. Zaten 11 Eylül saldırıları dolayısıyla uzun zamandır bazı analistler ve senatörler Suudi yönetimini teröre finansal ve ideolojik destek veren ülkeler arasında göstermektedirler. Nitekim Kongre’ye tasarı teklifini veren senatörlerden Chuck Schumer, bu yasayla terörist saldırılara destek veren yabancı hükümetlerin bedel ödeyeceğini ve az da olsa 11 Eylül kurbanlarının adalet bulacağını ifade etmiştir.
Öte taraftan Riyad yönetimi 11 Eylül saldırılarıyla Suudi Arabistan’ın finansal ve ideolojik bir bağlantısı olduğu yönündeki iddiaları reddetmektedir. Tasarının Ocak 2016’da Temsilciler Meclisi Adalet Komisyonu’ndan geçmesi üzerine Riyad yönetimi ciddi tepkisini göstermiş, Dışişleri Bakanı Adil Cübeyir, Başkan Barack Obama’ya gönderdiği mektupta tasarının yasalaşması halinde Suudi Arabistan’ın elinde bulundurduğu 750 milyar dolar değerindeki varlığı satışa çıkaracağı tehdidinde bulunmuştur. Yine bu paralelde mart ayındaki ABD ziyaretinde Adil Cübeyr, yasanın kabul edilmesiyle ABD’ye olan güvenlerinin azalacağını ve mal varlıklarının dondurulma tehlikesine karşı tedbirler alacaklarını açıklamıştır. Kısacası söz konusu yasa tasarısı Riyad-Washington ilişkilerinde siyasi ve ekonomik ayakları olan muhtemel bir krizi barındırmaktadır.
Riyad yönetiminin ABD nezdindeki diplomatik girişimlerine ve ekonomik tehditlerine rağmen yasa tasarısı 17 Mayıs’ta Senato’da oybirliğiyle onaylanarak ikinci adımı da tamamlamış oldu. Tasarının önündeki engelleri bir bir aşarak yasalaşma yolunda ilerlemesi, hem Suudi hem de Obama yönetimini endişelendirmektedir. Başkan Obama, son zamanlarda Ortadoğu’da ortaya çıkan görüş ayrılıkları nedeniyle gerilimli olan Washington-Riyad ilişkilerinin daha da derinleşerek bir krize dönüşmesini istememektedir. Bu nedenle Beyaz Saray’dan bu tür problemler hakkında Riyad yönetiminin endişelerinin giderilmesine dair açıklamalar yapılmaktadır.
Senato’dan geçen tasarının yasalaşması için Temsilciler Meclisi’nde de onaylanması ve sonra Başkan’ın onayına sunulması gerekiyor. Başkan Obama nisanda verdiği bir mülakatta, önüne gelmesi durumunda tasarıyı veto edeceğini açıklamıştı. Ayrıca Senato’dan geçmesinin hemen ardından Beyaz Saray Sözcüsü Josh Earnest ise tasarının onaylanmasının istenmeyen sonuçlar doğurabileceğini ve Obama’nın tasarıyı veto edeceğini açıkladı. Öte taraftan Senato’nun onayı üzerine verdiği demecinde tasarının uluslararası ilişkilerin temel ilkelerine aykırı olduğunun altını çizen Adil Cübeyr, Kongre’nin “devlet egemenliği” ilkesini ihlal etiğini ve “uluslararası hukuku”, “orman hukuku”na dönüştürmeye çalıştığını ifade etti.
Tasarının genel olarak Riyad-Washington ilişkileri ve ABD’nin Ortadoğu politikası üzerindeki muhtemel sonuçlarını üç başlık altında toplamak mümkün. Bunlardan ilki ve en önemlisi son zamanlarda kırılganlaşan iki ülke arasındaki geleneksel stratejik ortaklığın bozulma tehlikesidir. Suudi yönetimi, Obama yönetiminin bir süredir Ortadoğu’daki tutum ve davranışından rahatsızlık duymaktadır.
ABD’nin Yemen’de Suudi Arabistan öncülüğündeki askeri operasyona olması gereken desteği vermemesi, Suriye’de İran ve Rusya destekli Baas rejimine karşı askeri operasyona karşı çıkması; Irak, Libya ve Lübnan’daki krizlerde pasif kalması Suudi Arabistan’ı ciddi düzeyde tedirgin etmektedir. Bölgesel gelişmeler karşısında izlediği politikalara geleneksel müttefikinden destek bulamayan Suudi yönetimi, ABD’nin Suudi Arabistan’ı Ortadoğu’da yalnız bıraktığını düşünmektedir. Böyle bir ortamda Suudi Arabistan’ın 11 Eylül terörist saldırılarından sorumlu tutulması ve hakkında davaların açılmasına imkân tanıyan yasa tasarısının gündeme gelmesi mevcut ilişki düzeyini ciddi bir krize dönüştürme potansiyeli taşımaktadır.
Tasarının ikinci muhtemel sonucu ise Suudi Arabistan-İran bölgesel rekabeti ve ABD’nin bu rekabetteki konumlanışıyla yakından alakalıdır. 1979 İran Devrimi’nden bu yana iki ülke ilişkileri düşmanlığa dönüşünce Washington yönetimi İran’ı daima Ortadoğu’da terörist örgütlere destek veren ve kitle imha silahlarına sahip olmaya çalışan bir devlet olarak göstermiş ve onu uluslararası alanda olabildiğince yalnızlaştırmıştı. Fakat Obama yönetiminin Ortadoğu’da yürürlüğe soktuğu yeni dış politika stratejisinde İran’ın eskiden olduğu gibi dışlanan ve yalnızlaştırılan bir devlete değil, bölgede işbirliği yapılabilir bir ortağa dönüştürülmesi söz konusu. Bu nedenle İran, bölgede teröre destek veren ülkeler arasında gösterilmemeye ve hatta bazı ABD’li yöneticiler tarafından DAEŞ ve benzeri terör örgütlerine karşı işbirliği yapılabilecek ortak olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Suudi Arabistan’ı terörle ilişkilendirecek yasa tasarısının 15 yıl sonra, Tahran-Washington yakınlaşmasının başladığı bir zaman diliminde gündeme gelmesi akıllara Ortadoğu’da ABD nezdinde teröre kaynaklık etme açısından İran’ın yerini artık Suudi Arabistan mı alıyor sorusunu getirmektedir.
Son olarak, söz konusu tasarının onaylanması halinde Suudi Arabistan ABD’ye ekonomik yaptırım olarak bu ülkedeki 750 milyar dolarlık varlığının bir kısmını veya tamamını satışa çıkararak doların uluslararası piyasalardaki değerini büyük oranda düşürebilir. Elinde bu kadar yüksek miktarda değerli senet bulunduran Suudi Arabistan’ın, ABD ekonomisini olumsuz etkileme gücü göz ardı edilmemelidir. Bu tür sorunların yaşanması iki ülke arasında güven kaybına yol açtığı için her halükarda Riyad yönetimi bundan sonra daha dikkatli davranacak, elindeki bütün yumurtaları aynı sepete koymayacaktır.