IŞIN ELİÇİN | KARAR
"Cesur Yeni Dünya" nın siyaset yapma şekli, şu cümledeki "devlet dili" yle somutlaşıyor: "Gebelik kaybı son derece normal, buna mukabil son derece acı veren bir deneyim. Ve bizler bugüne dek sessizliğimizle, hatta kimi zaman damgalama yoluyla, kadınları sanki böyle bir deneyimi hiç yaşamamışlar gibi davranmaya zorladık".
Yeni Zelanda parlamentosu, geçen Perşembe günü, düşük ya da ölü doğum yapan kadınlarla eşlerine 3 gün yas izni veren bir yasayı oybirliği ile kabul etti. Yasayı sunan iktidardaki İşçi Partisi’nin milletvekili Ginny Andersen, bu sayede kayıp acısı yaşayan ebeveynlerin hastalık izni kullanmak zorunda kalmayacaklarına vurgu yaptı: “Düşük nedeniyle yaşanan bir hastalık değil, bir kayıptır. Böyle bir acıdan fiziksel, duygusal ve zihinsel olarak iyileşmek zaman ister; partnerinizle beraber geçireceğiniz bir zaman”.
İktidarla işbirliği anlaşması yapan Yeşiller Partisi’nden bir başka kadın milletvekili de söz aldı oylama öncesinde. Her 4 hamilelikten 1’inin düşük ile sonuçlandığını hatırlattı ve bu olgunun yasa sayesinde artık bir tabu olmaktan çıkacağını vurguladı: “Gebelik kaybı son derece normal, buna mukabil son derece acı veren bir deneyimdir. Ve bizler bugüne dek sessizliğimizle, hatta kimi zaman damgalama yoluyla, kadınları sanki böyle bir deneyimi hiç yaşamamışlar gibi davranmaya zorladık”.
Bu ne incelikli, bu ne şefkatli, bu ne özenli bir dildir…
Yasanın yapılma süreci de aynı özeni içeriyor. Öykü yazarı Kathryn van Beek, yaşadığı gebelik kaybı ertesinde, kendi bölgesini temsilen seçilmiş bir kadın milletvekiline, Clare Curran’a bu konuda bir düzenleme yapılması talebini iletiyor: "Düşük yapmak, bir ölüm için gizli bir doğum yapmak gibi. Sadece içinizde sönen ışığın değil, geleceğe dair umut ve rüyalarınızın da kaybını yaşadığınız bir süreç. Doğum izni varsa, bu kayıp için de ücretli yasal izin olmalı."
Talebe derhal sahip çıkan Curran tasarı üzerinde çalışırken, van Beek’e de kamusal destek istemesini salık veriyor. Binlerce, binlerce kadından ve erkekten de destek yağıyor. Sonuçta düşük iznini sadece anneler için değil, sadece annelerin birlikteliklerinin devam ettiği eş ve partnerler için de değil, ayrılmış çiftler için de geçerli kılan bir yasa çıkıyor ortaya: “Stres veya değişim dönemlerinde ayrılıklar olabilir, ancak bu durum her iki biyolojik ebeveynin de hamileliğin beklenmedik şekilde sonlanması nedeniyle hissettiği kederi azaltmaz. Hatta onu daha da kötüleştirebilir”.
Cesur yeni dünyanın siyaset yapma şekli budur işte! Bir sorunu, toplumsal ilişkileri yaşanan çağın ihtiyaç ve gereklerine uygun olarak dönüştürecek şekilde, sorunun taraflarının katılım ve rızası ile çözme pratiği.
Korkak eski dünyalar da var siyaset yapılmayan: Sorun çözmek yerine, toplumsal ilişkilerin, yaşanan çağın ihtiyaç ve gereklerini reddederek; sorunun taraflarını katmadan ve rızalarını almadan tepeden inme kararlarla dönüştürmek istendiği…
Bir kez daha Andersen’e kulak verelim: “Kadınlar için şefkatli, adil ve ilerici yasalar yapmaktan çekinmeyen bir ülkede yaşamaktan gurur duyuyorum. Dünyada kadınların oy kullanmasını sağlayan ilk ülke olmaktan başlayarak, ebeveynlere 22 haftalık doğum izninden, kürtajın suç olmaktan çıkarılmasına ve eşit işe eşit ücret uygulamasında dünya lideri olmaya kadar, kadınlar için eşitlik ve adalet sağlamak konusunda gurur duyduğumuz bir tarihimiz var. Bu yasa ile, Yeni Zelanda bir kez daha kadınlar için öncülük ediyor. Umut ediyorum ki, ilklerden biri olsak da, sonunculardan biri olmayacağız ve diğer ülkeler de bizimki gibi şefkatli ve adil bir sistem için yasa çıkarmaya başlayacaklar”.
O umut, bizim umudumuzdur artık.
KAPSAYICI HÜKÜMET
Ekim 2020 seçimlerinin ardından Başbakan Jacinda Ardern, Yeni Zelanda tarihinin en kapsayıcı hükümetine liderlik ediyor. 20 kişilik kabinesinde 8 kadın, 5 Māori, 3 Pasifika ve 3 LGBTQI+ birey bulunuyor. 2020 seçimlerinde ülkede iki büyük partinin başbakan adaylarının kadın oluşuyla bir ilk yaşandığı gibi; bir önceki seçime göre 10 puan artışla yüzde 48.3 oy oranına ulaşan oran da Yeni Zelanda’yı parlamentoda kadın temsili bakımından dünyada beşinci sıraya yükseltti. Bu ilerleme, 1893’te Yeni Zelanda’nın kadınların oy kullanma hakkını kazandığı ilk ülke olmasını da sağlayan kadın hareketinin kararlı çabalarının bir sonucu.
BAŞKA BİR LİDERLİK MÜMKÜN
Yeni Zelanda Başbakanı Jacinde Ardern iktidara geldiği ilk gün, 2017’de, "Hükümet etme pratiğine iyiliği geri getirmek istiyorum; nezaketi ve diğerkâmlığı, başkalarına incelikli ve saygılı davranmayı…" demişti. Ardern sözünü tuttu ve icraatı ile güçlendirdi de. 5 milyon nüfuslu, küçük bir ülkenin lideri olmasına rağmen, tüm dünyada hayranlıkla izleniyor olmasının sebebi bu olsa gerek.
40 yaşındaki siyasetçi, ne Christchurch kentinde iki camide 51 kişinin öldüğü terör saldırısı (15 Mart 2019) ertesinde, ne de hâlâ devam eden koronavirüs salgınını bahane ederek, halkının yararını kendi yararı gibi gözetmekten vazgeçti.
Ardern vaat ettiği yönetim anlayışını katliam günü her partiden temsilcilerin yer aldığı bir heyetle Christchurch’e gidip kurban yakınlarıyla bir araya geldiğinde çok net ortaya koymuştu. Matem tutana saygısından başörtüsü takan Ardern, tek tek kurban yakınlarına sarıldı, hiç acele etmeden uzun uzun onları dinledi, taziyelerini iletti. Amerikalı Müslüman insan hakları savunucusu, yazar Qasim Rashid şöyle yazacaktı bu görüntüler sonrası duygularını: "Bir kamu görevlisinin bir trajedi karşısında bu kadar içten bir şefkat ve sevgiyle davrandığını neredeyse ezelden beri görmemiştik. Dünyadaki siyasetçiler Başbakan Jacinda Ardern’i izleyip insanlık için yanıp tükenen yüreğinden ders çıkarmalı."
Ardern, Kovid-19 salgınında da hızlı ve kararlı davrandı, pek çok ülkeden önce önlem aldı, bilimsel verilerin ışığında son derece sıkı tedbirler uyguladı, bunu yaparken buyurgan olmadı, empati kurdu, açık, içtenlikli, güven veren ve sevgi dolu bir şekilde, sosyal medyadan yararlanarak halkla iletişim kurdu, her gün onları bilgilendirdi: "Güçlü olun, ama aynı zamanda birbirinize karşı nazik ve merhametli de olun” mesajı verdi. Hayat kurtarmayı önceledi, ekonomik kayıplar için fedakârlıkta da öncülük etti, kendisinin ve kabinesinin maaşlarından yüzde 20 kesinti yaparak, Kovid-19 tedavisi görenler için oluşturulmuş fona aktardı.
Ülkesini iyilik ve diğerkamlıkla yönetmenin karşılığını da aldı Ardern: 17 Ekim 2020’de lideri olduğu İşçi Partisi’ne yüzde 49’luk seçmen desteği ile son 50 yılın en iyi seçim zaferini tattırdı. İkinci dönemine başlarken şöyle seslenecekti halka: "Gittikçe kutuplaşan bir dünyada yaşıyoruz. Giderek daha fazla insanın diğerinin bakış açısını anlama yeteneğini kaybettiği bir dünya. Umarım bu seçimle Yeni Zelandalılar bizim böyle olmadığımızı gösterdi. Biz karşısındakini dinleyen, cevap işitmeye açık, tartışıp birbirini ikna etmeye çalışan bir ulusuz."
Kanıksanmış toplumsal cinsiyet rollerini reddeden Ardern, bir kadının bir aile sahibi olmakla başarılı bir kariyer yapmak arasında seçim yapmak zorunda olup olmadığını soran gazeteciyi “2017 yılında kadınların hâlâ böyle bir soru sorulabiliyor olması kabul edilemez” diye yanıtlamıştı. Bir yıl sonra hayat arkadaşı Clarke Gayford’dan evlilik dışı ilk çocuğunu dünyaya getirdi ve (eski Pakistan başbakanı) Benazir Butto’dan sonra görev sırasında doğum yapan ilk kadın lider oldu. Ardern ayrıca, başbakanlığı sırasında doğum iznini kullanan ilk dünya lideri olarak da tarihe geçti. 28 Eylül 2018’de üç aylık kızı kucağında Birleşmiş Milletler Genel Kurul oturumuna katıldığında ise, liderlik rollerindeki kadınlar hakkında tüm dünyaya güçlü bir mesaj vermiş olacaktı. Nitekim Yeni Zelanda radyosuna verdiği röportajda, "Aynı anda bir çok iş yapabilen ilk kadın ben değilim. Hem çalışan hem de bebek sahibi olan ilk kadın da ben değilim" diyecekti.