İran’ın suikast politikası altında Kürtler

Kürtler üzerine çalışmalarıyla tanınan gazeteciler Bekir Aydoğan ve Mehmet Alaca, son dönemlerde İranlı Kürt liderlere düzenlenen suikastleri değerlendiriyor.

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) bağımsızlık referandumu sonrası, Irak’ın IKBY’ye yönelik yaptırımlarına ve Kerkük ve tartışmalı bölgelerin önemli bir kısmının kontrolünü ele geçirmesine destek olan İran, IKBY sınırlarında da nüfuzunu giderek artırıyor. İran güdümlü Şii Haşdi Şaabi milislerinin Irak güvenlik güçleri ile iç içe geçtiği Kerkük’te Türkmen Cephesi bürolarına ve liderlerine yönelik sayısız saldırı ve suikast düzenlenirken Tahran’ın, referandum sonrası etkisini artırdığı Erbil’de gerçekleşen İranlı Kürt liderlere yönelik suikast ve saldırıların planlayıcısı olduğu değerlendirilmesi yapılıyor. Bu durum, tarihsel olarak sınırındaki Süleymaniye’de ve bölge partileri KYB ve Goran üzerinde etkili olan İran’ın, Irak ve IKBY’de referandum sonrası kurduğu yoğun baskıdan yararlanarak, suikast politikasının zirveye ulaştığı 1990’lı yıllara geri dönmek üzere olduğuna işaret ediyor.

1990’LI YILLARDA 153 İNFAZ

İran Kürdistan Demokrat Partisi’nin (İ-KDP) önemli liderlerinden Dr. Abdurrahman Kasımlo’nun 13 Temmuz 1989’da Viyana’da İranlı yetkililerle müzakere masasındayken öldürüldüğü, 3 yıl sonra da yerine geçen Dr. Muhammed Şerefkendi, İ-KDP Avrupa temsilcisi Fattah Abdoli, İ-KDP Almanya temsilcisi Homayoun Ardalan’ın Berlin’de bir restoranda toplantı sırasında suikaste uğradığı biliniyor. 90’lı yıllarda, rejimin Avrupa başkentlerinde muhalif Kürtlere düzenlediği suikastlerin yanı sıra, aynı dönemde de facto özerklik elde eden IKBY’de faaliyet gösteren İ-KDP mensubu 153 İranlı Kürdü de öldürdüğü belirtiliyor. Silahlı saldırı ve araca bomba yerleştirme yöntemlerinin kullanıldığı saldırılara ek olarak, 20 Aralık 2016’da Erbil’in Koye ilçesinde, Kasımlo’nun doğum gününün kutlandığı gün, İ-KDP karargahları önünde gerçekleşen ve 7 kişinin öldüğü çifte patlamada da İran parmağı olduğu iddia ediliyor. Ayrıca, bu sene gerçekleşen Mart ayındaki iki suikastten ilkinde, 1 Mart’ta Erbil’in Binaslava ilçesinde İ-KDP komutanı Salah Rahmani’nin aracına konulan bombanın patlaması sonucu kendisi yaralı olarak kurtulurken, oğlu ise hayatını kaybetti. İkinci suikast ise 7 Mart’ta yine Erbil’in Balisan ilçesinde sabah saatlerinde bir diğer İ-KDP komutanı Kadir Kadiri’nin hayatını kaybettiği silahlı saldırı ile sonuçlandı. Öte yandan, daha önce İran’ın 3 kere tutukladığı İ-KDP üyesi Ahmed Mir Ahmedi’nin 30 Mart’ta hayatını kaybettiği silahlı saldırının da kendi oğlu tarafından işlendiği duyuruldu. Son olarak da Erbil’de 12 Nisan’da, İran’da faaliyet gösteren Kürdistan Özgürlük Partisi (PAK) lideri Hüseyin Yezdanpena’nın konvoyuna motorsikletli iki kişi tarafından düzenlenen saldırıdan Yezdanpena yara almadan kurtulurken, dikkatler yine Tahran’ın üzerine çevrildi.

İran’da devrim sonrası suikast ve idam yöntemlerinin yeni rejimin en etkili sindirme aracı olması oldukça manidar.

İran Devrimi’ne giden süreçte Humeyni’nin oğlu Mustafa’nın da Necef’te suikast sonucu ölmesine rağmen, devrim sonrası suikast ve idam yöntemlerinin yeni rejimin en etkili sindirme aracı olması ise oldukça manidar. Giderek yaygınlaşan bu politikanın sadece diasporada degil, İran’ın sınır hatlarında da siyasi amacı olmayan insanları hedef aldığı da görülüyor. Nitekim geçtiğimiz yıl sınır ticareti yapan 40’tan fazla İranlı Kürdü öldüren ve 400’ünü de yaralayan rejimin içeride Kürtlere yönelik sindirme politikası ise daha şiddetli. 2015’te, tarihteki ilk Kürt devletinin kurulduğu Mahabad’da, İran istihbaratının cinsel saldırısından kurtulmak için çalıştığı otelin dördüncü katından atlayarak hayatını kaybeden Kürt kızı Ferinaz’ın yaşadığı dram İranlı Kürtleri sokaklara dökmüştü. Protestoları şiddetle bastıran ve nüfus oranına göre dünyada en çok idam cezası uygulayan ülke olarak kayıtlara geçmiş olan İran, o yıl 977 kişiyi idam ederken, Uluslararası Af Örgütü 2017’de Çin’dekiler hariç dünya genelindeki idamların yüzde 84’ünün en az 507 kişiyi idam eden İran’ın da aralarında bulunduğu 4 ülkede gerçekleştiğini duyurmuştu.

İ-KDP NEDEN HEDEFTE?

İran’ın İ-KDP üyelerini ülke içinde ve dışında baskı altına alarak sindirmeye çalışmasının temel sebebi, 1946’da İran topraklarında Mahabad devletini kuran İ-KDP’nin taşıdığı tarihsel kökleri, halk üzerindeki etkisi ve PKK gibi pragmatist örgütlere kıyasla rejim kontrolüne girmemeleri. Mahabad’ı işgal ederek yıkan rejimin, İ-KDP kurucusu ve Mahabad Cumhurbaşkanı Kadı Muhammed ile beraber Başbakan ve Savunma Bakanı’nı da asarak idam ettiği hatırlandığında, İran’ın İ-KDP’den neden bu kadar çekindiği anlaşılabilir. Mahabad’da genelkurmay başkanlığı yapmış Molla Mustafa Barzani ekolünün (KDP) de IKBY’de İran Kürtlerine rejime karşı organize olma ve üs kurma imkanları vermesi, İran’ın KDP’ye karşı neden PKK ve KYB, Goran gibi partileri desteklediğini de açıklıyor. Zira 90’larda KDP ve KYB arasındaki çatışmalarda KYB’yi destekleyen İran’ın esas amacı Kürtler arasındaki rekabet üzerinden KDP ekolünü yıpratmaktı. Güçlü bir Irak KDP’sinin İran’daki Kürtleri de cesaretlendireceğinden çekinen İran, referandum sonrası KYB ile anlaşarak Kerkük ve tartışmalı bölgeleri KDP nüfuzundan izole etmiş, Bağdat yönetimi ise PKK’yı Sincar’da KDP karşısında nüfuz kazanması için desteklemişti.

PKK ile Suriye’de mutabakata vararak örgütün İran kolu PJAK’ın İran’daki faaliyetlerini durduran Tahran’ın, IKBY’de de hem Erbil hem de Süleymaniye’deki temsilcilikleri üzerinden KDP ile KYB’ye karşı farklı diplomatik ve siyasi yaklaşımlarla iki parti arasındaki anlaşmazlıkları tırmandırdığı biliniyor. KYB lideri Celal Talabani’nin cenazesine katılan İran’ın Dışişleri Bakanı ve iki konsolosunun yanı sıra Kudüs Güçleri Komutanı Kasım Süleymani’nin de Talabani’nin mezarına çiçek bırakması, İran ve KYB ilişkilerindeki yakınlığı ortaya koymuştu. Buna rağmen, her ne kadar Talabani ile aynı diplomatik seviyede olmasa da Mesud Barzani’nin yeğeni, Başbakan Neçirvan Barzani’nin ikiz kardeşi ve yardımcısı Dilovan Barzani’nin cenazesine ihtimam gösterilmemişti. Dilovan’ın babası İdris Barzani ise 1987’de İran’ın Urmiye kentinde hayatını kaybetmişti.

Görünen o ki, referandum sonrası özellikle bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri yıpranan KDP hakimiyetinde bulunan Erbil’deki güç boşluğu, İran’ın İ-KDP’ye karşı 90’lardaki suikast politikasını andıran bir süreci yeniden uygulamaya sokmasına olanak sağladı. Ayrıca, Batı’nın İngiltere’deki Skripal suikasti sonrası Rusya karşısında birleşerek ortak yaptırımlar uyguladığı bir dönemde, İran’ın suikastlerinin tahmin edileceği gibi gündem dışında kalması ise, Kürtlerin uluslararası kamuoyunda ne kadar yalnız olduklarını da bir kere daha ortaya koyuyor. IKBY’nin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkilerini onararak İran karşısında yeniden bir denge sağlamadığı ve İ-KDP’nin IKBY sınırlarındaki faaliyetlerinin sınırlandırılması konusunda İran’ı teskin edici adımlar atmadığı bir konjonktürde bu suikastler devam edeceğe benziyor. Son olarak, İngilizcede suikastçi anlamına gelen “assassin” kelimesinin bir dönem İran’da yaşayan ve dönemin liderlerine suikastler düzenleyen “Haşhaşi”lerden gelmesi ise yadsınamayacak tarihi bir gerçeklik olarak karşımıza çıkıyor.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.

İlgili Haberler

İran’da son bir ayda 5 kişi şimşek çarpması sonucu hayatını kaybetti

Görüşler Haberleri