Bu gün ‘Sünnetin Tefsirdeki Yeri’ adlı dünkü yazımızın ikinci bölümünü takdim etmeye çalışacağız. Şüphesiz 23 yıllık peygamberlik sürecinde Hz. Peygamber (s.a.v) defalarca konuşmuş ve dini hayatı ders vermiştir. Bu tür konuşmalarının hepsi Sünnetin malzemelerini teşkil etmektedir. Bunlardan bazıları şöyle açıklanabilir:
a.Biat
“Andolsun ki, o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur. kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusunu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir” (Fetih:18) meâlindeki âyette, Hz. Peygamber(s.a.v)in kendi içtihadıyla gerçekleştirdiği rıdvan biatı övülmüştür. Oysa bu olayda Hz. peygamber (s.a.v)in hem sözlü, hem de fiilî sünneti söz konusudur. Üstelik biat olayı 1400 kişiyle yapıldığına göre, 1400 defa tekrarlanan bir sünnet, yüce Allah tarafından desteklenmiş ve Fetih Sûresinin 10. âyetinde “Şüphesiz sana biat edenler ancak Allah’a biat etmektedirler” ifadesiyle büyük bir değer verilerek övülmüştür.
İmam Şâfiî de bu âyeti, sünnetin teşriin kaynağı olduğuna delil getirmiştir (Şafii Risale, 82).
b. Öğüt verme
“Onlar Allah’ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir; onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara etkileyici söz söyle” (Nisa:63) âyetinde, Hz. Peygamber (s.a.v)den özel olarak konuşması istenmektedir. Konuşması ise, sözlü sünnettir, hadistir.
c. Hüküm verme
“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam mânâsıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar” (Nisa:65).
Buhâri, Müslim, Nesâî ve Tirmizî gibi hadis kaynaklarında belirtildiğine göre, bu âyetin nüzul sebebi, Hz. Zübeyr ile Ansardan bir adamın araziyi sulama konusundaki tartışmalarıdır. Ansardan olan zat, Hz. Peygamberin verdiği hükmü taraflı bulduğunu söylemesi üzerine bu âyet inmiştir (Fethu’l-Bari,5/34-38). Burada bizi ilgilendiren husus, Hz. Peygamberi(s.a.v)’in Kur’an’da açıkça bulunmayan bir hükümle hükmetmesi ve daha sonra bu hükmün Allah tarafından desteklenmesidir.
İmam Şafiî de bu âyeti, Hz. Peygamberin, Kur’an’da hükmü açıkça belirtilmemiş bir konuda hükmettiğine ve bunun da Hz. peygamberin sünnetinin teşri kaynağı olduğunu gösterdiğine delil olarak getirmiştir (Risale,83).
Konu ile ilgili diğer bazı misaller:
a. “İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm karıştırmayanlara gelince, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır” (Enam:82) meâlindeki âyet nazil olduğunda, sahâbîler “Ey Allah’ın Resûlü! hangimiz zulme bulaşmamış ki..” diyerek âyetin zâhir ifadesi karşısında içine girdikleri mânevî sıkıntılarını dile getirmişlerdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), “Şüphesiz şirk büyük bir zulümdür.” meâlindeki Lokman sûresinin 13. âyetini delil getirerek sözkonusu ‘zulüm’ kavramını şirk olarak açıklamıştı (Buhari, İman,23).
Bu da Kur’an’ın zâhir mânâsının yanında herkesin bir çırpıda anlayamayacağı bâtın denilen derin mânâlarının da var olduğunu göstermektedir. Bununla beraber, eğer her şey sanıldığı şekilde apaçık olsaydı, Kur’an’ın “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur’an’ı indirdik” (Nahl:44) âyetinin anlaşılmasında zorluk çekilirdi. Ayetteki ‘Tebyin”i tebliğe hasretmek doğru değildir. Çünkü, “kendilerine indirilen” tâbiri, tebliği yapılmış âyetlerin açıklanmasının istendiğini gösteriyor. Nitekim görebildiğimiz kadarıyla müfessirlerin hepsi buradaki ‘Tebyin’den Kur’an’ın izaha muhtaç bölümlerinin tefsir ve açıklaması şeklinde anlamışlardır (Taberi,8/111).
İbn Teymiyye de bu âyete dayanarak Peygamber’in ashabına Kur’an’ın manalarını bildirmesi ve açıklaması vaciptir, demektedir (İtkan, 2/208).
b. Kur’an-ı Kerim’de : “Onlar namazı dosdoğru kılarlar”(Bakara:3), “”Namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır.”(Nisa:103) buyurulmuş. Ancak namazın nasıl ve ne zaman kılınacağı belirtilmemiştir. Bunu açıklamak görevi Hz. peygamber (s.a.v)’e verildiği için, o buyuruyor ki :” Ben nasıl namaz kılıyorsam, siz de bana bakıp aynen öyle kılın”(Buhari, Edep, 27). Bu hadis yukarıdaki her iki âyetin bir nevi açıklaması gibidir.
Bu hadis-i şerifi nakeden Sahabî Mâlik b. Huveyris, olayı şöyle anlatır: “Biz yaşları birbirine yakın bazı gençler, Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanında 20 gün kadar kaldık. Ailelerimizi, özlediğimizi hissedince, onların durumunu ve ailelerimizi kimlere bıraktığımızı sordu. Biz de gereken bilgiyi kendilerine arzettik. Hz. Peygamber (s.a.v) çok şefkatli ve merhametli idi. Derhal bize şunu emretti: “ Ailelerinizin yanına dönün, onlara (dinin emirlerini) öğretin ve uygulamada onlara yardımcı olun. Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanızı, siz de namazınızı öyle kılın. Namaz vakti gelince, biriniz ezan okusun; en büyüğünüz de imamlık yapsın.” (Buhari, a.g.y).
Bu detaylardan anlaşılıyor ki, Hadiste, namazın şekli gibi, vakitlerin tespitinde de Hz. Peygamber (s.a.v)in uygulamalarının esas alınması emredilmiştir.
c. Yine Kur’an’da :”Hac, bilinen aylardır. Kim o aylarda hacca niyet ederse (ihramını giyerse), hac esnasında, kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur”(Bakara, 197) buyurulmuş ve fakat hac ibadetinin detayı verilmemiştir. Bunun için Hz. Peygamber (s.a.v), insanları bu konuda bilgilendirmek istemiş ve :”Hac ibatenin şeklini benden alın(benden öğrenin), belki bundan sonra bir daha hacca gelemem “(Buhari, Hac, 51) buyurmuştur.
d.”Sizce sabahın beyaz ipliği siyah ipliğinden farkedilip seçilinceye kadar yeyin, için. Sonra ertesi geceye kadar orucu tam tutun” (Bakara:187) âyeti indiği zaman, Adî b. Hâtim, Hz. Peygamber (s.a.v)’e bu ipliklerin nasıl olduğunu sormuş. Hz. Peygamber (s.a.v) ise, bundan maksat, gecenin karanlığı ile gündüzün aydınlığı olduğunu söylemiştir(Buhari, tefsir, 2/28)
e. Hz. Peygamber (s.a.v)’in “kim hesaba çekilirse, helak olur” meâlindeki hadisini duyan Hz. Aişe, efendimize “Kimin kitabı sağından verilirse, kolay bir hesapla hesaba çekilecek ve sevinçli olarak âilesine dönecektir” (İnşikak:7-9) âyetini hatırlatır. -Yani âyet ile hadis arasında zâhiren bir çelişkiyi gösterir, demek ister.- Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), âyette sözkonusu edilen hesap, bir arz/sadece sahibine malumat kabilinden gösterilen hesaptan ibaret olduğunu; yoksa ince hesaba çekilenin kesinlikle helak olacağını söylemiştir (Buhari, Tefsir,84).
f. Buhârî’nin rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.v)’e merkep (in evde istihdam edilmesinin caiz olup olmadığın)ten sordular. O da :” Bu konuda bana, şu kapsamlı ve eşsiz muhtevalı âyetten başka bir şey inmemiştir” buyurmuş ve “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür” (mêalindeki Zilzâl sûresinin son iki âyetini) okumuştur (Buhari, tefsir, Suretru 99/2).
SONUÇ
Bu çalışmada Kur’an’ın en büyük tefsirinin Sünnet olduğu, Sünnetin ise, Hz. Peygamber(s.a.v)’in söz, fiil ve takririnden ibaret olup Kur’an’ın ilk tefsiri olduğuna işaret edilmiştir. İslam alimlerinin büyük çoğunluğunun ifade ettiği gibi, Sünnetin “Tebyin” görevi içerisinde Hz. Peygamber (s.a.v)’in tebliğden sonra en büyük ikinci vazifesinin bir tezahürü olduğuna dikkat çekilmiştir.
Hülasa; ayet ve hadislerin ışığında –ilmi tarafsızlık düsturuna bağlı kalarak-yapılan tahliller sonucunda, Kur’an’ın açıkça, tefsire muhtaç olduğu gerçeği gösterilmiş ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in sünnetinin de dinin ikinci kaynağı olduğu hakikati gözler önüne serilmiştir.