FİKRET EREN
Güney Marmara’nın kafanızın içindeki cümleyi tamamlamadan biten kısacık caddelerinde emekli bir komiser dolaşıyor: Nusret Çakmak. Sahil kenarındaki şehirlerde yaşayan katiller ve suç ortakları bu komisere karşı ittifak halindeler. Ama ne kadar uğraşsalar da ön sezileri güçlü, kaybedecek pek de bir şeyi olmayan malulen emekli bu cinayetçiden kaçmak mümkün değil.
İlyas Barut 2014 yılında yayımlanan ‘Bil Ki Hayat Virâne’ isimli Bandırma’da geçen, Nusret Çakmak macerasının ardından ‘O Sızı Hep Yoklar’ çalışmasıyla yeniden okurlarının karşısına çıktı. İlk romanla bağlantılı olan bu romanda Nusret Çakmak bu kez Çanakkale’de işlenen bir cinayeti çözmek için cinayet masasında görev yapan komiser arkadaşı Fevzi Tek’e yardımcı oluyor. Tedirgin okuyucu için not; ‘O Sızı Hep Yoklar’ı okumak için ilk romanı okumaya gerek yok ancak ilk romanı okumak size Çakmak’ı daha iyi tanıtacak. Ayrıca ilk romanı önceden okumak yeni roman içinde geçen isimleri ve olayları yerli yerine oturtmayı kolaylaştıracak. Bunun dışında bütünlük yakalamak adına bu yazıda iki metine de sık sık gönderme yapılacağını belirtmeliyiz.
Dilerseniz Nusret Çakmak’la ilgili bir parantez açalım önce... Nusret Çakmak karısının intiharının ardından kendisini kontrolsüz bir şekilde içkiye vermiş bir kaybeden. İntihardan sonra gelişen ruhsal sorunlardan dolayı malulen emekli edilmiş ama işi bitmemiş bir polis. Kendisiyle görüşmeyen bir kızı ve yaşamına çok da etki etmeyen ara sıra ortalıkta görünen bir oğlu var. Kızı, annesinin intiharından babasını sorumlu tutuyor ancak annesinin intiharına giden yolun taşları Çakmak’ın duyarsızlıklarından çok önce döşenmiş. Çakmak düşkünü olduğu fakat bir türlü onun istediği gibi bir olamadığı annesiyle birlikte yaşıyor.
‘O Sızı Hep Yoklar’da; Nusret Çakmak’ın ilk romandaki soruşturma esnasında karşılaştığı Hürriyet isimli genç kadını içinde bulunduğu durumdan kurtarmak ve kızıyla barışma yollarını aramak için ‘kibrit gibi çakan’ Spring marka otomobiliyle gittiği Çanakkale’deki üç aylık macerasını anlatılıyor. İlk romanda yakın arkadaşı Ziya’nın kızı Gülden’in ölümünün arkasındaki sırları açığa çıkarmaya uğraşırken bu seyahate çıkıyor ve o arada Çanakkale’de bir çöp konteynerinde cesedi bulunan üniversite öğrencisi ve aynı zamanda siyasi eylemci Sevcan Gümüş’ün soruşturmasına katılıyor. Roman ilerledikçe, sıkı bir maceranın içine sürüklendiğiniz gibi, yakın dönem tarihinin trajik olaylarından günümüzde yaşadığımız toplumsal çelişkilere kadar geniş bir yelpazede meselenin içine giriyorsunuz. Yazar birçok farklı zamanda geçen olayları ve karakterlerin iç dünyalarını aktarırken diğer yandan da katilin izini sürüyor. İlk romanında olduğu gibi bu romanda da sonlarda tempoyu baş döndürücü bir hıza ulaşıyor ve kitabı elinizden bırakmak bu anlarda mümkün olmuyor.
Barut’un roman tarzı bilindik polisiye anlatım tekniklerinin dışında. Öyle ki romanın bir bölümünü kitabın kahramanı Nusret Çakmak yazıyor bir bölümünü de Çakmak’ın ‘arkadaş’ diye hitap ettiği ara sıra buluşup yazdıklarını konuştukları yazar aktarıyor. Çakmak birinci tekil şahıs anlatımını tercih ederken, ‘arkadaş’ üçüncü tekil şahıs anlatımıyla ilerletiyor metni. Emekli komiser kullandığı dil bakımından daha argo ve keskin olsa da zamanla ikisinin aktardığı karakterler zamanla birbirine benziyor Buluşup yazdıkları üzerine konuştukları bölümler oldukça ilgi çekici. İlk romanın bir yerinde Nusret Çakmak yazmanın kendisini yenilediğinden, eskisi gibi işe yaramaz hissettirmediğinden bahsediyor. ‘O Sızı Hep Yoklar’daki bir buluşmalarında ilginç bir şekilde ikili romandaki mantık hatası sayılabilecek bir konuyu masaya yatırıyorlar ki bu kısım okuyucunun da bir yerinden dahil olduğu bir tartışmaya dönüşüyor.
İlyas Barut yerli polisiyeye kattığı yeni karakterle taşranın polisiyesini edebiyat düzeyinden ödün vermeden yazıyor. Polisiye meraklılarına olduğu kadar farklı okumaların peşindeki edebiyat düşkünlerine de hitap eden maceraların da devamı gelecek gibi duruyor. Zira Nusret Çakmak’ın emekliliğinde geçen maceralardan sonra aktif görevde olduğu maceraları da neden yazılmasın?