Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi öğretim üyelerinden bir grup, rektörümüz Prof. Dr. Musa Duman ile beraber 21Ağustos 2017 günü Silivri’de yapılan FETÖ darbe kalkışması duruşmasını gün boyu takip ettik, gözlemlerde bulunduk. Bu gözlemlerde edindiğimiz izlenimleri kamuoyu ile paylaşmanın ülkemizin son dönemde maruz kaldığı ağır suikastın henüz kamuoyu tarafından tam manasıyla bilinmeyen bazı yönlerinin anlaşılmasına yardım edeceğini ümit ediyoruz. Bu satırların yazarı, yargılamanın yapıldığı Silivri Kapalı Cezaevi Yerleşkesi’nde yakın geçmişte yapılmış olan kumpas davalarının birçok duruşmasını da takip ettiği için değerlendirmelerinde bazen her ikisi arasında karşılaştırmalar yapmayı da tercih etmiştir.
Öncelikle eski yargılamanın yapıldığı kapalı salonun karşısında inşa edilen duruşma salonunun genişliği ve tasarım olarak maksada uygunluğuna işaret etmeliyiz. Bu büyük salonun dönemin kamu gücünü arkasına alan FETÖ zihniyeti tarafından daha 15 Temmuz 2016 girişiminden kaç yıl önce orduyu tamamen çökertmek için yapacağı karakuşi yargılamaları seri halde yapmak için yaptırtıldığı bilinmektedir. Davayı takip etmeye gelenlerin konu hatırlatılınca kime niyet kime kısmet demekten kendilerini alamadıklarına tanık olduk.
Duruşma salonuna girişlerdeki kontroller kumpas davalarıyla kıyaslanmayacak kadar medeni idi. Güvenlik amirleri ve personeli ciddi işlerini muhataplarını incitmeden de yapabileceklerini gösteriyorlar. Asık suratla muhatabını insan yerine koymamanın ciddiyet sanıldığı kamu alanlarının hepsine örnek olacak bu titizliği sağlayanları iyilikle anıyorum. Duruşma salonu içindeki kafeteryada sunulan hizmetlerin de ihale ile verilen hiçbir kamu işletmesinde olmayacak kalite ve ucuzlukta olduğuna da işaret etmeliyiz. Söylemek zaid, kumpas yargılamalarında bu tarz kolaylıklar yoktu.
Müvekkiller, müştekiler salona alındıktan sonra basın ve izleyiciler de salona alındık. Mahkeme heyetinin mutad üzere karşısında sanıklar getirtilmişti. Dinleyiciler gelmeden önce sanıklar zemin kattan salonun ortalarına çıkan bir merdivenle kendi bölümlerine getirilmişler. Cepheleri sanıklara dönük olacak şekilde salonun sanık bölümünün sağında sanık avukatları, solunda müdahil avukatları bulunuyordu. Müdahil avukatları tahmin edileceği gibi daha fazlaydı. Müdahil avukatlarının sağında şehit ve gazi yakınları ile diğer darbe kalkışmasından zarar görenler bulunuyordu. Mahkeme heyetinin tam karşısındaki duvar önünde de duruşmayı izlemeye gelenler ve basın mensupları bulunuyordu. İzleyiciler sanık ve müşteki yakınları olarak tefrik edilmemişti. Ancak salondaki atmosfer kimsenin sanık yakını olarak orada bulunduğunu beyana imkân vermiyor gibiydi.
Duruşma öncesi davaya müdahil olma talepleri karara bağlandı. Müdahil olma için dilekçe veren ama bir kısmı duruşmaya kendilerini veya vekillerini duruşmaya gönderme gereği duymayan Halk Özel Harekât Derneği, Hukukçu Kadınlar Derneği gibi kuruluşların talepleri doğrudan zarar görmedikleri için reddedildi.
Gün boyu darbe girişimi esnasında Hava Harp Okulu Dekanı olan matrud havacı Kurmay Albay Ahmet Gümüş’ün savunma ve çapraz sorgusu yapıldı. Şahsen Harp Akademisinden silik birisi olarak tanıdığımız bu kişinin duruşmadaki beyanları örgüt mensubu olduğu hakkındaki kanaatimizi hiçbir şüpheye yer bırakmayacak tarzda netleştirdi. Ahmet Gümüş kendi anlatımına göre üniformalı bir melekti. Savunmasının başında uzun uzun dekanlık görev tanımlarını okudu. Okuduğu metinlerde doğal olarak darbe hazırlıkları, örgüt çalışmaları vb. hususlarda herhangi bir husus olmadığından kendisine isnat edilen suçlarla ilgisi olmadığına inanılmasını bekledi. Mahkeme Başkanı sabırlı ve soğukkanlı bir kimse idi anlaşılan. Hangi darbecinin atandığı görevde iş tanımında darbe çalışmalarına izin veren bir madde olduğunu sormadı.
Ahmet Gümüş’ün masumiyetine ilişkin çok ısrarla kullandığı bir argüman da darbecilerin atama listesinde İş Bankası Genel Müdürlüğüne layık görülmesinin kendi eğitim ve formasyonuna uygun olmayışı idi. Tabii kimse askeri müdahalelerden sonra darbecilerden kaçının formasyonuna uygun -askerlik dışı- yüksek makamlara atandığını sormadı. Sanığın inanmamızı beklediği mantığa göre kendisi ile Ayvalık’ta yakalanan suç ortağının, darbeci tayin listesinde AFAD Genel Müdürü olarak görülmesi de adı geçenin formasyon yetersizliği sebebiyle masumiyetine karinedir.
Tabii inanan olursa…
Sanık FETÖ diye bir yapılanma olduğunu bile galiba darbe bastırıldıktan sonra öğrenmiş gibi konuşuyor. Hatta fesadın başı FG (Fetullah Gülen)’yi (FG) de kendisine soru soran avukat ne kadar tanıyorsa o kadar tanıyordu. Daha sonra bu soruya cevap vermemeyi tercih ettiğini beyan etti. Bu şahıslar kendi yazılı ve sözlü beyanlarıyla izah ettiği gibi 16 Temmuz 2016 sabahında artık darbe girişiminin söndürüldüğünün belli olduğu saatlerde görev yerini terk etmişti. Balıkesir Ayvalık’ta muhtemelen Yunanistan’a kaçmak isterken yakalanmıştı.13 yaşından beri üniforma giydiğini yerli yersiz tekrar eden sanıktan avukatlar darbe bastırılmışken firar etmesinin sebebini açıklamasını istediler. Ahmet Gümüş, Cumartesi gününün tatil olduğunu söyleyebildi. Askerliği bilmeyen okurlarımıza kışlada yatan erlerimizin dışında uzman erbaştan generale kadar rütbe sahibi askerlerin bulundukları şehri kendi amirlerinin bilgisi ve izni olmadan terk edemeyeceğini hatırlatalım. Balıkesir, Ayvalık’ta ne aradığı sorulduğunda da bildik bir cevap verdi: Yazlık bakıyormuş…
Ahmet Gümüş utanmadan artık darbenin bastırıldığı belli olduğu saatlerde neden amiri olduğu kurumu terk ettiğinin gerekçesi olarak da “Darbeciler sanki meşru otorite imişler gibi bana bir emir verirse yapmak zorunda olurum. Böylelikle personelim zarar görür” Yani suçüstü kaçış bile personelin zarar görmemesi için tercih edilmiş görünüyor…
Sanık savunması ve sorgusu sırasında birbiriyle çelişkili birçok beyanda bulundu. Avukatlar bunları kayda geçirdiler. Sanık ‘ABD vatandaşımısınız?’ sorusuna cevap vermeyeceğini beyan etti. ‘Amerika’ya en son ne zaman gittiniz?’ sualini de karşılıksız bıraktı. Bu durumda ordumuzda geçmiş dönemde, ifadesi ağır da olsa kabul edilemez bir başıboşluk olduğu ve ipin elden kaçmış olduğunu itiraf etmemiz gerekiyor. Bugün artık birçok örgüt mensubu general/amiral ve kurmay subayın ABD’de FG ile halvete girdiği biliniyorken, bunların yurtdışı çıkışı yaptıklarına dair Genelkurmay Başkanlığında bir kayıt yoksa işimiz çok zor demektir. Atlantik ötesine dahi kayıt dışı giden birisinin darbe ertesi zaten Cumartesiydi diye Yunanistan’a firara teşebbüs etmesine şaşırmamak gerekir.
Ahmet Gümüş’ün sözlerine darbe girişiminde hayatını kaybedenlere rahmet ve saygı dileğiyle başlaması müdahil ve izleyicilerden yoğun tepki aldı. Mahkeme Başkanı itidalle hareket etti. Sanık aleyhine sözlü müdahalede bulunan bazı müşteki ve izleyicileri salon dışına çıkarttı.
Sanık kendisine yöneltilen dekanlığınız döneminde FETÖ’nün Hava Harp Okulu’na sızma girişimi olup olmadığına ilişkin bir soruya kesinlikle böyle bir şey olmadığı söyledi. Binde bir nispetinde MİT’ten duyum geldiğinde de duyarlı davrandıklarına muhataplarını inandırmaya çalıştı. Bu arada sanık mahkeme heyetini anlattıklarına inandırmaya çalışırken Türk Silahlı Kuvvetlerinin sınav sisteminin iltimas ve usulsüzlüğe fırsat vermeyen bir sistem olduğunu izah etti. Sanık galiba muhataplarının zekâ seviyelerini küçümsedi. Harp Akademileri, Harp Okulları, Askeri Liseler silme örgüt mensupları ile doldurulurken TSK’nın usulsüzlüğün olamayacağı bir personel tedarik sistemi olduğunu boş hamasetle savundu. Bu arada dekanlığa atamasının da liyakati ile olduğunu anlatmaya çalışırken mahkeme başkanı bu atamanın yılını sordu. 2014 cevabı alınınca Hv. KK’nın kim olduğu sorusuna, sanığın verdiği Akın Öztürk cevabı salonda yoğun bir tebessüm yarattı…
Ordunun özeleştiriye gitmesi gerekiyor.
Ahmet Gümüş ve benzerleri, son senelerde artık ordumuzun kötü idare yüzünden sorumlu olduğu yanlışlıkların ifade edilmesinin kuruma zarar vereceği şeklindeki bizce yanlış anlayışın artık pek savunucusunun kalmadığını anlamalıdır. Bu çerçevede ucu nereye giderse gitsin vebal sahiplerinin ifşa edilmelerini kurumun salah bulması için şart gördüğümüzü kendimizi tekrar pahasına ifade edelim.
Duruşma boyunca kumpas yargılamalarında gördüğümüz izan ve adalet duygusundan yoksun, nobran, muhataplarını saymayan, disk diyemeyip diks diyen hakim ve savcı cübbeli FETÖ mensubu otomatları gördükten sonra mahkeme heyetinin mümkün olabildiğince adil bir yargılamanın teminine çaba gösterdiğini kaydetmeliyiz.
Kumpas mağdurlarından emekli bir kurmay albayın (Dr. Ahmet Küçükşahin) kendi yargı heyeti ile ilgili beyanını aktardığımız duruşma gözlemleri vesilesiyle hatırlıyoruz: Bizi yargılayanlar, işledikleri hukuksuzluktan ötürü yargılanmalıdır. Ama bizi yargıladıkları gibi değil meşru hukuki usul ve çerçevede… Cübbeli FETÖ mensuplarının yargılanmasına tanık olmadık. Ancak dün gözlemlediklerimizde hak ve hukuka mümkün olabildiğince dikkat edildiğini söylemeliyiz.
Bir de kumpas yargılamalarında savunmalarını dinlediğimiz subay ve generallerin dün tanık olduğumuz tarzda yalancılık, riyakârlık ve düşüklüklerine tanık olmadığımızı bir hakşinaslık olarak kaydetmemiz gerekir. Yüksek makamları işgal eden amirleri tarafından hakları yeterince savunulmamasına rağmen FETÖ’nün mahvettiği subay ve general kitlesinin yargılamalar esnasında gösterdiği vakar ve celadet not edilmelidir.
Özetleyecek olursak, Ahmet Gümüş’ün şahsında mahkemede karakterini ve kendisini gizlemeyi artık içselleştirmiş olmasına rağmen pek kimseyi inandırma kabiliyeti kalmamış tipik bir FETÖ aparatı gördüğümüzü söylemeliyiz. Olayların merkezinde iken hiçbir şeyden haberdar olmadığını ve FG’yi tanımadığını ileri sürebilen, seri halde yalan söyleyebilen, işlemiş olduğu cürümleri dahi neredeyse başkalarına yıkan, kendileri ve mensup oldukları fesat şebekesi dışında dikkate aldığı bir değeri bulunmayan bedenlerle karşı karşıyayız. Bunlara savunma hakkımız kısıtlandı gerekçesi verilmeden yargılanmalar soğukkanlılıkla sürdürülmedir. Bir de yasal mevzuat uygunsa bir prototip olarak Ahmet Gümüş’ün savunması ve sorgusundan bazı görüntüler ülkemizin karşı karşıya kaldığı komplonun labirentleri olarak yayınlanmalıdır.
Ama diğer taraftan ordumuzun itibarını yok eden bu illetin kurum içinde kılcal damarlarda hakimiyet ve hatta tekel kurmasında ihmal ve kişisel beklenti hesabı ile vebal yüklenenlerin ağır sorumluluğunun asla hatırdan çıkarılmaması gerekiyor.