Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ve Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davuoğlu partilerinin grup toplantısından açıklamalarda bulundu. İki liderin de gündeminde 50+1 sistemi vardı.
Karamollaoğlu, "Anayasaya bu şekilde değiştirilemez" diyerek tepkisini ortaya koyarken, Davutoğlu ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı seçildiği dönemi hatırlattı. Davutoğlu, "Hadi 50+1'i indirdiniz. Yani İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nı Sayın Erdoğan, yüzde 25 oyla aldı. Çünkü 5-6 aday vardı. O yüzde 75'in onaylamadığı bir başkan olmaz mı?" dedi.
Karamollaoğlu'nun cümlelerinin satırbaşları şu şekilde:
Evet, EYT'lilerin taleplerini dinledik. Tabii uzun soluklu bir mücadele onunların ki fakat bu iktidar da hemen hemen toplumun her kesimine uzun soluklu bir mücadele verme imkanını tanıyor. Haksızlıklar peş peşe gelince herkes kendi hakkını alabilmek için ayrı bir çabanın içine girme mecburiyeti hissediyor. Bu kendiliğinden olan bir hadise değil. Aslında başlangıçtan beri yapılan bir yanlış bugün düzeltilmeye çalışılıyor. Bugün değil tabii, yirmi küsur senedir. Ama her seferinde çözeceğiz derken maalesef farklı problemlerin ortaya çıkmasına vesile oluyor. Ben de buna şaşırıyorum. Anayasa değiştiriyorlar, yarım bırakıyorlar. Kanunlarda değişiklik yapıyorlar, yarım bırakıyorlar. Ücretleri düzenleyeceğiz diyorlar, yarım bırakıyorlar.
'ALLAH BU MİLLETE ACISIN'
Hangi konuyu ele alırlarsa alsınlar, bir tanesi de dört dörtlük olsun üzerinde tekrar müzakere, münakaşa yapılmasın desek öyle bir maddeyi bulmak neredeyse imkansız hale geliyor. Bir de keyfilik var. Bir takım değişiklikleri yapıyorlar. Aradan biraz zaman geçtikten sonra, yok bu da olmuyor. Anayasadaki şimdi değişiklik gibi. Önce 50+1, şimdi geliyor; “Yok ya, 50+1, bizim bunu yakalamamız mümkün değil ki. Biz bu sefer 40+1 gibi bir neticeyi anayasa değişikliği olarak geçirelim.” diyorlar. Allah bu millete acısın. Cenab-ı Hak sürüklendiğimiz bu badireden bir an önce kurtulmayı hepimize nasip etsin.
Tabii bugün hem dünyada çok önemli hadiseler yaşanıyor hem de memleketimizde. Müsaade ederseniz ben EYT'li kardeşlerimizin problemleriyle ilgili söyleyeceklerimi söylediğimi zannediyorum. Ama tabii bir vaatte bulunmadan söyledim. Allah nasip ederse, bizlere böyle bir görev düştüğünde bu millet görecek ki ele aldığımız konuyu biz dört dörtlük bir şekilde çözmeyi şiar edinen bir anlayışa sahip olacağız inşallah. Ancak dünyada bazı gelişmeler meydana geliyor.
İktidar sahipleri bu konuda değil çözmeye çalışmak meseleyi nasıl ele alacaklarını bile bilmekten aciz gözüküyorlar. Yaşadığımız manzarayı belki İkinci Cihan Harbi’nde bir miktar yaşamış gibi gözüksek de dünyada böyle bir manzarayla hiç karşılaşıldığı kanaatinde değilim. Artık kameralar her yere ulaşıyor. Televizyonlardan her gün hastanelerin, okulların, hanelerin, evlerin nasıl bombalandığını; o yavruların nasıl acizlik içinde kıvrandığını hepimiz gözlerimizle görüyoruz. Ancak öyle bir manzarayla karşı karşıyayız ki çocukları katletmeyi, okulları bombalamayı, hastaneleri tahrip etmeyi, hasta taşıyan ambulanslara kadar her yere saldırmayı kendileri için önemli gören bir anlayış bütün dünya tarafından, özellikle de batı alemi yani bugün için gelişmiş kabul edilen ülkeler tarafından, normal addediliyor. “Efendim herkesin kendini savunma hakkı varmış.” Kendi savunma hakkının içine çocuk katli girer mi Allah aşkına?
Kendi hakkını savunmanın içine hastaneleri bombalamak girer mi? Okulları bombalayıp tahrip etmek girer mi? Bu kadar yüzsüzlük, buna kadar acizlik olamaz. Bu meydana gelen hadiseler bize birkaç konuda yeniden teşhis koyma imkanını sağladı. Ne hakkında? Ülkelerin, toplulukların dünya meselelerine bakışı açısını. Demin söylediğim fikirleri gündeme getirenler bugün Filistin'de güya İsrail'in kendi işgal ettiği topraklarda zorla, orada yüz yıllardır yaşayan Filistinlileri çıkarma teşebbüsünü bir savunma hakkı olarak takdim etmeye kalkıyorlar. Bu kadar alçaklık olmaz. Bu tam bir alçaklıktır. Bunu takip edenler aynı konuma düşerler. Batı kendisini dünyaya hakim olduktan, Birleşmiş Milletler’i kurduktan, arkasından da Birleşmiş Milletler'in içinde bir savunma paktı oluşturup gücü kendi elinde tutabilmek için de bir takım kararları/kurulları oluşturduktan sonra da; “Hadi bakalım şimdi insan haklarına saygı nasıl olurmuş, hukuk nasıl üstün tutulurmuş bütün dünyaya gösterelim.” dediler. Filistin meselesi çıkınca ne yazık ki sınıfta kaldıkları görüldü. Cidden anlayamıyorum. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı'nın akli dengesinde belki bir sıkıntı olabilir. Ama Macron'da öyle bir şey görmüyorum. İngiltere'de öyle bir şey görmüyorum. Almanya'da, diğer ülkelerde de; nasıl olacak da siz çocuk katlini, hasta olan insanların karşı bir katliam yapılmasını meşru göreceksiniz ve bunu bir savunma hakkı olarak takdim edeceksiniz.
Batı maalesef eski kodlarına döndü. Ben bunu tesadüfen olan bir hadis olarak görmüyorum. Zihinlerinin gerisinde, hala kendilerinin üstün olduğunu iddia eden, bu üstünlüğü de ispatlayabilmek için yeri geldiğinde yeni ihdas edilen bir takım kurallara uymamayı da kendi hakkı olarak kabul eden bir anlayışa sahipler. Amerika'yı işgal ettiklerinde bütün Kızılderilileri katlettiler. Öyle mi? Doğru mu değil mi? Bütün dünyanın bilgisi olan bir hadise. İngilizler Avustralya'ya, Yeni Zelanda'ya gittikleri zaman da aborijinleri böyle katliama tabi tuttular. Şimdi vah vah diyorlar. Biz çocukları eğiteceğiz diye bazı çocukları okullara almışlar, bundan yüz sene önce. Sonradan o çocukların akıbeti hakkında kimse bir bilgiye sahip olmamış. Birkaç sene önce farkına varıldı ki, bazı yerlerde okul civarlarında çocuklara ait öyle bir, iki, beş, on değil yerine göre yüz, yerine göre yüz elli çocuğun katledildiği ortaya çıktı. Dini bir müessese, kilise bunu nasıl yapar ya? Hafsalanız alıyor mu? Çocukları eğiteceğiz diye alacaksınız. Bir değil, üç beş değil. Ne kadar olduğu belli değil. Şimdiye kadar on beş, yirmi tane okul bahçesinde çocuklar çıktı. Nasıl bir zihniyet? Bunu bizim, sizin, bu bölgede yıllardır yaşayan insanların, hele hele de Müslüman olanların anlaması ve kabul etmesi mümkün değil. Onun için İsrail'e şimdi destek veriyorlar. Aynı mantığa sahipler. Yahudilerin Avrupa'da rahat yaşaması mümkün değildi. Kontenjanları vardı. Bir zaman bütünüyle çıkarıldılar. Yaşama hakkı tanınmadılar. Onlara kim kucak açtı? Sadece ve sadece Müslüman ülkeler. Osmanlı'ya geldiler, sığındılar, her türlü imkan kendilerine tanındı, yeniden rahat bir hayata kavuştular, çalıştılar, zengin oldular. Ama şimdi güç kazanınca, “Efendim bu topraklar bize Cenab-ı Hak tarafından vaat edilmiş.
Biz bu topraklara hakim olabilmek için elimizden gelen bütün gücü sarf edeceğiz. Yeri geliyor ihtiyaç duyuyorsak katliamları da gerçekleştireceğiz.” diyorlar. Muhterem arkadaşlarım, bu zihniyete sahip olanların aslında yaşama hakkı olmaması icap eder. Bu bir insanlık suçudur. Çocukları katledemezsiniz. Hastanelere saldıramazsınız. Efendim savunma hakkıymış. Ne savunma hakkından bahsediyorsunuz ya? O topraklarda yaşayan Filistinliler yüz yıllardır yaşıyorlar. Yeni değil. Yüz yıllardır yaşıyorlar. Diyeceksiniz ki; “Buraya dünyanın öbür tarafından, benim ırkıma mensup insanları getirdim. Onlar burada yaşayacaklar.” Bu ne küstahlık ya. Bu insan hakkına sığar mı? Senin inancın öyleymiş, canın cehenneme! Senin inancın beni bağlamaz ki, seni bağlar. Sözün kısası batı alemi; insan hakları, demokrasi, özgürlük, barış denildiği zaman ne noktaya kadar, şimdi onu ortaya koydu. Batıya güven olmaz. Sömürgecidir, tahakkümcüdür. Onun için biz batılılarla bu noktada iş birliği yapamayız. Çünkü aynı kanaatlere sahip değiliz. Sadece kendi menfaatlerini korumak için hakim oldular. “Biz hakimiz, o halde bunu şimdi tatbik edebiliriz.” diyorlar. Ne zaman bunun zıttı ortaya çıkarsa bu sefer bütün prensiplerini çiğnemekten çekinmiyorlar.
'YAHUDİLERE KARŞI BİR TAVRIM OLDUĞU ANLAŞILMASIN'
İkinci bir konu da; maalesef insan haklarını korumak, hukuku üstün tutmak için kurulan bütün uluslararası kurumlar da sınıfta kaldı. İşte Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres. Giremedi, Gazze'ye giremedi. Gitti, sınırdan geri döndü. Bu nasıl bir anlayış? Uluslararası bir kurumun başında ve “Biz seni buraya almıyoruz çünkü siz bizim gibi düşünmüyorsunuz.” diyorlar. Muhterem arkadaşlarım, biz artık bugün varlığının hiçbir hikmeti olmayan uluslararası kuruluşlara da itimat edemeyiz. Eğer bu kuruluşlar hakikaten hukuku üstün tutmak, insan haklarına saygı göstermek için adım atarlarsa mağduriyetle karşı karşıya kalıyorlar. Bundan dolayı da bu uluslararası kuruluşların başında bulunan şahsiyetli birçok insan vazifesini terk etti, ayrıldı. Benim bu sözlerimden Yahudilere karşı bir tavrım olduğu anlaşılmasın. Biz; ceddimiz nasıl inanıyor ve düşünüyor, neyi tatbikata koyduysa aynı noktadayız. Bugün bu insan haklarını üstün tutan Yahudiler var. Bütün dünyada tavırlarını açıkça ortaya koyuyorlar. İlim adamları var. Toplum önderleri var.
Ve İsrail'in bu zulmüne rıza göstermiyorlar. Elbette biz onları takdir ederiz. Bu mesele Yahudi olup olmamak değil, İsrail'in bu yanlış politikalarına rıza gösterip göstermemek. Onları tasvip edip etmeme noktasında düğümleniyor. Bundan dolayı da, maalesef bugün gördüğümüz kadarıyla bu dünyaya barış ve huzuru getirmek isteyen bu kuruluşlar maalesef kimliklerini yitirdiler. Artık onlara kimse itibar etmiyor. Biz de onların düştükleri bu durumdan dolayı sadece üzüntümüzü ifade edebiliyoruz. Tabii iş burada bitmiyor. Bir de dönüp kendimize bakıyoruz, İslam alemine. 57 tane İslam ülkesi bir araya getirildi. Suudi Arabistan'da bir birlik oluşturuldu. Ne zaman başlamıştı bu adım? İsrail'in 1967-1969 yılları arasındaki saldırısından sonra Sina Yarımadası'nı işgal ettiler. Mısır'ın bütün hava kuvvetlerini tahrip ettiler. Hakim oldular.
'İRAN'I BAMBAŞKA BİR ŞEKİLDE İTHAM ETMEYE KALKIYORLAR'
Bunun arkasından da Erbakan hocamız tam o sıralarda siyasete giriyordu. Kral Faysal, Erbakan hocamızdan biraz daha erken davrandı. İslam ülkelerini bir araya getirmek için bir takım adımlar attı. Belki ilk başlangıçta 57 tane İslam ülkesi yoktu ama bugün 57 İslam ülkesi bir araya gelmiş durumda. İslam ülkeleri birliği var ama varlığıyla yokluğu arasında hiçbir fark yok. İslam ülkelerinin bu birliğin üyesi olup olmamaları da önemli değil. Liderlerinin tavırlarına baktığımız zaman içimiz burkuluyor. Tavırlarına baktığımız zaman içimiz burkuluyor. Aynı inanç sahibi insanlar, Filistin'de zulme tabi tutuluyorlar ve maalesef İslam aleminin yöneticileri sadece seyirciler. Onun ötesine gidiyor, Filistin bombalanırken şenlikler tertip edebiliyorlar. Bu hususta dua bile edemezsiniz diyorlar Suudi Arabistan'da. Dua bile edemezsiniz, orada mazlum insanlar için. Arkadaşlarım, biz bu hale düşmüşsek başlangıçta batı alemi için, uluslararası kuruluşlar için söylediğimiz sözleri bir tarafa bırakmak mecburiyetinde kaldığımızı gördüm. Eğer bizim kardeş kabul ettiğimiz ülkelerin başında bulunan insanlar bu konuda bütün hassasiyetlerini kaybetmişlerse vay geldiğimiz halimize. Bu konuda biraz daha dik duran birkaç tane ülke var. Bunlardan bir tanesi İran. Hemen İran'ı bambaşka bir şekilde itham etmeye kalkıyorlar. Yapmayın ya. Bu kadar da acze düşmeyin. İftiralarla kendi pozisyonunuzu güçlendirmeye teşebbüs etmeyin. Bu doğru bir yaklaşım değil.
Muhterem arkadaşlarım, hakikaten içimiz parçalanıyor ama burada dönüp kendimize baktığımız zaman da bizi yönetenlerin hali bizi daha da çok yaralıyor. Çok gariptir, Sayın Cumhurbaşkanı'nın farklı tavırları var. Halk, iktidar üzerine düşen görevi yerine getirmediği için mitingler yapar. Niye? İkaz etmek için. Peki, iktidar ne için miting yapar? Bunu anlamak o kadar kolay değil. Herhalde Amerika'ya mesaj vermek için. “Bak, sadece ben şahsen bu işin karşısında değilim. Benimle beraber bir milyon insan daha var.” E ne olacak? Bununla siz başka ülkeleri nasıl etkileyeceksiniz Allah aşkına? Maalesef şu anda iktidar kendi üzerine düşen hiçbir etkili adım atmamaktadır. Sayın Erdoğan, Amerika Birleşik Devletleri'nden icazet alıp Türkiye'ye geldiği zaman hem Beyaz Saray'da kabul edilip hem de kendisine bir nişan verildi. Amerika da o sırada bugün İsrail'in çabalarının öncüsü mahiyetindeki Irak müdahalesine destek vermeye karar aldı. Meclisten geçmemiş olmasına rağmen. Bazıları mecliste reddedildi diyor. Hayır. Mecliste çoğunluk evet dedi.
'BÜYÜK ORTA DOĞU PROJESİ'NİN ESAS ADI BÜYÜK İSRAİL PROJESİ'DİR'
Irak müdahalesine destek konusunda yeterli sayı olamadığı için meclis karar almamış oldu. Ama Tayyip Bey geldi. Kendisi milletvekili seçildi. Başbakan oldu. Onun arkasından da Irak müdahalesine, doğrudan Cenab-ı Hak lütfetti de bizim askerimiz girmedi, bütün hava alanlarımızı, deniz limanlarımızı, hava sahamızı Amerika'nın, İngiltere'nin, Fransa'nın uçaklarını açtı. Irak'taki 1,5 milyon Müslümanın katledilmesi, o zaman bizim de desteğimizle sağlandı maalesef. Bugün meydana gelen hadise onun bir devamı mahiyetindedir. Çünkü her zaman söyledik, tekraren söylüyoruz. Büyük Orta Doğu Projesi sadece Büyük Ortadoğu Projesi değildir. Esas adı Büyük İsrail Projesidir. Yani İsrail'in kendisine vaat edildiğine inandığı toprakların bütününde hakimiyet kurma hadisesidir. Bunun için bu topraklar benim diyor şu andaki İsrail hükümeti. “İsterse yüzlerce sene değil, binlerce senedir o topraklarda sen oturmuş ol; benim için bunun hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü o toprakları bana Cenab-ı Hak verdi, bahşetti. Elbette bunun için birçok adımlarda atılabilir.” Şunu hemen söyleyelim. Allah razı olsun, bizim Kadın Kolları Başkanlığımız bir kampanya başlattı.
Ne için? Türkiye'de ABD ve NATO üslerinin kaldırılması için. Biz buna destek veriyoruz. Zaten Deniz Kuvvetleri Komutanımız da geçenlerde Karadeniz'de NATO'yu ve ABD'yi istemiyoruz demişti, sadece Karadeniz'de değil. Ben hakikaten öyle zannediyordum; Türkiye'de sadece İncirlik Üssü var, bir iki tane Kürecik Üssü vesaire gibi dinleme istasyonu var diye. Hayır. Geçenlerde bir harita gördüm. Bir tane değil. Yüzlerce demeyeceğim ama onlarca dinleme istasyonu var. Neden biz bunların bütün imkanlarını kaldırmıyoruz da bunları def edip göndermiyoruz kendi memleketlerine? En azından İncirlik'te, etkili görülen diğer kurumlarda bir an önce faaliyetlerini durdurmalılar. Bir an önce. Biz bunlara bu imkanı veremeyiz. Çünkü onlar bizim kendilerine tanımış olduğumuz bu imkanlarla zulümlerini artırarak sürdürebiliyorlar.
Tavrımız açık. Tavrımız kesin. Ümit ederiz ki bu konuda iktidar süratle davranır, oyalamaz kendi kendisini. Bu noktada söylediklerimi özetliyorum. Batı eski kimliğine, zalim kimliğine geri döndü. Uluslararası kuruluşlar, insan hakları kuruluşları bütün güçlerini yitirdi. İslam alemi acizlik içine düştü ve Türkiye'de maalesef bu noktada sınıfta kaldı. Türkiye kamuoyunun, beni affetsinler ama, hassas olduğunu bilmese başka bir tavır sergileyebilir miydi acaba diye de düşünmekten kendimi alamıyorum Sayın Cumhurbaşkanı'nın.
'VERECEKLERMİŞ GİBİ BİR TAVIR İÇİNE GİRİLDİ'
Muhterem arkadaşlarım, elbette bu, bu asırda yaşadığımız en büyük vahşet. Zaten böyle bir vahşeti bundan sonra pek dünyada yaşayabileceğimizi zannetmiyorum. O dünyanın sonu olur kanaatindeyim. Fakat ülkemizde de birçok problemlerle karşı karşıya. İktidar şimdi bunları bahane ederek kamu oyunun dikkatini başka noktalara çekmeye çalışıyor. EYT'liler buradaydı biraz önce. Yahu, yıllardır haklarını almak için çaba sarf ediyorlar. Vereceklermiş gibi bir tavır içine girildiğinde adamlar gitti, borçlandılar. O borçlarla kendilerinden talep edilen hususları yerine getirdiler. Ama arkasından alınan kararlar maalesef onların haklarının kendilerine verilmesine yetmediği için de şimdi ortada kaldılar. Bir de ayrı bir borç yüküyle karşı karşıyalar.
'ANAYASA BU ŞEKİLDE DEĞİŞTİRİLEMEZ'
Allah yardımcıları olsun. Emekçi insanca yaşam istiyor. Bütün insanlığımız aslında insanca yaşam istiyor. Sadece emeklilerimiz deği, çalışanlarımız da fiilen geçinebilme imkanına sahip değiller. Türkiye'nin şu anda karşı karşıya kaldığı en büyük problem de bu. İşte anayasada bir değişiklik. Cumhurbaşkanı seçiminde 50+1 değil de 40+1 bir olsun. Niye? Kim 50+1’i getirdi? Siz getirdiniz. Neden? O gün gücünüz vardı. Şimdi o gücü kaybettiniz. “Ama ben iktidarda kalmak istiyorum, 50+1 yetmiyor. Onun için lütfen bunu 40+1'e indirelim.” O da bitti şimdi. Sayın Bahçeli'nin ortaya koyduğu tavır için kendisine teşekkür ediyoruz, Anayasa değişikliği çocuk oyuncağı gibi ele alınamaz. “İki yılda bir, üç yılda bir değişiklik yapabiliriz. Çünkü bizim şartlarımız o yaptığımız değişikliklerle karşılanamıyor.” Anayasa bu şekilde değiştirilemez, bu şekilde ele alınamaz. Bunu bu kadar aleniyetle ortaya koymak hakikaten ayıptır. Ben şahsen kendisi adıma üzülüyorum. Ama sadece bu değil.
'BİR ÖĞRETMEN AÇLIK SINIRINA YAKIN DURUMDA'
Bugün anayasa değişikliği bir konu olarak geldi ama 24 Kasım'da da Öğretmenler Günü’nü idrak edeceğiz. Muhterem arkadaşlarım; tabii 24 Kasım'da öğretmenler günü olarak kutlanacak, hangi vaatler yapılacak, hangi türküler söylenecek bilmiyorum ama öğretmenler kendi haklarının kendilerine verilmesini istiyorlar. Sınıflara ayrılmak istemiyorlar. Yoksulluk sınırı bugün 44 bin lira. Açlık sınırı da 20 bin lira civarında, onun altında. Muhterem arkadaşlarım, açlık sınırının altında bir ücreti iktidar sahipleri nasıl tahayyül ediyorlar? Hakikaten anlamaktan acizim ben. Yani siz insana diyorsunuz ki karnınızı doyuramıyorsunuz ama ben size daha fazlasını veremem, vermem. Başka yerlere harcayacağız; yol yapacağız, inşaat yapacağız. Çünkü yol, inşaat yapmazsak bir takım harcamalarda bulunmazsak, bizi yüzde 20’lik destekleyen bazı kesimleri nasıl tatmin edeceğiz? Bunu tabii onlar söylemiyor, hallerini anlatma babında onu ben tercüme ederek söylüyorum. Bu dönem arkadaşlarım, bugün işe yeni başlayan bir öğretmen ancak 26 bin lira açlık sınırına yakın bir noktada. 44 bin lira yoksulluk sınırını yakalayan çok az sayıda insan var şu anda ülkemizde. Ataması yapılmamış öğretmenlerimiz özellikle büyük şehirlerde yüksek kiralara muhataplar.
Nasıl yaşayacaklar? 20 bin lira maaş alacaksınız ama eve de 20 bin lira kira ödeyeceksiniz. Bunu anlamak, kabullenmek kesinlikle mümkün değil. Bugün, öğretmen bekleyen okul sorunu yıllardır çözülemedi ve ücretli öğretmenlerle çözülmesi de mümkün gözükmüyor. İş güvencesi olmayan, asgari ücretin bile altında bir ücrete mahkum edilen, hastaneye gittiğinde, izne ayrıldığında ücreti ödenmeyen, ya ne kadar affedersiniz söyleyeceğim kelimeleri de doğru seçmek istiyorum yanlış bir kelime kullanmak istemiyorum ama ne kadar insanları aptal yerine koyduklarını bir türlü anlamıyorlar ve göremiyorlar. Hastaneye gidecek, tedavi edilemeyecek, ücreti gittiği zaman ödenmeyecek. İzne ayrılacak, ücret alamayacak. Tazminatı gibi birçok haklardan mağdur edilecek ve siz ondan sonra da o öğretmenlerden verim bekleyeceksiniz. Okullar maalesef birer ticarethane haline döndü. Bundan dolayı da verim iyice ortadan kalktı. Biz bu sistemi, eğitim sistemini ne yapıp edip değiştirmek mecburiyetindeyiz. Biz inşallah Saadet-Gelecek TBMM Grubu olarak önümüzdeki günlerde bir Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu mecliste görüşülmek üzere takdim etmeyi arzu ediyoruz. Bu inşallah gerçekleşecek. Bu sözlerimle de tüm öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler Günü'nü tebrik ediyorum.
'BÜTÇE 70,4 MİLYAR LİRA AÇIK VERMİŞ'
Muhterem arkadaşlarım, şunu da hemen ifade edeyim. Bütçe görüşmeleri şu anda yapılıyor. Bu sayede birçok rakamlar kamuoyu ile paylaşılmaya başlandı. Bütçe açığı bir önceki yıla göre ne kadar artmış? Neredeyse dört misli. %372 artmış bütçe açığı. Ne yaptı bunlar bu son sene içinde de böyle oldu? Bir seçime gidiyorduk. Bir takım adımlar attılar. Doğru adımlar atsa, bir harcama gerekse itirazım olmaz. Ama maalesef çok büyük yanlışlar yapıyorlar. 2022 yılının ilk on ayında 138,5 milyar lira faiz dışı fazla veren bütçe, bu kez 70,4 milyar lira açık vermiş. Verilen rakamlar böyle. İlk on aydaki bütçe açığı 608 milyar lira, küsuratını söylemiyorum. 608 milyar lira bütçe açığından bahsediyor. Bütçeden değil 2022 yılının ilk on ayında bütçeden faizi ödenen tutar 268 milyar lirayken 2023 yılının aynı döneminde bu rakam 537 milyar liraya çıkmış.
Muhterem arkadaşlarım nereden tutacağız? Hakikaten insan hayret ediyor. Toplam bütçe giderlerinden faizi ödenen miktar %11,9. Muhterem arkadaşlarım, bizim bu rakamları dikkate alarak ülkenin nasıl yönetileceğini yeniden belirlemeye ihtiyacımız var. Bir kuruş dahi israf edemeyiz. Ama hakkı olanın hakkını vermek için de elimizden gelen bütün gayreti göstermek mecburiyetim var. Bu bir hak. Açlık sınırının altında ücret asgari ücret olmaz. Hele de emekliler için komik rakamlarla, “Biz sizin ihtiyacınızı göreceğiz. Bir defaya mahsus olmak üzere size 500 küsür lira para vereceğiz. Onu da herkese vermeyeceğiz.” diyorlar. Bu çifte standartla da gene ülkenin bütçesi yönetilemez.
'ÜÇ ANA KONUDA KANAATLERİMİZ VAR'
Davutoğlu'nun cümlelerinin satırbaşları şu şekilde:
İnsanlık vicdanı ayaklar altına alındı. Yaşanılan afetler dolayısıyla Karadeniz illerimize geçmiş olsun diyorum. Memleket meseleleri yüreğimizi dağlıyor. Üç ana konuda bugün kanaatlerimizi paylaşacağım.
1- Milletin ahvali
2- Devletin ahvali
3- Mazlumların ahvali
Emeklilerimize bakalım. Emekli ne demek? Hayatının önemli bir kesiminin topluma hizmet amacıyla geçirmiş sonrasında da prim ödemiş kişiler. Verilen 5 bin lira gidin kayıtsız şekilde çalışın demek. Bu bir zulümdür. EYT konusu da aynı şekilde... İlk teknik çalışmayı yapan parti bizim partimizdi. Ne yapılması gerektiğini 2020 nisan ayında açıkladık.
''OSMANLI TOKADI ATACAĞIM' DEYİN
Size genel seçimden önce gelinip, 'Gazze düşecek' diyerek oyunuzu alan değerli emeklilerimiz, dönün bu iktidar sahiplerine şimdi deyin ki, "Emeğini ortaya koymamış olan kişilere KKM'den 700 milyar veriyorsun da ben çalışıyorum diye 5 bin lirayı benden neden esirgiyorsun" diye sor. "Sen bize verdiğin sözleri tutmadın, yerel seçimde sana Osmanlı tokadı atacağım" deyin.
Yaş çay fiyatı mayısta 11.30 liraydı. Rize'de bununla dört ekmek alınıyordu. Şimdi bir buçuk ekmek alınmıyor. Çiftçilerimiz eskiden topraktan bereket alamayınca şehre giderdi. Şimdi şehirdekiler toprağa dönüyorlar. Çiftçilerimiz; sizler de hamasat tüccarlarına soruyu sorun; "Sizler bizim emeğimizi sömürdünüz. Rantiyeye o700 milyar aktardınız, bize 50 milyar Türk lirasınız çok gördünüz... Yerel seçimlerde sizi cezalandıracağız ki bir daha bu milleti kandırmayın.
Bir yıla yaklaşıyoruz hala deprem enkazını kaldırabilmiş değiller. Barınma sorunu çözülmüş değil, verilen kira desteği de nisanda biteceği söyleniyor. Sağlıklı içme suyu yok, elektrik yok. O bölgede bütün bu ağır deprem felaketlerine rağmen iktidara oy vermiş olan depremzede kardeşlerime sesleniyorum; Size ev sağlamamış olan, içme suyu sağlayamayan, sizi hala çadırda bırakan bu iktidara, "Sizler afeti yönetemezsiniz, şehirlerimizi asla yönetemeyeceksiniz" diyerek bir tokat vurun.
'ALTERNATİFİNİZ GELECEK VE SAADET'İN GÖSTERECEĞİ ADAYLAR'
"Alternatifimiz yoktu" demeyin. Alternatifiniz Gelecek ve Saadet'in göstereceği adaylardır.
Gençler ümitsiz. Hakimlik ve savcılık sınavında 70 olan baraj 55'e indirildi. Neden Biliyor musunuz? Bunların yakınları 70'i yapamıyor 55'e indirip hakim ve savcı yapacaklar. 55 ne demek? Doğru düzgün Türkçe okuyamıyor demek. Bu mudur devleti yönetmek?
Öğretmenleri üzerine 24 Kasım'da tir tir titremeyen bir millet, geleceğinden emin olamaz. Siz öğretmenleri aç bırakırsanız, çocukların ruhlarını ve zihinlerini nasıl besleyecek. Sayın Cumhurbaşkanı'na sesleniyorum. İtibarınızdan tasarruf edin ama eğitimden tasarruf etmeyin. Halk açlık içindeyken, bu kadar lüksle şov yapmak devlet adamlığı değildir.
Artık yalnız değilsiniz, sizi istismar edenlere karşı sizi savunacak bir grup mecliste. Güçlü bir destek ver ki alternatif ortaya çıksın.
Devlet dediğiniz şey yapboz tahtası değildir. 50+1 tartışması üzerinden size kısa bir tarih arka planı vereceğim. Sayın Erdoğan, 50+1 konusunda aldatıldığını söylüyor. Birileri, Sayın Erdoğan'ı 50+1 konusunda aldatmış. Ya Allah aşkına devlet adamı aldatılmaz. Devlet adamı ufku görür. Şimdi kim aldattı Sayın Cumhurbaşkanını?
'CUMHURBAŞKANI'NI KİM KANDIRDI?'
50+1 konusunda bir sene önce, "Bunu değiştirmek vatana ihanettir" diyen Sayın Cumhurbaşkanı'nın Başdanışmanı mı aldattı? "Bu ucube sistemi ben kurdum" diyen...
Sayın Erdoğan'ı kendi nefsi, egosu, kibri aldatıyor. Onun bu zaafını bilen gruplar da devlete sızıyorlar. Devleti koruma ayrıdır, iktidarı koruma ayrıdır. Savaş sürer ama milletvekili hesap sorar. Çünkü bilirler ki bir devlet kuracaklar. Devlet düzeni kurmak ciddi iştir. İktidar düzeni kurmak ise sefil, rezil bir iştir.
27 Mayıs düzeni... Baktılar ki milletin oyuyla gelen Adnan Menderes ve arkadaşları onların resmi ideolojilerinin dışına çıkıyor, milli iradeyi sınırlayacak kurumlar itras ettiler Anayasa'da. Ne oldu? yürütme zayıfladığı için 70'li yıllarda Türkiye'de kamu düzeni kalmadı. 12 Eylül bir iktidar kurma çabasıydı. 12 Eylül Anayasası 40 yılda delik deşik edildi.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne gelelim. Çok net söylüyorum, bu sistem bir devlet düzeni kurmak, korumak için kurulan bir sistem değil. İktidar sistemi kurmak için kurulan bir düzendir. Bu sistem siyasinin yapısını bozdu, demokrasiyi çiğnedi, nasıl mı?
Kökü 1756'ya giden Babı-ali birikimi tasfi edildi. Sanki o kültür hiç yaşanmadı. Şimdi sayın Cumhurbaşkanı'nın hiçbir dengeleyici kurumu yok.
Kurumsal kültür yok edildi. Eskiden Devlet Su İşleri'nin mesela bir kültürü vardı. Bunlar yok edildi. Şimdi Anayasa Mahkemesi'ni tartışıyoruz. Sayın Bahçeli'ye bir metin okuyacağım:
Bütün kanunların Anayasa'ya uygun olmasını nasıl temin etmeli? Türkiye'de de Amerika'da olduğu gibi bir yüce mahkemeye ihtiyaç var. Bu mahkeme, hem özel kanunların Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'na uygun olup olmadığını hem de nizamnamelerin ve talimatların özel kanunlara uygunluğunun tetkik vazifesiyle mükellef olmalıdır. Tahmin edin kimin sözü bu? Tarih 1922.Yayınlandığı yer küçük mecmua. Yayınladığı şehir Diyarbekir. Yayınlayan Ziya Gökalp.
Ziya Gökalp'i bile doğru okuyamayanlar milliyetçi litaratürden bahsedebilir mi? Şimdi Anayasa Mahkemesi üzerine bu kurumsuzlaşma devleti yok eder. Atanan bir Cumhurbaşkanı Yardımcısı devletin başına gelemez. Milletten yetki almamış birinin olması mümkün değildir. Bugün Cumhurbaşkanı Yardımcısı bir memurdur. O zaman 'yapmayın' dedim. Milletten yetki almamış birisi bu millerin başında bir saniye bile oturamaz. Dedim ki; Siz yurt dışına gideceksiniz, milleti o yönetecek. Dedi ki; "Ama o zaman yine bir rekabet doğar bize karşı." Bütün mesele iktidarı korumak.
'ERDOĞAN YÜZDE 75'İN ONAYLAMADIĞI BİR BAŞKAN OLMAZ MI?
Hadi 50+1'i indirdiniz. Yani İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nı Sayın Erdoğan, yüzde 25 oyla aldı. Çünkü 5-6 aday vardı. O yüzde 75'in onaylamadığı bir başkan olmaz mı?
'İSRAİL'E YAKITLAR BİZDEN GİDİYOR'
Şu anda İsrail savaş uçaklarının yakıtı Türkiye'den gidiyor. Gıdalar bizim limanlardan gidiyor. Burada bir grup gencimizin Ambarlı'da limana gidip protesto etmesini de alkışlıyorum. İktidar bizden diye sessiz kalmayın.