Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dün, sadece Türkiye'nin tanıdığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde (KKTC) Kıbrıs Barış Harekatı'nın 47'nci yıldönümü vesilesiyle düzenlenen Cumhuriyet Meclisi Özel Oturumunda Kuzey Kıbrıslı milletvekillerine seslendi.
Geçen hafta cuma günü yaptığı bir açıklamada Kuzey Kıbrıs ziyareti sırasında bir müjde vereceğini açıklayarak meraklı bir bekleyişe neden olan Erdoğan, konuşmasında bu "müjde"yi de ilan etti.
"Bilindiği gibi KKTC Cumhurbaşkanlığının ne doğru dürüst bir cumhurbaşkanlığı binası veya külliyesi var veyahut da doğru dürüst bir parlamento binası var. Biz bunu KKTC'ye yakıştırmıyoruz" diyen Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı binası için "malum İngilizlere ait bir gecekondu" ifadesini kullandı.
Karar gazetesi İsmet Berkan da, Haftalık Gazete'de yazdığı 'Erdoğan’ın Kıbrıs’ta vermediği müjdeyi medya verdi' başlıklı yazısında, 'müjde'yi ve bu 'müjde'nin iktidara yakın gazeteler ve gazeteciler tarafından nasıl yorumlandığını değerlendirdi.
İsmet Berkan'ın yazısından ilgili bölüm şöyle:
"Ama bugün necip Türk medyasının bir zamanlar ülke gündemini belirleyen iki mensubuna, Hürriyet ve Sabah gazetelerine bakacak olursanız, Erdoğan aslında külliye yapacağını söyleyerek “şifreli” konuşmuştu.
Hürriyet adına bu şifreleri “çözen” Abdülkadir Selvi bakın ne yazıyor:
“Erdoğan, ‘Sizlere birkaç gündür gündemde olan müjdemi vermek istiyorum’ dediğinde salonda çıt çıkmıyordu. Erdoğan, KKTC’ye Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, yeni Meclis Binası ve Millet Bahçesi sözü verdi. Erdoğan, mevcut parlamentonun da müze olarak korunacağını ilan etti. Çünkü mevcut parlamento binasında KKTC devleti ilan edilmişti.
Erdoğan müjdeyi açıkladı. Herkes derin bir nefes aldı. Görünen o ki artık Kıbrıs’ta iki devletli çözüme giden yolların yapı taşları döşeniyor. Bu işin bir adım sonrası başındaki ‘Kuzey’ ibaresini çıkarıp, ‘Kıbrıs Türk Devleti’nin ilan edilmesi olur.”
Selvi’nin yazısı böyle, hafif çekingen ama gazetenin editörleri birinci sayfada onun yazısını manşete çekerken bu çekingenliği giderecek netleştirici unsurları eklemişler. Bakın birinci sayfadaki alt başlıkta, “Cumhurbaşkanı Erdoğan, KKTC’deki müjdenin Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ile Meclis Binası olduğunu açıkladı. Bu sözler, iki devletli çözümün yapıtaşları olarak yorumlandı.” Kim yorumladı? Tabii ki Abdülkadir Selvi.
Sabah gazetesi ise manşetinde daha net, “Külliye projesiyle KKTC perçinlenecek” demiş. Erdoğan’ın “Devlet olmanın ifadesi budur” deyişine de özel vurgu yapılmış, manşetteki tek eksik Erdoğan’ın “devlet olmanın ifadesi” olarak bir de KKTC’ye “Millet Bahçesi” yapılmasını önermesi. Öyle ya, yeşil alanı, parkı olmayan yere devlet denir mi? Belli ki KKTC’de park yoktu, o yüzden uluslararası alanda tanınmadı.
Sabah, Erdoğan’ın bu “müjde” açıklamasını iki ağır top yazarıyla yorumlamış.
Gazetenin Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu, yazısında “Erdoğan, KKTC’yi ‘emanet değil hakiki bir devlet’ olarak tescilledi. KKTC’de geçici olduğu izlenimi veren Cumhurbaşkanlığı ve Meclis binaları yerine, Kıbrıs Türk halkının Ada’nın asli sahibi olduğunu gösteren, kalıcı devlet kimliğini pekiştiren büyük bir Devlet Külliyesi ve Millet Bahçesi yapılacağını müjdeledi” diyor.
Bina olmadan “kalıcı devlet kimliği” olmuyor demek. Tabii, park yapmayı da unutmamak lazım, burası çok önemli.
Sabah’ın diğer ağır topu, Cumhurbaşkanlığı Dış Politika Kurulu üyesi, Ak Parti’nin düşünce kuruluşu SETA’nın başkanı Prof. Dr. Burhanettin Duran. O hem çok daha serin kanlı hem de temkinli. Yazısında şöyle diyor:
“Erdoğan’ın günlerdir konuşulan müjdesi ise KKTC’ye ‘devlet olmanın ifadesi’ olarak cumhurbaşkanlığı külliyesi, yeni parlamento binası ve millet bahçesi yapılacağını açıkladı. Bu binalar garantör bir ülke olarak Türkiye’nin KKTC’ye sembolik hediyeleri olacak. KKTC’nin devlet olarak tanınma yolundaki adımlar olarak tarihin sayfalarında yerini alacak.”
Her üç yazar da, Erdoğan’ın aynı konuşmasını dinlemiş ve yazılarında onun konuşmasında açıkça söylemediği bir şeyi “yorum” yoluyla çıkarmışlar ama nasıl olmuşsa üçü de aynı sonuca varmışlar.
Hadi yeniden bu yazının en başına dönelim. Bülent Ecevit bir seferinde, “Kıbrıs sorunu bizim için 1974’te çözülmüştür” demişti.
Çözüldü mü?"