ELİF ÇAKIR | KARAR
Üniversite 3’üncü sınıftayken evlendim. Evlilik aklımın ucundan bile geçmiyordu ama Ali ikna kabiliyetiyle beni ikna etti.
Birlikte en çok konuştuğumuz şey ülke meseleleri. Ali’nin siyasi hayatına uzak değilim, onun gözünden kaçmış olabileceğini düşündüğüm şeyleri söylerim. Bir nevi gün sonu brifingi gibi.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararı sonrası korku hissettim. Ortada böyle bir sözleşme varken geri çekilmesi, bu kötülüğü yapan erkeklere nasıl bir mesaj verir?
Son 1 yıldır gittiğimiz yerlerde gördüğümüz yoksulluğu hiç görmemiştik. Her esnaf ziyaretinden sonra taş gibi bir şey oturuyordu yüreğimize.
Öncelikli olarak Zeynep Babacan kimdir, hikayesi nedir? Nasıl bir çocukluk yaşadı, nasıl bir ailede yetişti?
Doğma, büyüme Ankaralıyım. Yine böyle bir Ramazan gününde... Memur bir babanın, ev hanımı bir annenin çocuğuyum. Üz kardeşiz, bir abim, bir de kız kardeşim var. Kardeşlerimle, ailemle güzel ilişkilerim olduğunu, mutlu bir çocukluk geçirdiğimi söyleyebilirim. Eğitime önem verirdi ailem. Bütün imkanlarını eğitimimiz için kullandılar. TED Ankara Koleji'nde okudum. Ailemin yaptığı bu fedakarlık kolay bir şey değil ama bu, sonradan kıymetini anladığım hayatta en çok şükrettiğim şeylerden biri. TED Koleji'ni bitirdikten sonra Hacettepe Üniversitesi İngilizce Mütercim Tercümanlık Bölümü'nü kazandım.
İstediğiniz bir bölüm müydü?
Evet, çok istiyordum. İlk tercihim olarak kazandım. Üniversite üçüncü sınıftayken de evlendim.
Üçüncü sınıfta sizi evlilik kararı almaya iten sebep nedir? Zor olmadı mı hem evlilik hem okumak?
Aslında hiç öyle bir niyetim yoktu. 20 yaşındayım ve öğrenciyim. Evlilik düşüncesi aklımın ucundan bile geçmiyordu.
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİSİYKEN EVLENMEYE ALİ İKNA ETTİ
O halde baştan başlayalım, Ali Bey’le nasıl tanıştınız?
Üniversite döneminde... Kız kardeşiyle ve kuzeniyle arkadaştım, evlerine gidip gelirdim. Bir dönem birbirimizi hiç görmedik. O sıralar Ali Amerika’daydı. Asıl yollarımızın kesişmesi ve tekrar görüşmeye başlamamız Amerika’dan döndüğü dönem. Yani ben üniversite üçüncü sınıftayken. Öğrenciyken evlenmek aslında bana asla olmayacak bir şey gibi geliyordu. Ayrıca annem babam da önce karşı çıktılar “Olur mu öyle” falan dediler. Ben böyle düşünürken bir gün bir konuşmamızda baktım ki evliliğe ikna olmuşum. Sonradan öğrendiğim özelliklerinden birisi olan ikna kabiliyetiyle o gün beni güzel bir şekilde ikna etmiş oldu Ali.
Tanıştığınızda Ali Bey’in hangi özellikleri dikkatinizi çekti?
İlk dikkatimi çeken insana verdiği güven duygusu oldu. Tanıştığınız ilk anda o güven duygusunu hissediyorsunuz. Düzgün, dürüst, temiz bir insan... Onunla ilk karşılaştığım, ilk konuştuğumuz anda yoğun bir şekilde hissettiğim bir duyguydu bu. Ve çok çarpıcı bir zekaya sahip, başarılı bir hayat. Zaten 'Vay canına, nasıl bir şey bu' diyerek hayranlık duymayla başlıyorsunuz. Karşısındakini belki komplekse sokacak bir zeka ve başarı hikayesi var ama Ali öyle biri değildi.
Asla insanların gözüne başarılarını sokmayan biri. Hem çalışıp hem bu kadar başarılı olmak aynı anda nasıl mümkün kılabilir bir insan dediğimde “Bir yandan çalıştık bir yandan okuduk” diyor ama biliyorum ki aslında her açıdan fedakâr, çalışkan bir öğrencilik hayatı da geçirmiş. Sosyal hayatından fedakârlıklar yaparak sağlanmış bir başarı. Bunlar, kolay şeyler değil, bilakis övünülecek şeyler ama onun bunları asla övünme meselesi yapmayan bir yapısı var.
ÇOCUKLAR BÜYÜRKEN ALİ DAHA EVHAMLIYDI
Mezun oldunuz…
Mezuniyetten sonra, oğlum doğdu, erken yaşta anne oldum diyebilirim. Ancak hiç zorlanmadım. Annemin, kayınvalidemin desteği yanı başımdaydı daima. Dolayısıyla öyle, bir büyüseler artık dediğimi hiç hatırlamıyorum. Üç çocuğumu da (Kerem, Dilara ve Emir) çok rahat bir şekilde büyüttüm. Sakin bir yapıya sahibim, bazı annelerde olan o aşırı panik duygusu bende hiç oluşmadı… Evimizin evhamlısı ben değildim, Ali daha evhamlıydı çocuklar büyürken. Ben ise daha sakin hani “bir şey olana kadar bir şey olmaz diyen” grup var ya ben o gruptayım.
İlk bebeğiniz olacağını öğrendiniz…
Hemen 'büyütürken neler yapmamamız gerekiyor'u öğrenmek için kitaplar alıp okuduk. Kitapta şöyle yazıyor, şöyle daha uygun, yok emzik vermeyelim şöyle uyumasın falan. İkinci ve üçüncü çocukta pratik kazanmıştım. Aslında anneliğiniz de çocuğunuzla birlikte büyüyor, gelişiyor, kafanızdaki şablonların bir kısmını yıkıyorsunuz…
1800’lü yıllarda yaşayan Amerikalı bir yazar (Harriet Beecher Stowe) “Annelerin çoğu içgüdüsel filozoflardır” diyor. Annelik size neler öğretti?
Hiçbir kadın anne olarak doğmuyor ama anne olmak bir kadının hayatını değiştiren bir serüven. Anne olduğunuz gün o serüven sizin için başlıyor. Daha önceki hayatınız kapanıyor; birçok alanda yeni sayfalar açılıyor. Ama öyle durağan bir şey de değil. Her geçen yıl, her çocukla birlikte değişiyor, dönüşüyor. Ben şöyle bir anneyim diyemem çünkü başta yapmadığım birçok şeyi şimdi yapıyorum. Başta yaptıklarımın birçoğunu da şimdi yapmıyorum.
Anne olup da kendini eksik, yetersiz görmeyen var mıdır bilmiyorum, ben bu duyguları çok yaşadım. Bu zamanla gelişen, değişen, dönüşen bir süreç bence. Annelik ne katıyor insana? Başka türlü bir sevgi bir kere. Hayatınıza yeni türlü bir sevgi giriyor. Çokça kaygı, çokça endişe, korku, yorgunluk, üzüntü içeren ama tabii mükemmelde bir mutluluk kaynağı. Hepsini bir arada yaşıyorsunuz.
Bir anne olarak çocuklarınızı yetiştirme konusunda en çok gurur duydunuz şey nedir?
Anne olarak onları şöyle yetiştirdim; şu noktaya getirdim diyemem, böyle iddialı bir şey söyleyemem. Kendime bir puan veremem. Sonuçta çocuklar, Halil Cibran'ın bir şiirinde dediği gibi 'Çocuklarınız sizden geldiler ama sizin değiller. Biz onların doğmalarına vesile olduk ama bize ait değiller.’ Bunun farkına vardığınız zaman artık onlara bir alan açmak zorunda kalıyorsunuz.
Bu sizin annelik yolculuğunuz ama aynı zamanda onların da hayat yolculuğu ve küçüklüklerinde her şeylerine dahilken, büyüdüklerinde bir adım geri çekiliyorsunuz.. Artık anne olarak benim yapabileceğim, her ihtiyaç duyduğunda onları sarıp sarmalamak, dayanacakları bir omuz olarak hep orada olmak. Şu anda geldiğim noktada anne olmayı böyle tanımlıyorum..
ÇOCUKLARLA 'GİRİŞ, GELİŞME, SONUÇ' ŞEKLİNDE KONUŞUR
Ali Bey nasıl baba?
Çocuklarıyla gayet güzel ilgilenen, onları mutlu etmeyi seven bir baba. Mecburiyetten değil, birlikte vakit geçirmekten gerçekten zevk alarak ilgilenen bir baba. Buyurgan değildir, sakindir, müşfiktir, hiç kızmaz, bağırmaz. Çocuklarla bir şey konuşacağı zaman giriş, gelişme ve sonuç şeklinde konuşur. Evde disiplin figürü benim galiba. Kuralları koyan benim.
Kuralları bozan Ali Bey mi, “mutfak” dediğiniz oluyor mu?
Kuralları bozmuyor ama mutfak, evet mutfak olmasa da “bir konuşalım, şunu” dediğim anlar oluyor. Göz göze geldiğimizde durumu anlıyor ve aksini teşvik edici bir şey yapmamaya özen gösteriyor.
İkna etme özelliğinden bahsettiniz Ali Bey’in. Diyelim ki ikna edemedi, ne olur?
Dayatmaz ama sizi öyle bir noktaya getirir ki siz bir bakarsınız onun dediği yere gelmişsiniz. Doğru bildiğini yapan biridir ama inatlaşmaz, ikna edemediğinde geri adım atar ama çoğunlukla ikna ettiğini düşünüyorum.
Yemek yapar mı, evde nasıldır?
Yok, yemek yapmaz ama biliyor da yapmaz değil, bilmiyor. Ama kendi işini kendisi yapar. Ali içeceği suyu gider mutfaktan kendisi alır, bana su getirir misiniz demez asla. Çok tertipli ve düzenlidir. Benden daha düzenli olduğunu söyleyebilirim… Gece yarısı bir seyahatten dönmüş olalım yatmadan o valizini boşaltır, yerleştirir. Ütülenecek bir şey varsa ütüleneceklerin yanına koyar. Her işini kendisi yapmaya çalışan biri.
İçeceği suyu kendisi alır peki, size su getirir mi?
Getirir, ben isterim arada. Aslında evimizde öyle sürekli şunu getir, bunu götür gibi şeyler pek yoktur. Çocuklarımızdan da istemeyiz. Kendimize hazırlarken birbirimize çay, kahve, meyve getiririz.
ÇOK GÜZEL SEYAHAT PLANLAR, EN İNCE AYRINTIYI BİLE DÜŞÜNÜR
Birlikte olduğunuz zaman ailece yapmaktan keyif aldığınız favorileriniz var mı?
Birlikte film izlemeyi seviyoruz. Beraber geçirdiğimiz zamanın süresine bağlı olarak değişiyor. Seyahat etmek, doğa yürüyüşleri yapmak, hep birlikte bisiklete binmek ailece, severek yaptığımız aktivitelerden.. Seyahat planlamalarını Ali yapar, en ince ayrıntısına kadar düşünür, çok güzel seyahat planlaması yapıyor.
ALİ'YE EVDE GÜN SONU BRİFİNGİ VERİYORUM
Evde ülke meseleleri konuşulur mu?
Ülke meseleleri bizim hayatımızın bir parçası. 20 yıldır siyasetin içinde olunca doğal olarak siyasi meseleler, ülke sorunları konuşuluyor. Birlikte en çok konuştuğumuz şey ülke meseleleri diyebilirim. Eve iş getirmeyen bir yapısı yok. Ama bu başka şeyler konuşmadığımız anlamına gelmiyor. Ali’nin siyasi hayatına uzak değilim, onun gözünden kaçmış olabileceğini düşündüğüm şeyleri söylerim. Bu bazen sosyal medyada gördüğüm bir husus olur, bazen görüştüğüm insanlardan aldığım bir haber olur.
Bir nevi gün sonu brifingi gibi galiba…
Evet, evet öyle. Uzun zamandır bu böyle, bazen oluyor. Bir şeyin çok içinde olduğunuzda bazen gözden kaçabiliyor. İlk benden duyduğu şeyler olabiliyor o anlamda. Hatta bir ara neredeyse basın danışmanı gibi hissediyordum kendimi… Daha önceki dönemlerden bahsediyorum elbette. Şu anda daha kurumsal anlamda çalışan arkadaşlar var. Ben sadece dikkatlerden kaçmış olacağını düşündüğüm şeyleri paylaşıyorum.
BİR ANDA KENDİMİ AYAĞINDA SPOR AYAKKABIYLA ÖĞRENCİ OLARAK BULDUM
Siyasete girdiği andan itibaren çok yoğun bir hayatımız oldu ama ben kendi işimi yapmayı bırakmadım. Bir yandan yurt içi yurt dışı gezilerinde Ali’ye eşlik ederken bir yandan da takvim kısıtlaması olmayan, benim tempoma uyacak şekilde çocuk kitapları, makaleler, kitaplar çevirdim. (Zeynep hanımın çevirdiği eserler arasında Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’ın Allah’ın Elçisi Muhammed, çocuklar 6 serilik Eğlenceli Bilgi kitapları var) 2014 yılına kadar bu tempo böyle devam etti. 2014 yılında hayat tempomuz eskiye göre bayağı rahatladı.
O yıllar kendimizi yavaş yavaş siyasetten geri çektiğimiz dönem. Kendi sevdiğim bir şeyler yapmak istediğimi hissettim. Akademisyen olmak istiyordum ben hep aslında. Büyük oğlum Kerem 2 yaşındayken Bilkent’te Master için başvurmuştum aslında ama tam 28 Şubat dönemine denk gelmişti, huzurlu bir öğrencilik hayatım olmayacağını düşünerek vazgeçmiştim. Yeniden master çalışmasına başlama isteğimi önce bir arkadaşımla konuştum. O da “ben de istiyorum aslında” deyince bu yaşta anormal karşılanacak bir şey değil demek ki diye düşündüm, rahatladım. Bu düşüncemi Ali’yle paylaştım, ‘Çok istiyorum ama bu kadar ara verdikten sonra çok zor gibi görünüyor, acaba yapabilir miyim, başarabilir miyim bilmiyorum dedim.
Ali Bey’in tepkisi ne oldu?
Yaparsın ne var yapamayacak, gayet güzel başarırsın, sen yapamayacaksın da kim yapacak, hemen Bilkent’e başvur diyerek, beni teşvik etti. Okula gittim bana cazip gelen neler var diye baktım ve Uluslararası İlişkiler Bölümü bünyesinde tezsiz bir programa başvurdum. Başvuru mektubumda özetle “Bir siyasetçi eşi olarak yıllarca eşimle beraber uluslararası ortamlarda bulundum, pek çok toplantıya katıldım. Dünyaya yön veren birçok önemli insanla tanıştım.
Bir misafir gibi değil, gittiğim her ülkeyle ilgili siyasal, tarihsel yapısıyla ilgili önemli okumalar yaparak gittim. Şimdi bütün bu birikimlerimi akademik çerçeveye oturtmak istiyorum” diye yazdım. Sınav ve mülakattan sonra programa kabul edildim. Bir anda kendimi, ayaklarında spor ayakkabılarla üniversite sırasında master öğrencisi olarak buldum…
Nasıl bir öğrenci oldunuz?
Üniversitede de lisede de iyi bir öğrenciydim ama öyle sabahlara kadar ders çalışan biri değildim. 40'tan sonraki öğrenciliğimde başka biri oldum. Daha önce eğitim hayatımda hiç olmadığı kadar ders çalıştım. Sabahladığım çok oldu. Derslere girmek, bir şeyler öğrenmek, öğrendiğim şeyleri bir çerçeveye oturtmak çok zevk vermeye başladı. Ve tabii şöyle de oluyordu; derste referans gösterilen isimler benim yurt dışı seyahatlerinde tanıştığım, gördüğüm, bildiğim isimler. Tanıştığım isimlerin doktrinlerini, makalelerini okuyup yazmaya başladım. Sınıfta kimsenin bilmediği detayları biliyordum. Pek çok derse de kayıtsız, dinleyici olarak girdim.
İLK KEZ PAYLAŞIYORUM... 7 YILDIR ÖĞRENCİYİM
Sizin Ali Babacan’ın eşi olduğunuzu bilmiyorlar mıydı?
Kim olduğumu uzun zaman söylemedim. Çok ön planda olan, medyada yer alan bir siyasetçi eşi olmadığım için kimsenin aklına da gelmedi. Gelse bile ne alaka diye düşünmüşlerdir herhalde. Master bitti. Ben devam etmek istediğime karar verdim. Ancak tezsiz programdan doktoraya kabul olmadığını öğrendim. Sil baştan ikinci kez tarih alanında tezli master’a başladım.
Tarih çok önemli. Bana tarihi, Osmanlı Tarihi’ni sevdiren Halil İnalcık hocamızın ilk öğrencilerinden olan Özer Ergenç hocam oldu. İkinci masterımı da bitirdim. Doktoraya başladım. Şimdi yeterlilik sınavına girmeyi bekliyorum. Daha doktora tezimi yazacağım. Son 7 senedir öğrenciyim, bunu da anlatmış olayım. Bu ilk kez paylaştığım bir şey. Bu süreç bana hayatta insanın karşısına fırsatlar çıktığında kendisini kısıtlamaması, cesur olması gerektiğini öğretti.
Tarihin sürekli tekerrür ediyor olması size acı vermiyor mu?
Evet. Bir yandan tarihin tekerrür ettiğini görmek ürkütüyor, acı veriyor. Ama bir yandan da her zaman bir çıkış yolu olduğunu da görüyorsunuz. Nerelere düşmüş milletler, nerelerden çıkmışlar. Bir 17. yy vakanüvisi var mesela, Mustafa Naima.. Devletler nasıl çöküyor, nasıl yükseliyor, nasıl inişe geçiyor, anlattıkları şeyler günümüzde yaşananlarla da son derece örtüşen şeyler. Eline uzun süreli güç geçirenler bunu nasıl kötüye kullanmışlar, adım adım yozlaşmaya giden süreçler. Ama hep bir çıkış yolu da var. Hep böyle devam etmiyor. Bu da umut veriyor.
'HEM FIRST LADY HEM DE ÖĞRENCİ' NEDEN OLMASIN
Zamansız bir soru olacak ama klişe söylemle sorayım, bu pazar seçimler oldu ve Ali Babacan Cumhurbaşkanı seçildi, sizin akademisyen olma hayaliniz ne olacak?
Öğrencilik aynen devam edecek. O konuda geri adım atmayı hiç düşünmüyorum. Siyasetçi eşi olmak illa bütün hayatınızı bir kenara koymanızı gerektirmiyor. Siyaset, Ali’nin yaptığı şey sonuçta. Benim de yaptığım başka şeyler var. Dünyada birçok örneği var. Kendi işlerini yapan pek çok eş var.
Hem First Lady hem de öğrenci?
Neden olmasın diyorum. Bir engel görmüyorum.
Ali Bey aktif siyaseti bıraktığında sevinmiş miydiniz?
Sevinmek şöyle; o dönemde Türkiye'nin şartları çok sevimsiz bir noktadaydı açıkçası. Siyasetten bayağı soğuduğum bir dönemdi. Siyasi şartlar ülkeyi tatsız bir döneme sürüklerken sevinme, mutlu olma hali olmuyor.
Peki, Zeynep Hanım için Türkiye'nin en önemli siyasi meselesi nedir? Sizin birinciniz...
Bu ülkenin bir vatandaşı, bir seçmeni olarak herkes neden rahatsızsa aslında en çok ondan rahatsızım. Özgürlük, adalet sorunu. Ülkenin en ortasına, göbeğine çökmüş olan geçim sıkıntısı.
'BİR ŞEYLER YAPIN' FERYATLARININ BİZİ BAŞKA BİR SÜRECE GÖTÜRECEĞİNİ ANLADIM
Eşiniz size parti kurmak istediğini söylediğinde ne hissettiniz, ilk tepkiniz ne oldu?
Bir anda öğrendiğim bir şey değildi. Yaşanan bir sürecin neticesiydi. Ali için “siyaset benim için bitti” dediği dönem çok kısa sürdü. Bir süre siyasetten koptuğumuzu düşünerek yaşadık. Bu çok kısa sürdü. Gittiğimiz her ortamda, sokağa çıktığımız her an “bir şeyler yapın” diyen insanlarla karşılaşmaya başladık. Görmeye başladığımız çaresizliğin ve Ali’den olan beklentinin bizi başka bir sürece doğru götüreceğini anladım. Karşımıza çıkan insanlardan sürekli duyduğumuz “Bir şeyler yapın” sözü bizde “bir şeyler yapmamız lazım” duygusunu oluşturmaya başladı. Dolayısıyla Ali için parti kurma fikri bir günde oluşmadı. Konuşa konuşa, fikir alışverişinde buluna buluna gelinen bir süreçti.
Hiç karşı çıktığınız, olmaz dediğiniz anlar oldu mu?
Karşı çıkmadım. Çıkamadım aslında diyebilirim. Bu ülkede yaşayan herkes gibi bende bu sıkıntıları gören ve bunların acısını yaşayan bir insanım. Bir şey yapılması gerekiyorsa ve eğer yapılacak bir şey varsa geri durmanın yanlış olduğuna inanıyorum.
Peki, 'Siyaseti bıraktım' dediği gün, buna inandınız mı yoksa siyasetten uzak kalamayacağın, geri döneceğini mi hissettiniz?
Aktif siyasete döner diye düşünmedim, siyaseti bıraktığına inandım. Çünkü bir noktada artık katkı sağlayamadığını net olarak görmüştü ve katkı veremeyeceği bir işi yapacak biri değil. “Artık başka bir yol çizeceğiz hayatımızda” diye düşünmüştüm.
Fazla uzun sürmedi düşüncem; bu tür şeylerle sürekli karşılaştıkça yavaş yavaş o noktaya gideceğimizi anladım. Anladım ama ilk başta gerçekten hani 'siyaset hayatı bizim için kapandı' dediğimiz bir süreç de yaşadık.
Ali Babacan siyasi parti lideri olduktan sonra sizin hayatınızda neler değişti?
Bir şey değişmedi. Daha önceki süreçte ne değişti diye düşünüyorum. Önceki dönemde de normal, sıradan bir yaşam süren biriydim. Hayat şartlarımızda, yaptığım işlerde hiçbir şey değişmedi. Alışverişimi kendim yaparım, pazara gitmeyi, sebze ve meyvelerimi kendim almayı seviyorum. Kongreler vesilesiyle Türkiye'nin birçok yerini gezdik.
HALKLA HEP İÇ İÇEYİZ, SEMT PAZARINDA ALIŞVERİŞİ SEVİYORUZ
Gider misiniz semt pazarlarına?
Gidiyorum. Sebzeyi, meyveyi pazardan almayı seviyorum. Annemle beraber, çocuklarla beraber, Ali de sever böyle alış veriş yapmayı. Halkla iç içe bir hayatımız vardı, öyle de devam ediyor.
Evin ekonomi yönetimi kimde?
Evin bütçesinin sorumluluğu bende diyemem.. Hele evde bir ekonomist varken.. Ama ben de olayın dışında değilim. Paranın zor kazanıldığını bilen bir aileyiz. Harcarken de ederine, değerine sarf edilmesine özen gösteririz. Aile olarak tutumlu bir aileyiz diyebilirim.
KÖTÜ YORUMLARDAN ETKİLENMEYİZ ÇÜNKÜ TROLLERİN YAZDIĞINI BİLİYORUZ
Sosyal medyayı takip ettiğinizi söylediniz. Ali Bey hakkında kötü, olumsuz sözler gördüğünüzde neler hissediyorsunuz, çocuklar bundan etkileniyor mu?
Eğer siyasete yeni girmiş bir aile olsaydık, herhalde çok etkilenirdik. Ama bu işlerin nasıl yaptırıldığını, troller tarafından yazıldığını biliyoruz. Düğmeye basıyorlar, bir şeyler yayıyorlar, zannediyorlar ki herkes bunu konuşuyor. Hayır... Nereden anlıyoruz çünkü sokağa çıktığımızda bunlar bizim karşımıza hiç çıkmıyor. Türkiye’de 50’ye yakın kongre oldu. Ben çoğuna katıldım. Bir olumsuzlukla, bir kötü sözle hiç karşılaşmadım. Kimsenin ilgisini çekmiyor çünkü doğru olmadığını insanlar biliyor.
Gittiğimiz yerlerde sosyal medyada trollere yaptırdıkları kara propagandanın insanlarda karşılık bulduğunu görseydik, o zaman üzücü olabilirdi. Ama hiç öyle bir şey olmadı. O yüzden sosyal medyada yazılanlar bizi etkilemiyor.
ESNAF ZİYARETLERİNDE YOKSULLUĞUN BOYUTUNU GÖRDÜM
Bir yıldır eşinizle birlikte sahalardasınız. Neler gördünüz, en çok sizi etkileyen hadiseler neler oldu? Nasıl bir Türkiye fotoğrafı oluştu?
Türkiye’yi ilk kez gezmiyoruz. Daha önceki siyaset hayatımızda da Türkiye'nin birçok yerine gitmiştik. Ama son 1 yıldır gittiğimiz yerlerde gördüğümüz yoksulluğu ve yokluğu hiç görmemiştik. Tahminimizin çok daha ilerisinde, ciddi bir ekonomik sıkıntı, buhran olduğunu gözümüzle gördük. Yoksulluğun, yokluğun boyutunu gördüm. İnanın, her gittiğimiz esnaf ziyaretinden sonra taş gibi bir şey oturuyordu yüreğimize. İnsanların anlattıkları, çaresizlikleri görmeniz, duymanız lazım.
Cüzdanlarını açıyorlar 'İşte 10 liram var, başka param yok, ben ne yapacağım' diyorlar. Bir tane teyze vardı eline tüp almış, tüpü bitmiş 'yemek pişiremiyorum', 'çocuklar evde yemek bekliyor, kaymakama götürüyorum tüpü göstermek için' demişti. Endişeliydi. “AK Parti üyeliğinden çıkmıştım, bana yardım yaparlar mı” endişesi vardı. Onu hatırlıyorum. Gençlerde ciddi derecede ümitsizlik var. Bir bıkkınlık hakim. Yarına dair umutları yok.
'Tarih Tekerrür' videosunun altındaki yorumları okudunuz mu?
Evet, o yorumları Ali'ye ben göstermiştim. YouTube'da da böyle yorumları okuyorum. Korkunç bir şey gerçekten, ağlamak istiyorsunuz onları okudukça. Gencecik çocuklar, 15-16 yaşından başlayıp 30'lu yaşlara kadar insanlar... 15 binden fazla yorum var, hepsi ayrı bir film konusu gibi. Ne kadar çaresiz, ne kadar ümitsiz olduklarını anlatan acı hikayeler. Bunu bire birde gördüğümüz için çok etkilendim. Gecenin bir yarısı yorumları Ali’ye gösterdim o da bir yorum yazdı ve 'Merak etmeyin düzelecek her şey' demişti. O kadar üzücü ki.
Neden böyle bir gençliğimiz olsun bizim? Bu kadar pırıl pırıl hayalleri olan çocuklar, ülkelerinden neden ümitlerini kessinler. Gençlerle çok iç içe bir hayatım olduğu için üniversite yüzünden birçok şeyi birebir görüyorum şahit oluyorum, duyuyorum en azından.. O seyahatlerde de en çok beni üzen şey; gençlerin hissettiği kısıtlanma duygusu, bu çok yoğun bir şekilde var. Bütün bunları bir hikaye gibi dinliyorlar, ama gençler gerçekten korkuyor. “Tweet atmaya korkuyoruz” lafı öylesine söylenmiş bir şey değil. Bu korku gerçek.
TÜRKİYE TÜM BUNLARIN ÜSTESİNDEN GELECEK
Bütün bu anlattığınız tabloya rağmen Türkiye hakkında iyimser misiniz?
Türkiye gibi büyük, güçlü bir ülke, bu kadar insan kaynağı olan zengin bir ülke, mutlaka bunların üstesinden gelecek. Buna yüzde yüz inanıyorum, hiçbir şüphem yok, yeter ki fırsat olsun. Yeter ki, bu işleri yapacak insanlar olsun memleketin başında. Çok hızlı şekilde toparlayabileceğine inanıyorum. Ümitsiz değilim kesinlikle.
Çocuklarınıza dürüstlük, çalışkanlık gibi kelimelere dökülmüş bir felsefeniz var mı?
Tabii ki bunları söylüyoruz ama rahmetli Doğan Cüceloğlu'nun çok sevdiğim bir lafı vardır: 'Aile değerleri, girdiğiniz odada soluduğunuz hava gibidir, elle tutamazsınız, gözle göremezsiniz belki ama o oradadır ve siz sürekli onu solursunuz.' Her ne kadar dilimizle dürüstlük, ahlak gibi tavsiyelerde bulunsak da kendi hayatımızda uygulamadığımız şeyler hiçbir işe yaramaz. Hal dili daha önemli. Söylediğimiz şeylerin davranışlarımızla tutarlı olmasıdır önemli olan. Biz bunu yapmaya çalışıyoruz.
EN BÜYÜK UMUDUM YOKSULLUĞUN BİTMESİ
Türkiye’ye dair en büyük umudunuz ve en büyük korkunuz nedir?
Umudum şu; yoksulluk bitsin. Ben gerçekten buna çok dertlenen bir insanım. Gördükçe bunun acısını yaşıyoruz zaten. Bu bitsin istiyorum çocuklar, gençler, yurt dışına giden parlak beyinlerimiz, koşa koşa geri dönsünler. Benim en büyük umudum bu. Çok zengin bir insan kaynağımız var ama maalesef bunları patır patır kaybediyoruz.
Fırsatını bulan insanlar ilk fırsatta kaçmak, gitmek istiyor. Kendilerini gösterebilecekleri, işlerini düzgün yaptığında karşılığını bulabilecekleri bir ortam bulmak için, gitmek istiyorlar. Hiçbir yere gitmesinler, geri dönsünler istiyorum. Ülke kalkınsın, hak ettiği yere gelsin istiyorum. Hep dua ediyorum, hep bunu istiyorum. Korkum da, tabii bir şeylerin buna engel olması.
Peki, zor zamanlarda sizi motive eden, motivasyonunuzu sağlayan sihirli güç ya da silah ya da tutunduğunuz şey?
Genel olarak dediğim gibi hayata pozitif bakan bir insanımdır olumsuzlukları kafama sokmamaya çalışırım. Kötü düşünmemeye çalışırım ve başıma geldiğinde de eğer geldiyse etrafımdan destek almaya çalışırım. Ama herhalde en büyük sığınağım da teslimiyet. Zarifoğlu’nun da dediği gibi ‘Takdir-i ezele razıyız ama gayrete de aşığız.' Elinden gelen her şeyi yaptıktan sonra da teslim olmak herhalde çok büyük bir lüks inananlar için.
SİYASET İÇİN KADININ ÖNÜNDE ÇOK FAZLA ENGEL VAR
Türkiye'de siyaset ve kadın tartışma konusu. Kadınların siyasette temsili hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çok fazla engel var kadının önünde. Ama herhalde en büyük engel, kadınlar karşılarına çıkan engellerin aşılmaz olduğunu düşünmeleri. Önlerine çıkan engellerin aşılacak bir şey olduğuna inandıkları gün engeller kalkar. Ben çıkan engel ne olursa olsun hepsinin birer birer aşılacağına inanıyorum.. Kadınlar siyasete aktif katılmaktan geri duruyorlar, durmamalılar. Bizim kotamız var biliyorsunuz ama bazı şehirler kadın kotasını doldurmakta zorlanıyor. Ama gene de diyoruz ki 'ne yapıp edip kadınları ikna edin.' İhtiyaç bu. Gerçekten teşvik ihtiyacı var, biraz daha cesaretlendirilmeye ihtiyaçları var. Bunu sağlamak lazım.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ KARARI BENİ KORKUTTU
Türkiye’nin bir gece CB Kararnamesiyle İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye'nin en büyük kazanımlarından bir tanesiydi, ne hissettiniz?
Ne hissettim, korku hissettim. Neden korktum çünkü ortada böyle bir sözleşme varken, bunun geri çekilmesi, bu kötülüğü yapan erkeklere nasıl bir mesaj verir? Hissettiğim bu korkuydu. Kadına şiddeti engelleyen bir sözleşmeden çıkılmasını anlayamadım. Türkiye’nin bu sözleşmeden çıkmasının sonuçlarına bakmamız lazım. Kadına şiddet, kadın ölümleri ne durumda. Sözleşmeden çıkmış olmanın psikolojik etkisi bile beni çok korkuttu. Artan şiddet vakalarında kim sözleşmeden çıkmanın etkisi yok diyebilir? Bunun olumsuz etkisinin olmadığını iddia edebilir mi sözleşmeyi geri çekenler?
KADINLAR GÜVENLİ VE BİRİKİMLERİNİ ORTAYA KOYABİLECEKLERİ BİR HAYAT İSTİYOR
Türkiye’de yükselen bir kadın hareketi, dünyada ise ‘Me Too’ dalgası var. Sizce kadınlar ne istiyor?
Güvenli bir hayat istiyorlar. Kendi kapasitelerini, birikimlerini ortaya koyabilecekleri ve bunun karşılığını alabilecekleri bir sistem istiyorlar. Hukuki güvence istiyorlar. Toplumda doğru ve hak ettikleri saygıyı görmek istiyorlar. Çabalarının karşılığını görmek istiyorlar. İnsanca yaşamak istiyorlar.
Rol modeliniz ya da çocukluk kahramanınız var mı?
Abim büyüme çağımda benim için önemli bir figürdü. Onun hayata bakışı, insan ilişkileri, merhameti, yardımseverliği beni çok etkiledi. Annem, babam ve her şeyimi paylaştığım kız kardeşim benim için çok önemli ve aynı zamanda hayatımı etkileyen insanlar.
Hayatı dondurabilseydiniz, mutlu bir an, o ne olurdu sizin için?
Bizim meşhur büyük aile seyahatlerimiz vardı. Fırsat bulabildiğimiz zaman annem, babam, kardeşlerim, eşleri, çocukları, Ali'nin annesi, babası, kardeşleri, çocukları. Her birimizin 3’er çocuğu var. Hep birlikte geniş aile olarak tatillere giderdik. Bosna’ya, Artvin’e, Macahel’e gitmiş, otobüsle gezmiştik. Çok güzel tatillerdi. Ali o seyahatlerin tur rehberi olurdu. Ne yenilecek, nerede kalınacak, kim hangi odada kalacak. Bütün bunları planlardı. Şimdi bazı büyüklerimiz eskisi gibi gezebilecek sağlıkta değil maalesef, ve farklı şehirlerde ülkelerde yaşayan çocuklarımız var. Herkesin bir arada, sağlıklı olduğu o anları dondurmak isterdim.
Anneler Günü ile ilgili ne söylemek istersiniz?
Çok şanslı bir insanım, kadınım. Hem annem, hem kayınvalidem bana annelik yaptılar. Gerçekten birçok insan için bunun lüks olduğunu biliyorum. Bir anne değil iki annem oldu. Çok şükrediyorum bunun için. İki annemin de yanaklarından, ellerinden öpüyorum ve sıkıca sarılıyorum. Anneler Günü'nü kutluyorum. İnşallah ben de onlar gibi hakkaniyetli, iyi insanlar yetiştirmiş bir anne olurum.