HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, bugün TBMM'de düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün Diyarbakır’da yaptığı konuşmada Selahattin Demirtaş ve HDP'nin mevcut eş genel başkanlarına yönelik, ''Şu anda Edirne Cezaevi'nde olan zatın Kürtlükle alakası var mı? Bu adam Kürt değil. Ama Kürt kardeşlerimi sömürüyor. Bunun hesabını Kürt kardeşlerim sormayacak mı? Soracak. Şu anda bir eş başkanları var. Kürt mü? O da değil. O da Kürt kardeşlerimi sömürüyor. Bunların oyununa gelmeyeceğiz. Bunların hesabını ben inanıyorum ki benim Diyarbakırlı kardeşlerim soracaklar'' demişti.
HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın o sözlerini sert sözlerle eleştirdi: Daha dün Çelebi kendi partisine katılırken bütün Türkiyeli kadınlara, Kürt kadınlarına ve Kürt toplumuna kafatasçı bir anlayışla çocuk yapma üzerinden ırkçılık ilan edildi. İki gün sonra Diyarbakır’a gidip aşk ilan ediyor. Bu tezadı ifade etmeye gerek yok. Kürt düşmanı da olduğunu itiraf etti. Dün Diyarbakır’da öyle hakaretler etti ki… Partimize, partimizin önceki dönem eş Genel Başkanı’na, mevcut Eş Genel Başkanı’mıza öyle sözler etti ki bu, bir itirafa dönüştü.
Beştaş'ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
“OY ALMAK İSTEDİKLERİ KESİMLERE YALANCI BİR BAHAR YAŞATIYORLAR”
“Türkiye’nin hiçbir problemi yokmuş gibi sansür yasası büyük bir dayatmayla maalesef Meclis’ten geçirildi. Şimdi de parlamentoyu kaybediyorlar. 2023’te seçimleri kaybedecekler. Seçilme şanslarını artırmak için yeni yasa teklifleri önümüze getirmeye devam ediyorlar. Oy almak istedikleri kesimlere yalancı bir bahar yaşatma gibi bir arka planın olduğunu da söyleyebilirim. Bu, acziyeti de ortaya koyuyor. Eğitimlerini sürdüremeyen öğrencilere faiz müjdesi veriyor. Neyin müjdesi bu, bunu anlamak mümkün değil.
Muhalefetin, bizim birçok sorun alanına dair çözüm önerilerini içeren kanun tekliflerimiz sıralarda bekliyor. 13 kanunda değişiklik öngören bir torba kanun var önümüzde. O kadar ilgisiz ve içerikler birbirinden bağımsız ki niye yan yana getirilmişler, bunu çözmemiz mümkün değil. Halkın yoksulluğu, fiyatların sürekli yükselmesi, insanların çocuklarına beslenme çantası hazırlayamadıkları bir dönemde bu torba kanun yine derde deva olmayacak. Öncelikle iki önemli düzenlemeyi söylemek istiyorum. Bir tanesi, her zamanki olduğu gibi sermayenin kayırılması meselesi. İstanbul Finans Merkezi’nde bulunan sermaye grupları yurt dışından elde ettikleri kazançlarını Türkiye’ye getirirlerse bunun yarısının kurumlar vergisinden muaf tutulması meselesi… Diğeri, liman işletmesi yapan firmaların işletme sürelerinin 49 yıla uzatılması meselesi.
“CEMEVLERİNE ADETA KAYYUM ATAMASI NİTELİĞİNİ DE TAŞIYOR”
Diğeri, alevi toplumunu, yurttaşlarını doğrudan ilgilendiren düzenlemeler. Cumhurbaşkanı kararıyla Kültür Bakanlığı’na bağlı Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kurulacak. Bu başkanlığın yönetimini kendileri belirleyecek. Dedeleri de maaşa bağlayacaklar. Bu, Alevileri tamamen kontrol altına çalışan, onların taleplerini görmezden gelen bir folklorik unsura indirgemeden başka bir şey değil. Cemevlerine adeta kayyum ataması niteliğini de taşıyor. Bu birimin başkanını da Cumhurbaşkanı atayacak. Alevilik inancında dede ve analar rızalık almadan posta oturamazken böyle tepeden inme yetkilerle donatılan bir yapının Alevilerde bir karşılığının olmayacağını söylüyoruz. Alevi toplumu da buna karşı olduklarını, kendi önerilerini topluma sunuyorlar. Alevilerin talebi, devlet merkezli bir dini yönetimin eklentisi olmak hiçbir zaman olmadı. AKP, çözemediği bütün sorunlara bir başkanlık kurarak bu sorunu çözdüğünü iddia ediyor yıllardır.
Alevilerin sorunları ve taleplerinin karşılanmasının Vergi Usul Kanunu kapsamında değerlendirilmesi ve tartışılması da aslında kabul edilemez bir hakaret ve haksızlık. Bu, torba kanunun konusu değil; akademisyenlerin, aydınların tartışması gereken bir konudur. Cemevi yapımını ‘ihtiyaç ve şartlar’ koşuluna bağlıyorlar. Valilik, ihtiyaç ve şartların uygun olup olmadığını söyleyerek cemevinin kurulup kurulmayacağına karar verecek. Bu konuda Plan Bütçe Komisyonu’nda kesinlikle taleplerimizi önereceğimizi, bu değişikliği kabul etmeyeceğimizi söylüyoruz.
“ERDOĞAN’IN DİYARBAKIR GEZİLERİ BİR PSİKOLOJİK İŞKENCEYE DÖNÜŞTÜ”
Dünden bu yana Erdoğan’ın Diyarbakır’a gidişi gündem yapıldı. Gece yarısı çocuklara, öğrencilere, memurlara zorunlu tutulan bir mitingden söz ediyoruz. Her tür plakadan birçok minibüs ve otobüs Diyarbakır’a taşındı. Oldukça iyi bir turizm faaliyeti oldu. Neyse ki esnaf bundan faydalandı. Erdoğan’ın Diyarbakır gezileri, bir psikolojik işkenceye dönüştü gerçekten. O gelen mesajlarda fotoğraf çekmenin ve bunun ispatlanması mecburiyeti olduğu da aldığımız duyumlar arasında. Niye gitti? Hakikaten insanın aklı bazen almıyor. Daha dün Çelebi kendi partisine katılırken bütün Türkiyeli kadınlara, Kürt kadınlarına ve Kürt toplumuna kafatasçı bir anlayışla çocuk yapma üzerinden ırkçılık ilan edildi. İki gün sonra Diyarbakır’a gidip aşk ilan ediyor. Bu tezadı ifade etmeye gerek yok. Kürt düşmanı da olduğunu itiraf etti. Dün Diyarbakır’da öyle hakaretler etti ki… Partimize, partimizin önceki dönem eş Genel Başkanı’na, mevcut Eş Genel Başkanı’mıza öyle sözler etti ki bu, bir itirafa dönüştü. Farkında mı bilmiyorum, prompterdan okudu fakat yaptıklarının anlamını artık anlamayacak kadar ciddi bir panik içindeler.
“DİYARBAKIR CEZAEVİ’NDE ESAT OKTAY YILDIRAN’IN KÖPEĞİ CO’NUN MARİFETLERİ Mİ SERGİLENECEK”
Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nin kapatılmasının müjdesi verildi. Dünyada akıl almaz işkencelerle nam salan, insanların öldüğü, katledildiği, işkencelerin olduğu cezaevini ‘kapatalım’ dediler. Kapattılar. Bir seremoni de yaptılar. Herkes oradaydı. Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi kapatılınca Türkiye’de işkence mi bitti? Türkiye’nin her tarafını cezaevi yaptılar. Şu anda 10 binlerce Kürt, Türkiye’nin her yerinde cezaevinde tutuluyor. Kürtler yine cezaevinde ve işkence görüyor. Son birkaç ayda 62 cenaze çıktı cezaevlerinden. Diyarbakır’ın bunlara karnı tok, bu boş lafları ciddiye almazlar. Diyarbakır’da, 5-6 kilometre ötede binlerce insanların yattığı cezaevi hâlâ duruyor. Hâlâ insanların cenazeleri cezaevlerinden çıkıyorken bu müzede ne sergilenecek? Esat Oktay Yıldıran’ın fotoğrafı mı sergilenecek? Yoksa köpeği Co’nun marifetleri mi sergilenecek? Bu müzede, işkence yapılanlara dahil ne sergilenecek? Onların adını anmak dahi yasaklanmış. Neredeyse işkenceye karşı direnmiş Kemal Pir’in adını andığınızda bir saldırıya geçiyorlar. Bu müzede hakikatle yüzleşilecek mi? O sayfa kapanacak mı? Müze demek, bir daha o sürece dönülmemesi demektir, onun tarih olması demektir. Ama böyle bir olgu yok. Geçmişte değil, günümüzde yaşıyoruz 5 nolu süreci. Burada sadece Kürt halkını ‘Diyarbakır Cezaevi’ni kapattım’ diye kandırmaya ve bir seçmen olarak sadece ihtiyacı olduğunu anlatmak için bu kullanıldı. Ama yıllara yayılan bir 12 Eylül zihniyeti var. Bunu en iyi Diyarbakırlılar bilir.
Aşktan söz ediyor. Siz kim, aşk kim ya. İhale aşkı derseniz anlarız. Yurt dışına gönderdiğiniz paralar derseniz anlarız. Bavullara dolan dolarlara ilan ettiğiniz aşk olsa anlarız. Beşli Çetelere duyduğunuz aşk, tabii ki konuşulabilir. Ama nasıl bir ırk ataması yapıyor, bunu tartışmayı bile zül kabul ediyorum. Demirtaş’ı Kürt olduğu için, muhalif olduğu için yargılıyor. Kürt meselesinin demokratik çözümünü savunduğu için yargılıyor. 4 Kasım 2016’den beri rehin tutuyor ve hâlâ onun üzerinden siyaset yapmaya devam ediyor. Allah akıl fikir versin.
“‘BÖYLE BİR AŞKI DÜNYA GÖRMEDİ’ DEDİ YA. VALLAHİ BÖYLE BİR ZULMÜ DİYARBAKIR GÖRMEDİ”
Bizim parti politikamızda, hiç kimseyi yeterince Kürt, Türk, Ermeni olmamakla itham etmek gibi ırkçı bir söylemi duymayacaklar. Bizim zihniyetimizde kafatasçılık yoktur. Biz, Erdoğan’ın yeterince Türk mü, Laz mı, başka bir kimlikte olduğunu tartışmıyoruz. Bize bunu tartışmayacaklar. Ama yeterli miktarda insanlık, az bir çabayla mümkün demek istiyorum. Diyarbakırlıların sorunları tabii ki konuşulmadı. Hükümetin ne kadar MHP’lileştiği bir kez daha ilan edildi. Korkulu rüyası haline gelen Emek ve Özgürlük İttifakı’na hakaret etmek için özel uçağıyla dün Diyabakır’a gitti. İzlerken acı acı güldüğüm bir nokta da vardı. Sayıları binleri bulan atanamayan Kürtçe öğretmenleri var. Dün dedi ya ‘Atadık Kürtçe öğretmenleri’, evet sadece 3 öğretmen atandı. Bunu da büyük bir övünçle açıkladı. ‘Kürtçe öğretmen kadrolarımızı açtık’ diye büyük bir yalan attı. Neymiş? Goebbels’e göre, ‘yalan atınca büyük bir yalan atmak gerekirmiş’. Bunu herhalde harfiyen uyguluyorlar. Dün ‘Böyle bir aşkı dünya görmedi’ dedi ya. Vallahi böyle bir zulmü Diyarbakır görmedi.”
“BİZİM İSİM DÜZEYİNDE BİR GÜNDEMİMİZ YOK”
Meral Danış Beştaş, Ahmet Türk'ün "Kılıçdaroğlu aday olursa ona oy vermeyi düşünüyoruz" sözlerine ilişkin ise “Hakların Demokratik Partisi olarak isim üzerinde bir tartışmamız yok. Biz, Cumhurbaşkanlığı adaylığının ilkeler temelinde, Türkiye’de demokratikleşmeyi sağlayacak temel stratejik bir hat üzerinden ve tabii ki tartışarak olabileceğini hep ifade ettik ve hâlâ o noktadayız. Şu anda temel gündemimizi, kendi ittifak güçlerimizle nasıl bir strateji ve nasıl bir aday profilinde buluşacağımızı tartışıyoruz. İttifakın kendi adayını nasıl oluşturalım, profili nasıl belirleyelim tartışmasını yapıyoruz. Sevgili Ahmet Abi kişisel bir sohbette bunu söylemiş mi söylememiş mi bilmiyorum, kendisi bu konuda bir beyanda bulunmadı. Ama kişisel bir sohbette söylemiş olsa bile kendisi de bizimle aynı fikirde. HDP, şu anda cumhurbaşkanlığı adayı konusunda ittifak güçleriyle konuşuyor. Bizim isim düzeyinde bir gündemimiz yok” dedi.