2022 yılının ilk 11 ayında meydana gelen kadın cinayeti oranı geçen senenin tüm aylarına göre yaklaşık yüzde 25 artış gösterdi. Leipzig Üniversitesi’nden Dr. Nil Mutluer, “Sistemin şiddeti ile karşı karşıyayız. Bu sistem kendinden olmayanın, ötekileştirdiğinin yaşamına veya yaşam alanına müdahale etmekten çekinmiyor” diyerek şiddetin normalleştirildiğini belirtti.
‘KENDİNDEN OLMAYANA MÜDAHALEDEN ÇEKİNMİYOR’
Halk TV'den Dilara Şimşek'in haberine göre; iktidarın kadın düşmanı politikaları ve cezasızlık cinayetleri artıran unsurlardan olsa da Leipzig Üniversitesi Çoklu Sekülerlikler Araştırma Programı’ndan Dr. Nil Mutluer’e göre bu buzdağının sadece görünen kısmı. Sistemin ‘kendisinden’ güçsüz olarak gördüğüne şiddet uygulamaktan çekinmediğinin altını çizen Dr. Mutluer, “Biz bugün kendisine daha fazla kaynak yaratmak için yaşamı tüketen sistemin şiddeti ile karşı karşıyayız. Bu sistem kendinden olmayanın, güçsüz olarak algıladığının ve ötekileştirdiğinin yaşamına veya yaşam alanına müdahale etmekten çekinmiyor. Kadınlar, LGBTİQ+’lar, çocuklar ve aynı zamanda egemen konumun ötekisi inançsal, etnik ve sınıfsal gruplar yüzyıllardır süregelen normalleştirilmiş ataerkil düzenin ikinci sınıf insanları olarak görülüyor. Hal böyle olunca, bu kesimler şiddetin fiziksel, psikolojik, ekonomik, cinsel yönleriyle her an karşılaşıyorlar” diyor.
Nil Mutluer
‘SESSİZ POLİTİKALARLA ŞİDDET NORMALLEŞTİRİLDİ’
Mutluer, şiddetin nasıl adım adım normalleştirildiğini, şu sözlerle anlatıyor:
“Erkek egemen, kadını ikinci sınıf gören yaklaşım ve normalleştirilmiş şiddet Türkiye coğrafyasında her daim var oldu. Kadınları intihara sürükleyen bekaret kontrolleri, Medeni Kanun’da erkeğin ‘evin reisi’ kabul edilmesi veya Ceza Kanunu’nda ‘namus’un erkeğin kadını öldürmesinde hafifletici sebep olması gibi uygulamalar yönetimlerin 2000’lere kadar olan cinsiyetçi politikalarının sessiz ancak, etkili örneklerinden bazıları. Bu politikalar, 1980’lerden itibaren feminist mücadeleyle değişti.”
Şiddetin ülke ve dünyadaki siyasi, sosyal, ekonomik, ekolojik ve kültürel politikalarla ilişkili olduğunu ifade eden Dr. Mutluer, şunları aktarıyor: “Neoliberal erkek egemen düzende şiddetin öğrenilmesi, hayata geçmesi ve devamlılığı bir ‘normalleştirme’ süreciyle sağlanıyor. Devlet tarafından yurttaşlarına uygulanan şiddetle, ailenin özellikle güçlü erkek veya erkek egemen söylemle işbirliği yapan fertleri tarafından bir diğerine işlenen şiddet arasında hiç de küçümsenemeyecek bir bağ var. Benzer şekilde şirketlerin doğa, kültür ve yaşam alanlarına ve onların varlığını savunanlara karşı yürüttüğü şiddet de bu ilişkinin önemli bir parçası. Çünkü, araç olan şiddet esasında devlet, şirket veya aile ‘babası’nın tahakküm anlayışının önemli bir yansıması. Bu süreç, milliyetçilik, kalkınmacı endüstriyel neoliberal politikalar gibi erkek egemen ideolojilerin söylemiyle şekilleniyor. Sürecin aktörleri olan farklı cinsel yönelimlerden kadın ve erkekler iktidara olan yakınlıklarıyla bu söylemi ya benimsiyorlar ya da söyleme direniyorlar.”
SİYASİLERİN VE MEDYANIN DİLİ
Mutluer’e göre 2010’lardan itibaren kadının varlığı siyasilerce ‘aile’ ve ‘bakım’ hizmeti ile konumlandırıldı. Şiddetin normalleştirilmesinde siyasetin ve medyanın etkisine değinen Mutluer, sözlerini şöyle sonlandırıyor: “Özellikle 2010’lardan itibaren devletin sessiz cinsiyetçi politikaları yerini siyasette ve medyada kadının cinselliğinin ve anne rolünün hiç olmadığı kadar çok vurgulandığı bir hale soktu. Kıyafeti veya davranışları bahane edilerek ‘ahlak’ kisvesi altında tecavüze uğramak normalleştirildi. Ana-akım medya kadına yönelik şiddet, silah, hukuk dışı adalet arama yöntemlerini istikrarlı bir şekilde servis ediyor. Feminist, LGBTİQ+'lar ve demokrasi ve barış mücadelesi veren hareketler cinsiyetçi şiddetle mücadele yol ve yöntemlerini sürekli vurguluyorlar. Toplumda normalleşen cinsiyetçi şiddetle mücadeleyi, eşitlikçi ve özgürlükçü bir siyaset anlayışının devletin politikalarıyla desteklenmesi yoluyla benimsenmesi ve kurumsallaşması sağlayacaktır. Buna da ancak bugün iktidarda olan ve kurumlara sirayet etmiş zihniyetin değiştirilmesiyle başlanabilir.”
NEFRET SÖYLEMLERİ: NE DEDİLER?
AK Parti, iktidarda bulunduğu 20 yıl boyunca kadın düşmanı söylemlerinden bir kez olsun vazgeçmedi. Partiye mensup siyasetçilerin söylemleri kadına yönelik bakış açılarını ortaya koydu. Siyasetçilerin cinsiyetçi ya da nefret söylemi olarak tepki gören bazı cümleleri şöyle:
Devlet Bakanı Mehmet Şimşek: "Kadınlar iş aradığı için işsizlik artıyor" (20 Mart 2009)
Tayyip Erdoğan: “Yalnız bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya.” (20 Temmuz 2009) / “O kadın, kız mıdır kadın mıdır?” (4 Haziran 2011) / "Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir” (24 Kasım 2014)
Eski Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek: “Kadın ahlaklı olsun kürtaj yaptırmak zorunda kalmasın. Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün? Anası ölsün” (2 Haziran 2012)
Eski Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç: “Kadınsa iffetli olacak. Kadın herkes içerisinde kahkaha atmayacak” (28 Temmuz 2014)
Eski Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu: “Annelerin, annelik kariyerinin dışında bir başka kariyeri merkeze almamaları gerekir" (1 Ocak 2015)